Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün Habertürk’ün iki yazarı, Yılman ile Ersoy, Taksim’de kutlama yapan Suriyelilerle ilgili görüşlerini karşılıklı olarak dile getirdiler.

        Daha doğrusu, Habertürk’ün editöryal kadrosu, bu iki görüşü birlikte okurlara sunarak çok güzel bir iş yaptı.

        Aynı konuyu ele alan bir başka yazar ise Sevgili Ersoy Dede oldu.

        Dede, Türkiye’deki Suriyelilere tepkiyi anlam veremediğini, “Olay mı çıkarmışlar, onu bunu taciz mi ettiler. Yüksek sesle eğlenmişler. Ne var bunda” dedi mealen.

        Dede’ye kısmen hak vermemek elde değil.

        Yılman’ın “Ürkmesine” de.

        Diyeceksiniz ki, “Sen de Nasreddin Hoca gibi herkese hak veriyorsun”

        Bunu diyenlere de hak verebilirim. Ama önce bir dinleyin.

        Benim şahsen Türkiye’nin Suriye’den gelenlere kapı açmasına itirazım yok.

        İtirazım olsa, kendimle çelişirim.

        Bu köşenin dikkatli okurları hatırlayacaktır belki, bundan 10 yıl kadar önce daha ortada mülteci sorunu falan yokken bu köşede bir öneri dile getirmiştim. O da şuydu:

        “Türkiye kendi coğrafyasında bir cazibe merkezi. Türki Cumhuriyetlerden, Ermenistan’dan, Gürcistan’dan çalışmak için, Irak’tan, Suriye’den buralarda iş yapmak için gelen ve Türkiye’nin cazibesine kapılan yüz binlerce insan var. Türkiye aynen ABD’nin yaptığı gibi her yıl bu ülkelerden belirli sayıda kişiye ABD’nin Green Card’ı benzeri bir ‘İkamet kartı’ verebilir. Diyelim ki bunun adı Beyaz veya Kırmızı Kart olsun. Birkaç yıl sonra da bunların Türkçe öğrenip, Türkiye’ye uyum sağlamayı başaranlarına, suça bulaşmayanlarına vatandaşlık verir. Bu Türkiye’yi çok önemli bir merkez haline getirebilir.”

        Bu yüzden de benim Türkiye’ye gelen Suriyelilere büyük bir itirazım olmaz.

        Her ne kadar geliş biçimlerindeki kontrolsüzlük, kayıt dışılık nedeniyle sorunlu bir durum ortaya çıkmış olsa da, artık olan oldu.

        Türkiye’deki Suriyelilerle ilgili beni rahatsız eden ise “Entegrasyon” meselesi.

        Gelsinler.

        Hoş gelmişler.

        Ama bilsinler ki, kendi ülkelerini buraya getirmediler.

        Türkiye’ye geldiler.

        Kendileri Türkiyelileşsinler.

        Ama burayı Suriyelileştirmeye kalkışmasınlar.

        Bu ülkeye uyum sağlamaya çalışsınlar.

        Bu ülkenin insanlarını kendilerine uydurmaya çalışmasınlar.

        Bu topraklar binlerce yıldır üst üste gelen farklı milletleri birpotada, ortak bir kültürde buluşturmuş topraklar.

        O potada erimeye hazır herkese hoş geldin demeliyiz.

        Burası Türkiye, Suriye değil.

        Gelenler de bunu anlamalı.

        VATANDAŞIN RAHATSIZLIĞI NE?

        Suriyeli göçmenlerle ilgili siyasi ya da felsefi yaklaşımları vatandaşa anlatmak kolay değil.

        Bu durumu hemen ırkçılık diye damgalamak da doğru değil.

        Kilis’ten, Bursa’ya, Urfa’dan İstanbul’un bazı bölgelerine kadar Suriyelilerin yoğunlaştığı bölgelerde vatandaşlarla sohbet ettiğim zaman, rahatsızlığın nedenleri “Ekonomik” olarak ortaya çıkıyor.

        Başlıca başlıklar şunlar:

        1. Hastaneye gittiğimiz zaman biz sıra almak, randevu almak ve katılım payı ödemek zorundayız. Suriyeliler geliyor gözümüzün içine baka baka bizim önümüze geçiyor, beş kuruş vermeden tedavi oluyorlar.

        2. Biz ilaç parası öderken, Suriyelilere ilaç da beleş.

        3. Çalıştığımız iş kolunda Suriyeliler işimizi elimizden aldılar. Daha ucuza çalışıyorlar. Vergi ve sigorta ödemeleri olmadığı için patronlar onları tercih ediyor.

        4. Tarım işçisiyim. Bizim aldığımız yevmiyenin yarısını, hatta üçte birine çalışıyorlar.

        5. Biz işyeri açmak için bir dünya bürokrasi ile uğraşıyoruz. Vergi ödüyoruz, peşin vergi ödüyoruz. Suriyeliler vergi ödemeden, doğru düzgün izin almadan, bürokrasiye takılmadan iş yeri açıyor, masrafları olmadığı için haksız rekabet yapıyorlar.

        6. Uyanık bazı esnaf işyerlerini Suriyelilerin üzerine göstererek vergi ödemiyor.

        Bu şikayetlerin hiçbirinde ırkçılık kokusu yok.

        Ama ekmek kokusu var.

        ***

        Enflasyonla mücadele köprüden geçememiş

        Dün yılbaşında aile büyükleriyle birlikte olmak için gittiğim Ayvalık’tan döndüm.

        Maalesef dönüş yolunda Osmangazi Köprüsü’nü kullandım.

        Yemin ediyorum, ayıptır, günahtır.

        Giderken yaklaşık 140 TL verdiğim köprü ve Bursa’ya kadar otoyol parası zaten yeterince acı vericiyken, dönüşte aynı yol ve köprü için 218 TL ödedim.

        Bu kadar pahalı bir köprü geçişi ve otoyol zannederim dünyanın hiçbir yerinde yok.

        Varsa da ben görmedim.

        Türkiye’de başka hiçbir şeye yapılmış böyle bir zam da yok.

        Enflasyonla mücadele, söz konusu bu yap işlet yollar ve köprüler olduğu zaman belli ki geçerli değil.

        Üstelik “Kazık” duble.

        Kullandığım araç, 20 santim daha uzun olduğu için, 2. Sınıf araç tarifesi uygulandı.

        Bu da dünyanın başka bir yerinde gördüğüm bir şey değil.

        Ve işin acı tarafı o yoldan geçsek de geçmesek de sanki geçmişiz gibi devlet bu “İnsafsız” fiyattan buraya garantili bir geçiş ücretini zaten ödüyor.

        Kendimi bu kadar “Keriz” hissettiğim başka bir olay hayatımda yaşamadım.

        ***

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Okumak kadar okuduğunu anlamanın da önemli olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar