Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ben vakti zamanında dört abla evlendirdim. Bu ne demek biliyor musunuz?

        Dört kına gecesi gördüm demek.

        Kına geceleri şimdi bu Instagramlar'da izlediğiniz, gördüğünüz kına geceleri gibi olmaz.

        Öyle tahta çıkıp, lüks otellerin salonlarında “Burdayız”, “Selfie çekiyoruz”, “Bak burdayız”, “Şimdi de burdayız”, “Dur burdan da bir poz verelim”, “Hadi şimdi buradan”, “Kınayı damat bastı” dediğimiz bir şey değil.

        Kına gecesi tam da hakkını verdiğimiz “Yüksek yüksek tepelere kız vermesinler”i söylediğimiz duygulu, çocuk bakmaktan helak olmuş, evden dışarıya çıkamamış, saçını mahalle kuaföründe bile boyatmaya vakit bulamadığı için dipleri gelmiş ablaların gelip hakkını vererek göbek attığı, çerez yediği hatta “Dur çocuklara götüreceğim” diyerek çantasına yedeklediği, ellere hiç telefonun alınmadığı, kınaların yakıldığı, dans etmekten ter atıldığı, kız evine ya da bulunan en büyük eve doluşulduğu bir etkinliktir.

        Gelin kızın en yakın arkadaşlarının köşelerde toplaşıp sürekli fısır fısır damadı çekiştirdiği bir olaydır.

        GELELENKLERİ KORUMAK GEREK

        Siz şimdi “Ooo Esin sen kaçıncı yüzyılda kaldın” diyeceksiniz ama.

        Kusura bakmayın kına dediğin has ve has Türk kınası adabı ile öyle yani olur.

        Kına yakmaktan bahsediyorsak eğer “Yüksek yüksek tepeleri” söyleyip duygulanmak, ağlamaktan, yüreğinin sıkışmasından bahsedeceksek budur.

        Biraz da ritüelleri gelenekleri koruyarak hareket etmek gerek.

        Bunları yapmadığımız için bugün bu noktalardayız.

        Sevgisiz, kültürsüz, sevimsiz, hoyrat, önüne gelen herkese her şeyi söylediği saçma sapan bir yerlerdeyiz…

        Tamam isteyen istediği gibi gönlüne göre yapsın ama kına yakmak özel bir olaydır.

        Gelinin en özel olayıdır.

        Şimdi gelin kına yakıyor. Klasik sosyal medya albümünde ahaliye sunuluyor. Ahali de eline çekirdeği alır gibi klavyeyi alıp didiklemeye başlıyor.

        Ama ne didikleme.

        Gelin daha gelinliğini giymeden yerden yere vurulmaya başlanıyor.

        Mahallenin dedikoducu ablaları sabah başlardı bunlar o saniye maşallah. Saydırmadık laf bırakmıyor.

        Demem odur ki geldiğimiz noktada elimizde olan gelenek ve göreneklerimizi tamamen yok ediyoruz.

        Az biraz bunlara sahip mi çıksak.

        Taht maht bizim ayarlarımızı, duygularımızı bozduğu gibi dilimizdeki ayarları da tamamen yok ediyor.

        ***

        "Kadınların kırıldığı geline makyaj yapamam"

        Bitmeyen kına gecesi muhabbeti sonrasında İdil ve Mert Fırat inşallah çok da abartılı olmayan bir şekilde, sade bir düğünle 8

        Eylül’de Alaçatı'da nikah masasına otururlar.

        Tabii kendileri bilir ama, hani Alaçatı’ya taht maht götürmeye kalkmasınlar diye dedim.

        Yani dokusuna aykırı.

        O anlamda..

        Neyse ikilinin evlilikleri malum başkalarını uzun zamandır geriyor. Yani ahali mutsuz.

        Neden çünkü Mert Fırat, Hande Doğandemir ile iki yıllık beraberlik sonrasında onunla evlenmeyip bir anda İdil Fırat ile nikah masasına oturmaya karar verdi de ondan.

        Bunlardan biri de makyöz Rıfat Yüzüak.

        İdil Fırat’tan gelen “Makyajımı yapar mısın?” teklifini “O gün doluyum” diyerek kibarca reddetmiş.

        Yani eşe dosta “Laf aramızda gitmek istemedim” demiş.

        Neden mi?

        Çünkü Rıfat Yüzüak “O kadar kadın üzülürken gitmezdim zaten” diyerek yakın arkadaşlarına durumu anlatmış.

        Rıfat’ı severim.

        Keşke profesyonellik yapsaydı.

        İşi varsa, doluysa bilemem ama işi olmayıp “İşim var” dediyse ayıp etmiş.

        Sonuçta uzun süredir makyaj yaptığı Ebru Gündeş’i ya da diğer birçok ünlüyü herkes seviyor ya da yaptıklarını onaylıyor mu?

        Böyle bir durum mu var yani. Birileri mutsuz olacak diye. İnsanlar işlerini mi yapmıyor, ya da yapmayacak.

        Ha bu durumdan sen mutsuz oluyorsundur. Birilerini sen sevmiyorsundur o yüzden gitmiyorsun anlarım.

        Ama “Kadınlar çok mutsuz gitmezdim zaten” demek hoş değil; Rıfat’a pek yakışmamış. Ki kimseye yakışmaz.

        Ve tabii bir de sonuçta bu aşk, ilişki bambaşka bir olay. İnsanlar yeri geliyor yıllarca aynı yastığa baş koyduğu kişilerden ayrılıp hiç ummadıkları insanlarla hayatlarını birleştiriyor.

        Buna bizler karar veremeyiz. Ya da birileri mutsuz diye insanlar istemedikleri insanlarla mı hayatlarını sürdürecekler.

        Tamam Mert Fırat iki sene Hande Doğandemir ile birlikte oldu ama demek ki onunla bir evlilik, bir yaşam kurmayı düşünmedi.

        Ya da düşünmediler.

        Bu bir tek bana mı garip gelmiyor bir kadın olarak anlamıyorum.

        Belki Hande Doğandemir de bu durumdan çok memnun ya da ilerde “Oh be” diyecek.

        Ne biliyoruz!

        ***

        Akıl hastanesinin önüne bırakıp dağılalım

        Çankırı’da çocuğunu aracın arkasında taşıyan baba sakin sakin anlatıyor. Yaptığının gayet normal bir şeymiş gibi üstelik diyor ki: “15-20 kilometre hızla yavaş yavaş 300-400 metre civarında gittim. Daha sonra çocuğumu indirdim. Çocuğum 30-35 kilo civarı geliyor. Bu bisikletlere binmeyi çok arzu ediyordu” diye anlatıyor.

        O anlatırken gözlerim yerinden fırlıyor.

        Yüreğim daha da daralıyor.

        Ve yine birinin adına utanıyorum.

        Benim tavsiyem şudur ki; bu kendini baba zanneden ama babalıktan bir haber zavallıyı sessizce alıp akıl hastanesinin kapısının önüne bırakıp yine sessizce dağılalım.

        Ve uzun uzun düşünelim.

        Bir yerlerde çok büyük hatalar var ama nerede diye!

        Diğer Yazılar