Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Aşk, entrika, cinayet, ün, şöhret, para. Ne ararsan var Gucci Ailesi'nin.

        Peki ne yok?

        -Huzur yok.

        -Güven yok.

        -Mutluluk yok.

        -Sadakat yok.

        -Sahiplenme yok.

        Diğer her şey var.

        Ve bu da onların sonunu getiriyor. Marka yerli yerinde üstelik almış başını gidiyor. Fakat markada ailenin soyadını taşıyan bir kişinin bile söz hakkı yok.

        Önceki gün dünya devi Gucci'nin hayatını anlatan "House Of Gucci"yi izledim. Ve tüm bunları o filmde izledim. Çekimleri başladığı andan itibaren bu İtalyan ailenin hayatı didik didik merak konusu. Lady Gaga, Adam Driver, Al Pacino gibi isimlerin rol aldığı filmde mevzu 1972'de Gucci'nin kurucusu, torunu ve şirketin yöneticilerinden Maurizio Gucci'nin Patrizia Reggiani ile evlenmesi ile başlıyor. Bir kızları oluyor. Maurizio'nun babasının ölmesi ardından karısı Patrizia'nın manipülasyonları sonucunda amca Aldo Gucci'nin ve oğlunun saf dışı bırakılması ile hikaye bambaşka bir hal alıyor.

        Ve en sonunda da Patrizia, kendisinden boşanmak isteyen kocası Maurizio'yu ofisine girerken kiralık katil tutarak öldürtüyor. Patrizia'nın sosyetede medyum olarak tanınan arkadaşı aracılığı ile kiralık katil tutmasının anlaşılması ise iki yıl alıyor. Medyum, katiller ve Patrizia hapsi boyluyor.

        Hikaye derin karmaşık. Kimseye yar olmayan "Ölüm bizi ayırana kadar" dedirten marka ise hala dimdik ayakta.

        Bu arada Patrizia Reggiani hapishanede olduğu süreçte de kendisinden söz ettirmiş elbet. Ve kocasını öldürtmek için katil tutması sorulduğunda ise, "Gözlerim çok iyi görmüyordu. Iskalamak istemedim" diyerek pişman olmadığını ifade etmiş sık sık.

        18 yıl cezaevinde kalan Patrizia, bugün 72 yaşında ve kendisinden Gucci olarak bahsedilmesinin istiyor.

        Patrizia'yı canlandıran Lady Gaga performansını ben çok sevdim. Bu performansı ile Oscar'a adaylığı konuşuluyor. Ki yüksek ihtimalle de aday olacak.

        Lanet demişken

        Lanet demişken
        0:00 / 0:00

        Malumunuz dillerde hala Sibel Can'ın giydiği kırmızı elbise var. Daha doğrusu halk diliyle "Kapya biberi" andıran elbise. Daha, "Yakışmış" diyeni duymadım.

        Fakat sadece Sibel Can'a değil. "Kim giyse yakışmıyor kapya biberi tadında 70'lik elbise" deniyor.

        Bu Pazar günü sevgili Sonat Bahar bir yazı kaleme almış bu 70'lik kapya biber tadında Bottega Veneta kırmızı elbisesi için; "Tamam elbise Bottega Veneta. Şanı yürür giyenin... Ama bu elbise bildiğin lanetli! 2020 koleksiyonunda yer alan elbiseyi defilede taşıyan kız kör oldu, satın alıp kızının düğününde giyen kadın kocasını dünürüne kaptırdı, Kylie Jenner bu elbiseyi giyip poz vereyim derken bağırsak düğümlenmesi yaşadı, Bella Hadid'i bu elbiseyle gören hamile sandı.

        Yani Sibel Can da bu lanetin bir kurbanı... Ona bu elbiseyi giydirenler utansın! Sibel üzerindeki laneti kırsın" demiş.

        Siz inanır mısınız böyle lanetli elbiseye bilmem ama ben "Eh el insaf. Biraz göz var nizam var", "Eh ayna karşısında kendinize biraz bakın", "E biraz da her şey marka değil" demek istiyorum.

        Son yıllarda maalesef "Marka tutkunluğu" insanları çok yanlış yönlendiriyor.

        Ve hiç olmaması gerek.

        Hiç giyilmemesi gerek tadında yanlışa sürüklüyor.

        Ne gerek var oysa ki... Marka olsa ne olur, olmasa ne olur?

        Bu sadece marka tutkunluğu laneti olur benden söylemesi.

        Cuma-Cumartesi sahil hattından bildiriyorum

        Cuma-Cumartesi sahil hattından bildiriyorum
        0:00 / 0:00

        Daha önce de sayısız kez yazdım.

        Bu sahil hattına bir haller oldu hanımlar-beyler. Ben hayatımda böyle kilitlenen, ilerlemeyen bir trafik daha görmedim. Eskiden Temmuz-Ağustos aylarında olurdu sadece. Ve bazı mekanların önünde olurdu. Ama şimdi Beşiktaş-Bebek arası kilit.

        Taksi zaten yok o ayrı. Ama olsa da gelemiyor.

        Araba hiç gelemiyor.

        Sahil hattı tıklım tıklım. Adım ilerlemiyor.

        Siz siz olun Cuma-Cumartesi sahil hattına inmeyin. Gitmek istiyorsanız da yürüyün. Ya da zaten araba için saatlerce bekleyeceksiniz.

        Anlatıyorum; Cumartesi günü Mandarin Otel'de tam bir saat taksi bekledim.

        Gelen taksiye uçarcasına bindim. Ama trafik kilit.

        Normalde Kuruçeşme'den çıkıp, Ortaköy üzerinden yol alıp Beşiktaş'tan geçip, Akaretler'den çıkıp Nişantaşı'na gelmem en mantıklısı. Ancak o lokasyon imkansız. Kilitlenmiş.

        Taksici bey, "Ben bu yoldan gidemem. Ya Arnavutköy ya da Bebek üzerinden yukarıya çıkacağız. Oradan gideceğiz. Başka çare yok" dedi.

        E ne dersiniz!!! Kabul edeceksiniz başka çare yok.

        Öyle de yaptım.

        "Kuruçeşme ışıklardan yukarıya çıksaydınız" dediğinizi duyar gibiyim. O yokuş nasıl kilit ilerlemiyor. Yol aldık haliyle. Arnavutköy'den karakolun içerden sağdan Etiler'e doğru çıkmak için 45 dakika zaman harcadık. Şükür çıktık. Ihlamur üzerinden Nişantaşı.

        Yani bir saat taksi bekle. Bir saat yol al. İki saatte Kuruçeşme'den Nişantaşı'na ulaştım. Saatler bu arada 02.00 falan yanlış olmasın. Öyle iş çıkış saati de değil.

        Yani diyeceğim odur ki, İstanbul bizi artık taşımıyor. İstemiyor da... Benden söylemesi. Eğlenmek değil, sıradan sakin bir yemek sonrası bile eve dönmek büyük çile...

        Diğer Yazılar