Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Doğru, Fatih Altaylı’nın Mehmet Akif lisanıyla aktardığı gibi hayasızca bir akın var genç Afgan erkeklerden bu tarafa. Ama bu hayasızca bir kaçış aynı zamanda. Afgan kadınlarını, insanca onurlu bir yaşamı men eden Taliban’ın insafıyla baş başa bırakarak namus yoksunu bir terk ediş…

        Çünkü kimileri namusu başka yerde arar. Eril diktanın buyruklarına uymayan kadınların özgürlük ve yaşam hakkını elinden almak için ille de tescilli Taliban olmak gerekmez.

        Geçen ay Almanya’da vahşi bir cinayet işlendi. Sınırlarımızdan içeri akın eden genç Afgan erkeklerin yaşlarında, biri 22 diğeri 25’inde iki Afgan kardeş, kocasından boşanan iki çocuk annesi ablalarını öldürdü. Kadını Berlin’de katlettiler, cesedini kesip biçerek parçalarını bavul içinde trenle Bavyera’ya götürdüler, orada gömdüler. İstasyonun kamera kayıtlarında, bavulun ağırlığı ve şekli itibariyle taşıdığı korkunç yük kendini belli ediyordu. İki kardeş tutuklandı.

        Avrupa’da olası bir Afgan göçünün telaşı zaten başlamıştı. Bu dehşet verici cinayet, göç ve entegrasyon tartışmasını iyice alevlendirdi. Retorik şuydu; kendi inanç ve kültürlerini Almanya’ya taşıyan iki Afgan göçmen, Batı tarzı yaşamı tercih ettiği için 34 yaşındaki öz ablayı katletmişti. Bu bir namus cinayetiydi!

        REKLAM

        Gerçi siyaseten kabul gören bir görüş değildi. Berlin Uyum Senatörü Elke Breitenbach’a göre vakanın namus saikiyle ilgisi yoktu, bu cinayeti “femisid” olarak tanımlamak gerekiyordu; yani bir kadının sırf kadın olduğu için katledildiği cins kırım.

        Breitenbach’ın bakış açısı şu: “Bu cinayetlerin dini inançla, kültürle alakası yok. Cinayetlerin ardındaki motif, ataerkil yapılar. Bu yapılar farklı şekillerde vücut bulur. Kadına karşı şiddeti, kadın cinayetlerini göç yoluyla ithal ediliyormuş gibi görmek doğru değildir. Erkeklerin kız kardeşlerini öldürmesi hiçbir ülkede sıradan gündelik olaylar değildir…”

        Acaba?

        Almanya’nın tanınmış kadın hakları savunucularından avukat Seyran Ateş’e göre ise namus cinayeti kavramının siyaset tarafından kabullenilmesi ve bu şekilde anılması gerekiyor. “Batılı yaşam tarzına karşı aile namusunu korumak adına kadın cinayetleri işlendiği artık iyice anlaşılmalıdır. Paralel toplumlarda kadınlar baskı görüyor, şiddete maruz kalıyor, zorla evlendiriliyor. Kurallara uymadığı takdirde öldürülüyor. Uyum politikası bunu görmüyorsa iflas etmiş demektir” diyor Ateş.

        Seyran Ateş, Türkiye kökenli ailelerin paralel yaşamlarını da kastediyor elbet. Zaten Almanya’nın namus cinayetiyle tanışması 15 yıl önceye dayanıyor. 23 yaşındaki bir çocuk annesi Hatun Sürücü zorla evlendirildiği kuzeninden boşanıp bir Almanla “Alman gibi yaşadığı” gerekçesiyle Berlin’de erkek kardeşi tarafından kurşunlanarak öldürülmüştü. O gün bugündür Arap ve Ortadoğu kökenli göçmen topluluklarında çok sayıda namus cinayeti kayda geçiyor.

        Kadın örgütleri cinayetleri Batılı yaşam tarzına bağlıyor ama bu kavram doğru gelmiyor. Esas olan kadınların eşit, özgür ve insan onuruna yakışır bir yaşam sürme isteği.

        AFGAN KADINLARI KAÇMIYOR, KAÇAMIYOR

        Bugün ABD’nin çekilmesiyle birlikte kentte ya da kırsalda Taliban’ın soluğunu ensesinde hisseden Afgan kadınlarının isteği de bu; eşit hak ve özgürlükler. Taliban cephesinden ilk açıklamalara göre iktidara tam hakim olduklarında kadınlar eğitim ve çalışma hakkına sahip olabilecek, burka yine mecburi ve yanlarında aileden bir erkek olmadan sokağa çıkmak yasak.

        REKLAM

        Aslında Talibanlı ya da Talibansız, insanca bir yaşam Afgan kadınlarının hayli zamandır çok uzağında. 1989’da Sovyet işgalinin sona ermesinin ardından kadınlar en temel anayasal haklarından mahrum bırakılarak dört duvar arasına hapsedildi. 1996’da Taliban’ın hakimiyeti ele geçirmesiyle başlayan esaret, eziyet ve sözde iffet suçlarında recm cezasına varan şiddet kadınları helak etti.

        ABD’nin 2001’deki müdahalesiyle kurulan sözde demokratik rejim de kadınların haklarını teslim etmedi. Gerçi ülkenin nispeten istikrara kavuşması ve sivil toplumun oluşumuyla kadınlar daha rahat nefes aldı.

        Onlarca yıldır süren savaşların ilk kurbanları kadınlar oldu ama azmettiler. Daha iyi bir gelecek umuduyla kız çocuklarının eğitimi ve demokratik haklar için mücadele ettiler; kadın aktivistler, eğitim-öğretim elemanları bu uğurda ABD ve NATO’nun yanında yer alıp birlikte çalıştılar, ABD elçiliği için tercümanlık yaptılar, yardım programlarını organize ettiler. Ve şimdi her türlü koruma kalkanından yoksun ortada bırakıldılar. ABD medyasında bu yönde Biden yönetimi suçlayan eleştiriler var.

        Biden geçen 8 Temmuz’da yaptığı açıklamada, “ABD’nin Afganistan’daki bütün hedeflerine ulaştığını” söylüyordu. Dayanak noktası da Usame bin Ladin’in öldürülmesi ve Afganistan kaynaklı terörün sona erdirilmiş olmasıydı. Oysa aradan geçen 20 yılın sonunda Taliban yine hızla mevzi kazanarak Kabil kapılarına dayandı. Biden, Afganistan işgaline meşruiyet kazandırmak için öne sürülen gerekçelerden birinin kadın haklarını koruma sözü olduğunu unutmuş görünüyordu.

        Kadın haklarına ilişkin taahhüde bağlı kalmak bir yana, ABD geçen yılki Doha anlaşmasıyla Taliban saldırılarına ve olası iktidarına geçit verdi. Taliban Doha’daki görüşmelere kadın örgütlerinin doğrudan katılmasını da kabul etmemiş, ABD’li yetkililerin aracılığıyla dolaylı diyalog yürütülmüştü.

        ABD, kendi hesabına çalışan 2 bin 500 Afgan arasından 200 kişilik ilk grubu özel vize çıkararak Virginia’ya götürdü. Bunlar aileleriyle birlikte Taliban tehlikesinden uzak yaşayacaklar. Ancak kalkınma için sivil topluma destek verenlerin sayısı 2 bin 500’den çok daha fazla.

        REKLAM

        Binlerce genç Afgan erkeğin Taliban’ın öç almasından korktuğu için tabanları yağladığı söyleniyor. Herkes soruyor ya, İran üzerinden akın akın gelenler arasında neden kadın ve çocuklar yok diye.

        Kadınların büyük çoğunluğu çocuklarıyla birlikte bu imkana sahip değil. Taliban ile hükümet güçlerinin çatışması arasında kaldılar, Kabil'deki kampa sığındılar. Son birkaç gün içinde en az 27 çocuk can verdi, 136'sı yaralandı.

        Ama bir de Taliban’la mücadeleye yeminli olduğu için, imkanı olduğu halde ülkeyi terk etmeyeceğini söyleyen gözü kara kadınlar var.

        TIME dergisinde Gayle Tzemach Lemmon imzalı yazıdan aktarıyorum: Afganistan’ın çehresini değiştirmek için katkıda bulunan kadınlar kendi kaderlerini tayin edecek. Ya ABD, Kanada veya İngiltere’ye gitmeyi tercih edecekler ya da Taliban’la savaşmak için ülkelerinde kalacaklar.

        Kalmayı ve Taliban’la savaşmayı seçenlerden biri Kamile Sıddıki. Ne Sovyet işgalinde, ne Afgan iç savaşında ne de Taliban rejiminde ülkesini terk etmiş. Tam tersine Kabil’de tepelerine roket yağarken okuluna devam etmiş. Çünkü babaları dokuz kızına birden ülkelerine bağlı iyi birer yurtsever olmalarını öğütlemiş. Taliban döneminde terziliğe başlamış, işi genişleterek genç kadınları istihdam etmiş. Şimdi de iş sahasında yüzlerce kadına eğitim ve danışmanlık vererek iyi bir gelecek için vatana hizmeti sürdürüyor.

        Nergis Nehan, kadın hakları ve barışın tesisi için çalışan bir sivil toplum örgütünün başında. Diyor ki; “Ben sesi olmayanların sesiyim, gitmek gibi bir lüksüm yok. Afganistan’da barışı sağlamak için kalmaktan başka çare yok. Durum ne kadar kötü olursa olsun mücadeleye devam edeceğiz. Taliban yeniden iktidara gelirse mi? Aramızdan kurbanlar vereceğiz. Çünkü mücadelenin acı gerçeği bu. Bizi terörize edebilirler, toplumun sesini susturmak için aramızdan bazılarını öldürebilirler. Ama kaç kadını öldürebilirler ki…”

        Diğer Yazılar