Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Nurtaç Canan’ın kanı yerde kaldı…

        Hayır, kan davasında öcü alınmadığı için değil.

        Ölmedi ama kanıyla yazdığı “Beni Ragıp vurdu” yerde kaldı. "Son bir hamle ile yere onun adını yazdım. İstedim ki kim vurduya gitmesin davam" demişti. Ama hamlesi yetmedi.

        İstanbul Zeytinburnu’nda, 23 yıl boyunca dayak ve psikolojik şiddetle işkence ettiği karısı Nurtaç Canan’ı beş kurşunla vuran Ragıp Canan,kasten yaralama” suçundan 8 yıl 10 ay hapis cezasına mahkum oldu.

        Beş kurşunla kasten yaralama! Mahkemedeki savunmasında şiddet düşkünü koca da “Korkutmak için vurdum, pişmanım. İstesem çatalla bile öldürebilirdim” demişti ya.

        Korkutmak için beş kurşun! Suçunun kasten öldürmeye teşebbüs olması için acaba kaç kurşun sıkması gerekiyordu?

        Ya da Nurtaç Canan’ın hüküm sonrası sorduğu haliyle: “O dışarı çıktıktan sonra beni kim koruyacak? Onun ağır bir ceza alması için benim ölmem mi gerekiyordu..?” Haklı, çünkü koca zaten 18 aydır yatıyordu, infazla 3-4 ay sonra çıkacak. Pişmanlıkla geçmişe sünger çekilecek – mi?

        Failin avukatı savunmada, “Müvekkilim eşine olan sevgisinden duygularına engel olamamıştır” demişti. Ya sevmeye devam ederse…

        REKLAM

        O pespaye iki klişeden biri. Ya faili, hani neredeyse yuvası dağılsın istemeyen mazlum gösterirsin ki, arkaik eril akla gayet iyi yatar. Neticede adam sever de döver de, kadın uysal davranmayı bileydi! Kol kırılır yen içinde kalır, maksat aile birliği korunsun. Ve daha nice terane.

        Veya artık itiraz edemeyecek durumda olan maktulü itibarsızlaştırır, hatta tehdit veya kışkırtmalarla cinayete sebep olmakla suçlarsın. Şule Çet, Pınar Gültekin, Ceren Damar, Azra Gülendam Haytaoğlu ve daha nice öldürülmüş kadının davalarında olduğu gibi.

        Katillerin, tahrik indirimine sebep olabilecek katletme bahanelerini, yetmedi onların ağzından cinayetlerin her detayını verip şiddetin pornografisini sergileyen medyanın rolünü de unutmadan. Asıl katillerin adını yazmak gerektiğini de unutmadan.

        Muğla’da Cemal Metin Avcı’nın katlettiği üniversite öğrencisi Pınar Gültekin’in annesi Şefika Gültekin geçen 1 Kasım’daki duruşmada “İstanbul Sözleşmesi yaşatır. Geri getirilmesi için dilekçe vereceğim” diyordu.

        Peki ne oldu? Fail tarafı, annenin duruşmadaki öfkesini saldırgan bulup şikayetçi oldu. Mahkeme de ardından suç duyurusunda bulundu.

        Ha bir de şu olur; Danıştay’ın yürütmeyi durdurma talebine ret silsilesine bir yenisi daha eklenir.

        Artık İstanbul Sözleşmesi yok ama pişkinlik, arsızlık ve cüret var. Zorbalara cesaret veren iklim kadınları savaş meydanının ortasında silahsız, savunmasız bıraktı. Kadınların artık literatürde “femisid” diye anılan bir cins kırımla karşı karşıya olduğu Başak Cengiz cinayetiyle resmileşti.

        Hiç tanımadığı Başak Cengiz’i sırf kadın olduğu ve kendini koruyamayacağını varsaydığı için katleden Can Göktuğ Boz’un ailesi akıl sağlığı yerinde değil diye akıl hastanesine sevk talebinde bulundu. Savcı reddetti ama izleyecek ve davanın nereye vardığını göreceğiz.

        REKLAM

        Savcılık Ragıp Canan için de kasten öldürmeye teşebbüsten 39 yıl hapis cezası istemişti. Fakat dava kurtuluşuyla sonuçlandı.

        Katil erkeklere cezasızlık, şiddete başvuran erkeği öldüren kadına ise ağır cezalar var. Kendisine şiddet uygulayan ve fuhşa sürükleyen kocası Hasan Karabulut’u öldüren Çilem Doğan 15 yıllık cezası onandığı için yeniden hapse giriyor. Ölümden kurtulan Çilem’in dediği gibi “Sekiz yaşındaki bir kız çocuğunu da mahkum ettiler…”

        Pandeminin ağır yükü de en fazla kadının sırtına bindi, toplumsal cinsiyet eşitsizliği derinleşti. Kadınlar daha fazla şiddet, taciz ve ayrımcılığa maruz kalarak daha fazla iş kaybına uğradı ve daha çok yoksullaştı.

        SÖZLEŞME YOK, YA 6284 SAYILI YASA?

        “Beni kim koruyacak” diye soran Nurtaç Canan’a cevap verecek biri var mı? Onun yaşam hakkını kollayacak bir yasal düzen ve yasaya itaatle koruma önlemlerini alacak bir otorite?

        Yarın, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde kadınlar meydanlarda olacak ve "İstanbul Sözleşmesi yaşatır" sesi yine yükselecek.

        Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden 1 Temmuz 2021 itibariyle resmen çıktık. Sözleşme “toplumsal cinsiyet eşitliği” alerjisine kurban gitti. Sözde muhafazakar bazı kafalara göre güya cinsiyetsiz bir toplum algısının yerleştirilmesi amaçlanıyordu, aile kurumu filan ortadan kalkacaktı.

        Oysa evrensel düzeyde kadına şiddeti önlemeye ve kadının insan hakkına dair “altın standart” diye tanımlanan İstanbul Sözleşmesi’nin lokomotif gücüydü Türkiye. Tam on yıl önce bugün, 24 Kasım 2011’de sözleşmeyi parlamentosunda onaylayan ilk ülke olmuştu.

        REKLAM

        Cumhurbaşkanı Erdoğan daha geçenlerde İspanya Başbakanı Sanchez’le ortak açıklaması sırasında bir soru üzerine “İstanbul Sözleşmesini gündemimizden tamamen çıkardık. Kadın bizde en kutsal varlıktır. İstanbul Sözleşmesi ile atılacak adımları zaten normal yasalarımızla uyguluyoruz. O zaman gerek yok dedik ve kaldırdık” dedi.

        İyi de yasa uygulanıyor mu? Kadına şiddetin önlenmesine dair 6284 sayılı yasanın amacı ilk maddede şöyle tarif ediliyor: “Şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması.”

        Fakat yasayla ilgili açık ve yakın bir tehlike mevcut.

        Gerçi “toplumsal cinsiyet eşitliği” gibi bir zararlıyı (!) barındırmıyor ama 20 Mart 2021 günü İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararını duyup da bayram edenler “Şimdi sırada 6284 sayılı yasanın değişmesi ve süresiz nafakanın kaldırılması var” diyerek yeni sipariş listesini uzatıvermişti. Çünkü “kadının beyanı esastır” ilkesiyle zorbaları ev içinden uzaklaştırma hükümlerini içeriyor yasa.

        Bir yargı paketinden 6284’ü “cinsiyetsizleştiren bir reform” çıkacağına dair çok kuvvetli şüpheler var.

        TBMM’de kabul edilen 4. Yargı Paketi’nin içerdiği, çocuğun cinsel istismarında tutuklama için somut delil şartı getirilmesi gibi tehlikeli bir reform!

        Diğer Yazılar