Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        20 gündür yurtdışındaydım. Söylemiştim zaten.

        Memleket hasreti ile döndüm.

        Türkiye dışında stres yok, kavga yok, gürültü yok ama galiba biz buna alışmışız.

        Stressiz, kavgasız, gürültüsüz, eysiz, heysiz memleketler bizi açmıyor.

        Neyse, döndük ve tabii her Türk gibi özlediğimiz şeyler arasında kebap da var.

        Kebap varsa, şarbon da var.

        En yakın dostum kebapçısı olunca aradım, “Ali’cim kebap çeker canımız ama şarbon marbon ev ahalisi hafiften ürküyor”

        “Ne şarbonu abi. Bizimkisi kuzudan. Üstelik de yerli et. Şarbon yok, olsa olsa ocaktan bulaşmış karbon olur”

        Akşam da Teke Tek’te konuğum Türkiye’nin bu alandaki en önemli üç ismi.

        Onlara sordum haliyle bu şarbon meselesi nedir, tehlikeli midir diye!

        Yanıtlar şöyle:

        1- Türkiye’de her yıl 150 kadar şarbon vakası görülür. Özellikle İç Anadolu’da. Şu anda bu sayının üzerinde bir durum yok.

        2- Hastanelerde şarbon teşhisi ile yatan 20 kadar hasta var tespit edilen. Ancak bunların tamamı deri şarbonu denilen türden. Yani tehlikeli değil. Vaktinde tespit edilir ve tedavi uygulanırsa ölümcül değil.

        3- Şarbonun üç türü var:

        Deriden temasla bulaşan deri şarbonu. Virüs uzun süre hayatta kalabiliyor ve temasla bulaşabiliyor. ABD’de bir müzisyene çaldığı davulun derisinden bulaşmış. Her yıl Türkiye’de görülen bir hastalık. Tedavisi uzun ama mümkün.

        Et yemekle bulaşan bağırsak şarbonu. Daha tehlikeli ama virüsü çok dayanaklı değil. Genelde mide asitleri tarafından yok ediliyor. Pek azı bağırsağa kadar ilerleyip şarbona neden olabiliyor. Tedavi edilebilir.

        En tehlikeli tür ise solunum yoluyla bulaşabilen şarbon sporları. Genelde biyolojik saldırılarda kullanılan bir tür. Çok ölümcül ve çok kolay yayılabiliyor. Ancak Türkiye’de görülmüş değil.

        4- Şarbondan korkmaya gerek yok. Et iyi pişirildiği anda şarbon virüsü ölüyor ve zarar veremiyor. Ancak az pişmiş etlerin iç kısmında kalabiliyor.

        5- Şarbondan korkuyorsanız, şimdilik yememeniz gereken tek şey çiğköfte. Çünkü pişmemiş ette hayatiyetini sürdürüyor. Ve bulaşıyor. Etsiz çiğköfte yiyebilirsiniz.

        6- Şansa bakın ki, Sağlık Bakan yardımcısı yıllarını şarbonla mücadeleye vermiş bir hekim ve bu konuda Türkiye’deki en tecrübeli isim.

        Yani paniklemeye gerek yok ama şarbonlu ithal etlerin Türkiye’ye nasıl girdiğini soruşturmaya gerek var.

        * * *

        İbrahimoviç’i bilir misin Sevilay

        Sevilay Yılman hanımefendi şiddetle itiraz etmiş.

        İtiraz edeceğine şiddetli düşünüp yazdığını bir daha okusaymış iyi edermiş.

        O konuda haklıyım ve tartışmam.

        Bir kadına cinsel göndermeler veya hayat tarzı üzerinden eleştiri yapamazsınız. Cinsiyetçiliktir. Ayıptır.

        Malatyalılara hakaret edildiği iddiasına gelince.

        Dünya’da kendine en aşık, en megaloman, en narsist kişi kimdir diye soracak olursanız, futbolcu Zlatan İbrahimoviç zannederim ilk beşe girer.

        Peki Didem Soydan’ın söylediği “Bir kızı Malatya’dan çıkarabilirsiniz ama Malatya’yı kızın içinden çıkaramazsınız” sözünün telif hakkı kime aittir biliyor musunuz?

        İşte o kendine ayık, megaloman Zlatan İbrahimoviç’e.

        İbrahimoviç yıllar önce kendisine yönelik eleştiriler karşısında şöyle demişti:

        “ You can take a kid out of Rosengard but you can never take Rosengard out of that kid”

        Yani Türçe meali şu:

        “Bir çocuğu Rosengard’dan çıkarabilirsiniz ama o çocuğun içinden Rosengard’ı asla çıkaramazsınız”

        İbrahimoviç bu sözü kendisi ile ilgili bir belgeselde, Malmö’de bir köprünün üzerinde söylemişti.

        Rosengard ise İbrahimoviç’in doğduğu yerdi ve Malmö’de Bosnalı, Oraklı, Afgan göçmenlerin oturduğu bir kenar mahellenin adıydı.

        Peki İbrahimoviç bu sözü kendine ve Rosangardlılara hakaret etmek için mi söylemişti?

        Tabii Sevilay Yılman muhtemelen bu yazdıklarımı ilk defa duyuyor olacak.

        Ayıp değil.

        Herkes her şeyi bilecek diye bir şey yok.

        Ama önemli olan herkes her şeyi bilmediğini bilecek.

        * * *

        Bir telefonluk canı olan duvar

        Türkiye’de en muhalif, bugünkü iktidara en eleştirel yaklaşan, bunu en büyük cesaretle söyleyen, en tavizsiz sanatçı kim diye sorsanız, siyaseti ve medyayı takip eden herkesin ilk söyleyeceği isin muhtemelen “Fazıl Say” olacaktı.

        O yüzden de konserleri engellenmiş, iş yapması imkansız hale getirilmiş sanatına saygı duyanlar tu kaka ilan edilmiş bir noktadaydı Fasıl Say.

        Ne zaman kadar?

        Sevgili annesini kaybettiği güne kadar.

        O gün şöyle bir şey oldu biliyorsunuz.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fazıl Say’ı aradı, başsağlığı diledi, bir kaç güzel cümle etti.

        Sonra ne oldu?

        Fazıl Say’ın tavrı değişti.

        Daha anlayışlı, daha az eleştirel, daha anlamaya çalışır bir kişiliğe dönüştü.

        Muhalefetinden ödün vermeyecek belki ama daha bir anlama gayreti içinde ve daha bir kucaklayıcı olacak belli ki!

        Diğer yandan Fazıl Say’a saydıran mahalleden de Say’a yönelik olumlu cümleler anında gelmeye başladı.

        Neymiş o zaman!

        Bizim çok sert, çok kalın ve çok yüksek ve çok yıkılmaz zannettiğimiz “Mahallelerarası duvarın” bir telefonluk canı varmış.

        Bu kadar basit., bu kadar kolay yıkılan bir duvarmış bu.

        Ama tabii önemli olan o telefonu kimin kaldırdığı, kimin açtığı.

        Bu duvarları bu kadar kolay yıkabilme gücüne sahip birinin o duvarları yıkacak kişi olması lazım.

        * * *

        Yerli para iyi de

        Ticaret yaptığımız ülkelerle dolar dışında bir para birimi ile alışveriş yapma fikri iyi fikir.

        Hiç bir itirazım olamaz.

        ABD’nin de değil, FED’in bağımlısı olmaktan kurtaracak bir durum.

        Keşke bu yönde uluslararası bir kararlılık gelişse.

        Trump sayesinde gelişme ihtimali de var ancak zayıf.

        Türkiye bu konuda çok aktif.

        Özellikle bölgesel partnerleri ile ve yeni yakınlaştığı Dünya ile.

        Ancak ortada bir sorun var.

        Bu ülkeler ile yani Rusya ve Çin ile ticarette aleyhimize olan bir ticaret dengesizliği var.

        Alışverişlerimizde Rusya ile 1’e 6, Çin ile daha büyük bir fark söz konusu.

        Diyelim ki, Rusya’dan 117 milyar TL’lik ithalat yaptık.

        2 milyar Rublelik de ihracat.

        Arada 9 milyar Rublelik ya da yaklaşık 90 milyar TL’lik bir fark olacak.

        Bu fark hangi para biriminden ödenecek!

        O rubleyi hangi piyasadan, hangi para birimi ile temin edeceğiz!

        * * *

        Honda meselesi

        Pazar günü Honda Civic ile ilgili bir sürüş izlenimleri yazısı yazdım.

        Bir önceki Honda’yı beğenmemiştim ama bunu beğendim.

        Son bir kaç yılda Honda satın alıp mağdur olan okuyucular çok kızdı.

        “Sen bizim neler yaşadığımızı biliyor musun?” diye.

        Honda’larda C sütunun nedene belirsiz bir çökme olduğunu, firmanın bu çökmeden ötürü sorumluluk almaktan kaçtığını, tüketicileri çok ağır mağdur ettiğini hatta bu konuda doğru olmayan açıklamalar yaptığını biliyorum.

        Çünkü Türk medyasında bunu yazan galiba tek kişi ben oldum.

        Honda’nın bu ayıbı sürüyor ve sürecek gibi.

        İlgili bakanlık da tüketici mahkemeleri de tüketicilerin çığ gibi şikayetlerini duymazdan geliyor ve mesele kapatılıyor.

        Onun da farkındayım.

        Honda da süreçle ilgili olarak tatminkar bir açıklama yapmıyor ama bir üretim hatası olduğu çok açık gibi duruyor.

        Bu ayrı.

        Ama benim yeni Honda’yı bir otomobil olarak beğenmemle bunun bir ilgisi yok.

        Elma ile armudu karıştırmamak gerek.

        * * *

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Kendi bacağından asılanların sürüler değil koyunlar olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar