Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Son zamanlarda çok fazla, "Neden artık 'Siz Uyurken' yazmıyorsun" sözleriyle karşılaşıyorum.

        Yeni nesil pek hatırlamaz ancak, bir neslin çok net hatırladığı "Siz Uyurken" saatler gece yarısını geçtikten sonra özellikle tuvalette ya da mekanlarda siz uyurken olan olayları kısa kısa yazar komik, tuhaf, değişik halleri anlatmaya çalışırdım. Hatta kitap dahi yazdım "Siz Uyurken" adında.

        Ancak uzun yıllardır yazmadım. Hatta çooook uzun zamandır yazmıyorum.

        Ki zaten pandemi nedeniyle neredeyse iki senedir gece kulüpleri kapalı. 1 Haziran'dan itibaren de gece yarısında kapanıyor mekanlar. Fakat pandeminin vermiş olduğu etki midir, insanların daraldıklarından mıdır, milletin bunalımda olmasından mıdır bilinmez kimse evine gitmek, uyumak istemiyor. Sokaklar kalabalık. Trafik yoğun. Hatta müzik sesi saatler 00:00'ı gösterdiğinde kapansa da kimse mekandan ayrılmak istemiyor. Ve mekanda kalmaya devam edenler, kendi masalarında telefondan müzik yapıp eğlenmeye çalışıyor. Durum bu olunca da kulağım, gözüm biraz "Siz Uyurken" hallerine dönmeye başladı.

        Geçen on günde aldığım "Siz Uyurken" notları şöyle; özleyenlere gelsin...

        -Kadın bir hışımla tuvalete giriyor. Girer girmez de bir kadın arkadaşını görüyor. İlk kurduğu cümle; "A saçların değişmiş oluyor." Daha "Nasılsın" demeden direkt saç mevzusuna giren arkadaşına o da direkt, "Bunalımdayım da o yüzden değişti. Çok belli oluyor mu?" olur.

        -Kadının biri tuvalette bas bas bağırarak telefonda konuşuyor. Diğer bir kadın yanına yaklaşıp, "Bana baksana. Konuşmana şahit oldum. Bırak o adamı. Arama bir daha" diyor. Diğer kız da, "O zaman benimle eğleneceksin bu gece" diyor.

        -Before Sunset tuvaletinde denize girmek yerine bikinisi üzerinde makyaj yapan kız, yanındaki arkadaşa "Ahmet'ten ayrıldım" diyor. Diğer yanında makyaj yapan kız, "Çok iyi yapmışsın Zaten beş para etmezdi" diyor.

        -Bir kadın ile bir çocuk tuvaletin önünde duvara dayanmış sohbet ediyor. Kadın, adamı çok ciddi dinliyor. Adam, "Biliyor musun buraya bir kadın ile geldim. Ama sonra bulamıyorum onu" diyor. Sadece o kısmı duyabildim. Tam oradan geçerken konuşuyorlardı.

        Derken anladım ki, "Siz uyurken" eski tadı vermiyor. Çünkü ben "Siz Uyurken" yazdığım dönemlerde daha çok mekan aktifti, gece kulüpleri açıktı. İnsanlar daha özgürdü. Ve millet birbirini gözlemlemek, süslenmek derdinde değil eğlenme derdindeydi.

        Dans, müzik, kahkahanın çok fazla olduğu yıllarda "Siz Uyurken"in de tadı ve keyfi daha fazlaydı.

        Şimdi ki, dönemde şöyle hissediyorum ki;

        -İnsanlar gergin.

        -Hatta çoğu insan eğlenmiyor.

        -Elinden telefonu bırakmıyor.

        -Sırf story çekmek, sosyal medyada fotoğraf paylaşmak, "Oradaydım" demek için mekanlara gidiyor.

        -Kimsenin ruh hali iyi değil.

        Ki bence bu önemlisi. Bir an önce bu ruh hallerinden çıkmak gerek.

        Ruh hali meselesi

        Ruh hali meselesi
        0:00 / 0:00

        Uzun zamandır da yazıyorum insanların "Ruh hali" meselesini. Gerçekten yemeğe, eğlenmeye çıkan insanların da ruh hali pek iyi değil. Yüzlerde "E geldik işte" durumu hakim!!!

        Ve çoğunluk, "Acaba yeniden kapanma olacak mı?", "Acaba yarın memlekette nasıl bir ruh halinde uyanacağız", "Acaba ben uyurken bir şey oldu mu?", "Bu paylaşımı yapmadan bir haberlere bakayım. Bir şey olduysa paylaşmayayım" tadında.

        Peki bu "Ruh hali" durumundan nasıl çıkacağız?

        Benim psikolog bir arkadaşım, geçen gün şöyle dedi; "O kadar çok insan başvuruyor ki, bize. Fakat inan Esin bizim durumumuz da çok iyi değil. Ruh halimiz çok ama çok kötü. Ne yapacağımızı bilmiyoruz."

        Ben de o arkadaşıma, "Bizler her türlü zorluğun üstesinden gelmeyi, düştüysek kalkmayı başarmış bir toplumuz. Bundan da çıkacağız. Daha da iyi olacağız. Sadece umudumuzu kaybetmemek, hayallerimizi yok etmemeye çalışmak" derken psikolog arkadaşıma akıl verirken buldum kendimi.

        Yapacak bir şey yok. Dik durmak, düştüysek kalkarız modunda olmak zorundayız.

        Başka çaremiz yok.

        Bu ülke bizim.

        Bu topraklar bizim.

        Bizler Atatürk'ün çocuklarıyız.

        Bizler Cumhuriyet kadınları ve insanlarıyız. Bu sebeptendir ki, dün 30 Ağustos Zafer Bayramı'nda bir kez daha gördüm ki, yaşanan onca kötülük ve çirkinlikten çıkıp en doğruyu bulacağız.

        Neden eski Alaçatı değil

        Neden eski Alaçatı değil
        0:00 / 0:00

        Ah bu Alaçatı mevzu!!! Ah bu "Eski" sözü. Bitmiyor, bitemiyor. Yıllardır bu soru ile karşılaşıyorum.

        Ve bu yaz da, her yazdan daha fazla bir şekilde, "Neden eski Alaçatı değil?" cümlesiyle karşılaştım. Ki ben de "Pardon da ne eskisi gibi ki!" yanıtını veriyorum.

        Evet hanımlar-beyler ne eskisi gibi ki Allah aşkına!! Artık şu düşünceden çıksanız mı?

        Şöyle ki, Alaçatı'nın "Bir zamanlardaki" halini özleyenler çok fazla farkındayım. Fakat düşünüp düşünüp nostalji yapıp vakit kaybetmeye gerek yok artık. Maalesef birçok şey eskisi gibi olmadığı gibi, Alaçatı da eski haline dönmeyecek.

        "Ve bundan sonra Alaçatı'da nasıl mutlu olabilirim?" diye düşünün derim.

        Yoksa güzelim tatil beldesine boşuna küsmüş olacaksınız.

        Bu yüzdendir ki, size üç beş tavsiye.

        Bodrum ya da Alaçatı gibi popüler yerlerde Temmuz-Ağustos ayları çok kalabalık oluyor. Aşırı hem de!

        Ve çok pahalı oluyor.

        Hatta istediğiniz servisi alamıyor, kalabalıklarda çoğu yerde rezil bile oluyorsunuz.

        Bu yüzdendir ki, tabii imkanınız varsa tatillerinizi 1 Eylül'den sonrasına ayarlayın derim.

        Ya da Haziran'da.

        Haziran ve Eylül ayları iki taraf da inanılmaz güzel oluyor. Hem mekanlar, hem oteller açık kalmaya devam ediyor, hem programlar sürüyor, hem de güneş-kum-deniz harika oluyor.

        Hem de o istemediğiniz insanlar, istemediğiniz müzik, istemediğiniz kalabalık da el ayak çekmiş oluyor. Kısa bir tavsiye...

        Ben ben ben

        Ben ben ben
        0:00 / 0:00

        Önceki gün kendimi eve kapattım.

        Ve izleyemediğim birçok yeni başlayan diziyi izledim. En başta da, Özge Özpirinçci ve Salih Bademci'nin başrollerini paylaştığı Blu Tv'deki "İlk ve Son"u izledim.

        Dizi her ilişkide yaşanan mükemmellik, sıradanlaşma ve bitiş dönemine odaklanıyor. Ki bayılıyorum bu tarz anlatımlara. Çünkü hayat zaten giriş-gelişme-sonuç değil midir?

        İlişkiler de tıpkı böyle.

        En güzel zamanlar.

        Heyecanı yitirme anları.

        Ve beklenen son...

        Özge ve Salih harika oynamış. Bayıldım.

        "İlk ve Son"dan alınacak çok mesaj var. Tabii alabilene.

        Ancak bir bölümü aşırı sevdim; Şu "Ben ben ben" olma hali.

        Diyor ki, Özge Özpirinçci'nin oynadığı Deniz karakteri bir bölümünde, "Babam seni arıyor çünkü vicdanını temizlemek istiyor. Çünkü 'ben ben ben' diyor. Annen beni istemiyor. Fakat madem evleniyorlar bari benim istediğim olsun istiyor. Yani 'ben ben ben' diyor. Abim babamla beni barıştırmak istiyor. Çünkü sonuçta 'ben barıştırdım' demek istiyor. Ve 'ben ben ben" diyor.

        Yıllardır yazıyorum. Şu bizim insanımızın "Ben ben ben" hali geçerse birçok şey geçecek. Çünkü bu "Ben ben ben" hali yanlışı yaptıran...

        Siz de izleyin derim...

        Ama verilen mesajları da alın.. Öyle boş boş izlemeyin.

        Biraz da kendinizi sorgulayın..

        Diğer Yazılar