Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir Kanal İstanbul’dur tutturmuşuz gidiyor.

        Allah biliyor ya, ilk söylendiği gün yapılacağına hiç inanmıyordum.

        Böyle uçuk projeler konuşulur ama uygulanmaz.

        Bana göre bu da uygulanmayacak bir proje olarak kalacaktı.

        Liderler, iktidarlar dev projelerle ”enler” tarihine geçmek isterler.

        Bu enler bazen olur, bazen olmaz, bazen de o ülkeye çok pahalıya mal olur.

        Ben AK Parti iktidarının “en büyük havalimanı” ile en hırsını tatmin ettiğini ve başka bir “en büyük”e ihtiyaç duymayacağını düşündüm hep.

        Ekrem İmamoğlu’nun katıldığı Teke Tek programında “Kanal İstanbul gibi gereksiz ve zararlı bir projeyi yaptırmayacağım” demesinden sonra proje yeniden canlandı ve iş anladığım kadarıyla inada bindi.

        Ben bu inatlaşmanın dışında kalacağım.

        Bilimsel veriler dışında bir fikrim olamaz bu konuda.

        Ama tartışılanlara ve tartışanlara baktıkça susmam da mümkün değil.

        İşin jeolojik, ekolojik, uluslararası dengeler gibi çok boyutlu konuları bir yana, tüm “cühela” hep bir ağızdan “Bu kanal sayesinde Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin elimizi kolumuzu bağlayan maddelerinden kurtulmuş olacağız” diyerek bu Kanal’ı da yerli ve milli paketinde bize yutturmak istiyorlar.

        Kendileri cahil ve akılsız oldukları için yutabilirler ama biz işin bu tarafını yutmayız.

        Öncelikle Montreux Boğazlar Sözleşmesi birinin elini kolunu bağlıyorsa o biz değiliz. Sözleşme tam aksine Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin elini kolunu çok daha fazla bağladığı gibi, sözleşme sayesinde Karadeniz çatışmasız bir deniz olarak 82 yıldır huzurlu bir deniz.

        Bu bir.

        İkincisi Montreux Boğazlar Sözleşmesi sadece İstanbul Boğazı ile ilgili değil. Adı üzerinde bu “Boğazlar” sözleşmesi. Yani hem Çanakkale hem İstanbul boğazları ile ilgili.

        Kanal yaparak Montreux’yü delme hayali kuranlar benden duymuş olmasınlar ama bu durumda bir de “Kanal Çanakkale” yapıp Saros Körfezi'nden, Marmara’ya bir kanal daha yapmak lazım.

        Yani tek kanal yetmez delmeye.

        Dahası Montreux’ye göre boğazlardan geçip Karadeniz’e açılma sınırlaması sadece savaş gemileri için var. İster boğazlardan geçsin, ister Kanal İstanbul’dan, isterse tepeden uçakla taşınsın Karadeniz’de bulunabilecek Karadeniz’e kıyısı olmayan ülke gemisi tonajı 30 bin tonu geçemiyor.

        Yani Kanal da açsan, su altı tüneli de yapsan, Karadeniz’de kıyısı olmayan ülkeler buraya kafalarına göre savaş gemisi sokamazlar.

        Bunun dışında Montreux Sözleşmesi Türkiye’ye önemli haklar veriyor.

        Savaş halindeysek savaştığımız ülkenin ticari gemilerine boğazları kapatabiliyoruz.

        Kendimizi tehdit altında hissedersek geçişlere sınırlama getirebiliyoruz.

        Barış zamanı ise tüm ticari gemiler zaten serbestçe sözleşme ile bedeli belirlenmiş bir şekilde, kılavuz alma mecburiyeti olmaksızın boğazlardan geçebiliyorlar.

        Türkiye’nin “Biz kanal açtık. Buradan değil oradan geçin” deme hakkı yok.

        Mesele sadece dünyaya sükse yapmak ise eğer…

        Ali Ağaoğlu, Rolls Royce’ları ve Simit Sarayı’nın patronu da Bentley’leri ve özel uçakları ile sükse yapıyordu hatırlarsanız.

        NOT: Abuk sabuk konuşanlara tavsiyem, Mektebi Sultani’den ağabeyim M. Deniz Vank’ın 20 yıl önce kaleme aldığı Boğazların Hukuki Rejimi ve Türk Boğazları adlı eserini okursanız, mevzuyu daha iyi anlarsınız.

        *

        Bırakın artık şu ikiyüzlülüğü

        Türkiye’nin en çok izlenen televizyonlarında, en çok izlenen dizilere imza atmakla övünen yapım şirketleri, senaristler ve en anlı şanlı oyuncular.

        “Sivil hayatta” duyarlılık bayrağını kimseye bırakmayanlar.

        Kadına karşı şiddet, töre cinayeti gibi konularda “sözde” bir duyarlılık içinde bayraktarlık yapanlar.

        Dizi diye çektiğiniz şeylerde hâlâ “bekaret” üzerinden namus, namus üzerinden cinayet, tecavüze uğramaktan intihar gibi ilkelliklere imza atıyorsunuz.

        Hâlâ kadın üzerinden yürüyorsunuz.

        Hâlâ bedeli kadına ödetiyorsunuz.

        Kadına bedel ödetmeyi normalleştiriyorsunuz.

        Dizide bunu yapmayı marifet sayıyor ama iki gün sonra bir kadının başına gelen her felakette sosyal medya üzerinden en duyarlı mesajları veriyorsunuz.

        Siz yapımcılar. Böyle bir senaryo önünüze geldiğinde senariste “Git şu ilkelliği kaldır bu hikayeden” diyemiyor musunuz?

        Siz senaristler bu rezilliği sizden yapımcı talep ettiyse “Kusura bakmayın ama ben böyle bir şeyi yazarsam çocuklarımın ve arkadaşlarımın yüzene bakamam” diyemiyor musunuz?

        Ve siz duyarlılık şampiyonu oyuncular.

        Bu ilkel satırlar tekst diye önünüze koyulduğunda “Ben bunu oynamam kardeşim” demektense sosyal medyada palavradan bir duyarlılık sergilemeyi daha mı kolay buluyorsunuz!

        Ayıp ediyorsunuz.

        Ayıp.

        *

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Her gün Celaleddin-i Rumi’den söz paylaşanlar Mevlana’nın yüzde biri kadar ahlaklı olabildiği zaman.

        Diğer Yazılar