Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İlker Başbuğ’un başı yine dertte.

        Eski Genelkurmay Başkanı bir dönem FETÖ kumpası nedeniyle hapse girmiş, yargılanmış ve müebbede mahkum olmuştu.

        FETÖ askeriyeden sonra siyaseti de topyekûn ele geçirmeye kalkışmasa Başbuğ ve meslektaşları muhtemelen hâlâ içerde olacaktı.

        Başbuğ hapisten çıktığı günden beri sürekli televizyon programlarında konuşuyor, anlatıyor.

        Anlattıklarında gerçek payı çok büyük olsa da eski silah arkadaşları paşaya kızgın ve küskünler.

        Ergenekon davasının başında tavır almamakla, silahlı kuvvetler mensuplarına sahip çıkmamakla suçluyorlar Başbuğ’u.

        Askerlerin kızgınlığı haklı gibi görünse de Başbuğ o günlerde ne yapabilirdi bilemiyorum.

        Kendisini takan olur muydu, yoksa Ergenekon mağdurlarına vereceği destek başını daha hızlı mı belaya sokardı tahmin etmek güç!

        Neyse, sonuç olarak bugün İlker Başbuğ konuşuyor ve konuştukça da kızdırıyor.

        Bu kez AK Parti yönetimi kendisine öfkelendi.

        Çünkü TBMM’nin bir dönemini suçladı ve FETÖ ile bağlantılı olduklarını ima etti.

        Ve şimdi o dönem vekil olan AK Partililer kendisini dava etmeye hazırlanıyorlar.

        Ben eski Genelkurmay Başkanı’nın bu durumu öngöremeyecek kadar stratejiden yoksun olabileceğini düşünmüyorum.

        Bence bunu bilerek söyledi.

        Bu davaların açılmasını istiyor.

        Çünkü FETÖ’nün siyasi ayağının araştırılması için TBMM’de verilen tüm önergeler AK Parti-MHP barajına çarpıp geri dönüyor.

        Ama şimdi dava açılır ise Başbuğ mahkemeden o dönemin araştırılmasını talep edecek.

        Mahkeme de adil yargılama hakkına saygı gösterecekse, bir bilirkişi görevlendirecek.

        Bu bilirkişi de o dönemin Meclis’ini araştıracak.

        Ben İlker Başbuğ’un bunu istediğini, bunun stratejik bir hamle olduğunu zannediyorum.

        Yok eğer değilse…

        Vah genelkurmayımıza.

        *

        Rekor büyüme ve rekor kırım

        Esas Holding’in ya da Holding’in bilinen yüzü Ali Sabancı’nın Pegasus Havayolları’nı satın aldığı günü hatırlıyorum.

        Üstünden 16 yıl geçmiş ama dün gibi.

        Ali Bey’in en önemli sloganı “Güvenlik, güvenlik, güvenlik”ti.

        2010 yılında verdiği bir röportajda da “Güvenli uçuş isteyen yolcular Pegasus’u tercih edecek” diyordu.

        Peki nasıl oldu da güvenliği en öne aldığını iddia eden bir şirket, birbirinin çok benzeri üç kaza kırım ile karşı karşıya kaldı.

        Kabahat havalimanlarında mı, yoksa Pegasus’ta mı?

        Pegasus, Türkiye’de THY’den sonraki 2. büyük havayolu operatörü.

        İç hatlarda pazar payı yüzde 30 civarında.

        Dış hatlarda ise yüzde 11.

        Ve acaba Pegasus hormonlu büyüme kurbanı mı?

        Bunu anlamak için geriye doğru bakmak lazım.

        Esas Holding 2004 yılında Pegasus’u Mehmet Emin Karamehmet’in Enternasyonal Turizm’inden satın aldı.

        O sırada tarifeli seferi olmayan bir charter havayolu olan Pegasus’un 15 uçağı vardı ve bu satın alma için Esas Holding’in ödediği para 10.2 milyon avro ya da 12.2 milyon dolar idi.

        Geçen 14 yıl içinde Pegasus filosunu 5.4 kat büyüterek 81 uçağa çıkardı.

        12.2 milyon dolara alınan şirketin bugünkü değeri ise 1.2 milyar dolar.

        Filo 5.4 kat büyürken şirket değeri 100 katına çıkmış.

        Bir karşılaştırma yapmak gerekirse:

        2004 yılında THY’nin uçak sayısı 59 iken bugün 354.

        THY’nin uçak sayısı 6 kat artmış.

        2004 yılında THY’nin piyasa değeri 1.1 milyar dolarken bugün 3.4 milyar dolara çıkmış.

        Uçak adedi 5 kat artanın şirket değeri 100 katına çıkarken, uçak adedi 6 kat artan muazzam marka yatırımı yapan şirketin değeri ise 3 kat artabilmiş.

        Ortada müthiş bir mali başarı olduğu aşikar.

        Ama aynı kazanın basmakalıp tekrarı!

        İşte orası biraz garip!

        *

        Pist

        Sabiha Gökçen Havalimanı’nın pistinin iyi durumda olmadığı uzun zamandır bilinen bir gerçek.

        Birkaç yıl önce Mehmet Y. Yılmaz ile birlikte Adana’ya giderken bu havalimanını kullanmıştık ve “Runway” denilen iniş-kalkış pistinde uçak sanki tarlada gibi hızlanınca açıkçası biraz korkmuştuk.

        60-70 tonluk uçağın ya lastiği patlayacak ya iniş takımları kırılacak diye düşünmüştük.

        Hatta o günlerde bunu da yazdım.

        Bu yazıya gelen açıklamalardan tek pistin tamiri için vakit olmadığını, gece yarıları tamirat yapıldığını öğrendik.

        2. pistin yapımı ise bir türlü ilerlemiyordu.

        Pistin sonunda karayolunun geçişi için yapılan tünel çatlamıştı ve bu yüzden pist yapılamıyordu.

        İşine gelince rekor sürede muazzam inşaatlar yapabilen Türkiye nedense Sabiha Gökçen’e 2. bir pisti yıllardır yapamadı.

        Önceki günkü kazada kulenin, pilotun bir dizi hatası var.

        Orası açık ve açıklandı zaten.

        Ama pistin de her an bir faciaya neden olabileceğini, havacılık yazarları Uğur Cebeci ve Güntay Şimşek epeydir söyleyip duruyorlar!

        Bir de oradan bir facia gelmesin!

        *

        Hafif yaralı

        Deprem sonrası yazdım, “Yahu ortaya çıkması muhtemel bir kayıp sayısı varken en başta kaybımız yok demeyin. Bilgisiz görünüyorsunuz, ilgisiz görünüyorsunuz” diye.

        Bu kez de aynı işi Ulaştırma ve Altyapı Bakanı yaptı.

        Kaza sonrası “Can kaybı ve ağır yaralımız yok” dedi.

        Bakan’ın bunu söylediği saatte, gazeteciler bile 3 kayıp olduğunu gayriresmi olarak biliyorlardı.

        Hele bir “Ağır yaralımız yok” cümlesi iyice acayip.

        Ne oldu, hafif yaralıları mı kaybettik!

        *

        Eee, o kadar da değil!

        Gazeteci arkadaşımız, Habertürk’ün Ankara Temsilcisi Bülent Aydemir’in başına dün bir iş kazası geldi.

        Sabah Habertürk TV’de Ebru Baki’nin programını izliyordum.

        Mutad ekipten Bülent Aydemir her zaman olduğu gibi ekranda, yüksek tondan Ankara gazetecilerinin genel “Biz biliriz” havası ile Ankara kulislerini ve duyumlarını aktarıyor.

        Konu çığ faciasına gelince, Bülent, bir Cumhurbaşkanı Danışmanı’nın çığ felaketine neden olduğu şeklinde anlaşılacak bir duyum aktardı.

        Her zamanki “Ben söylüyorsam doğrudur” üslubu ile, haberlerinin doğru çıkmasına alışmış bir gazeteci özgüveni ile.

        Duydum ve “Eyvah” dedim.

        Olayı yakından takip ediyordum ve bende böyle bir bilgi yoktu.

        Cumhurbaşkanlığı Danışmanı hanımefendinin ilk çığdan sonra arama kurtarma çalışmalarına yardım için oraya gittiğini ve ikinci çığa maruz kaldığı söylenmişti bana.

        Arama kurtarma ile ilgili bir uzmanlığı olmayan bir kişinin orada olmasının ne alemi vardı sorusu sorulabilirdi ama müsebbip görmek bambaşka bir şey, bir hata idi.

        30 yıllık dostum Muharrem Sarıkaya ile sık sık yaptığımız telefon görüşmesini yaparken dün sabah erken saatlerde “Muharremciğim Bülent’e söyle, verdiği bilgi büyük ihtimalle yanlış, sıkıntıya girebilir” dedim.

        Muharrem’in söylemesine bile gerek kalmadan Bülent Aydemir’in iddiası yalanlandı ve Bülent de anında çıkıp özür diledi.

        Hem de ne özür.

        Ciddi bir hataya, ciddi bir özür.

        Ardından Habertürk TV de özür diledi.

        Fakat öyle bir hava oluşturuldu ki, sanki Bülent özür dilememiş yanlış haberinde ısrar ediyor.

        Ve sanki Türkiye tarihinde, basın tarihinde ilk kez birisi yanlış bir haber vermiş.

        AK Parti konunun üzerinde tepiniyor.

        Hadi onları anlarım. Siyasettir.

        Yüzlerce hata yapmış ve asla özür dilememiş meslektaşlarımızda da aynı veryansın.

        Hele bir tanesi, neredeyse çığın düşmesine neden olan Bülent Aydemir’miş gibi bir hava içinde.

        Kendisinin bir baro başkanının ölümüne neden olduğu gibi Bülent’in de çığa neden olduğunu düşündürecek kadar gaddar bir saldırı içinde.

        Ayıptır ayıp.

        Her şeyin sorumluluğunu birilerine yüklemek elbette iyi bir duygu bazıları için.

        Ama o çığı Bülent düşürmedi.

        Sadece birkaç saat içinde düzelttiği bir yanlış haber verdi.

        O ölümlerin sorumlusu Cumhurbaşkanlığı Danışmanı hanımefendi değil, biliyoruz.

        Ama Bülent Aydemir de değil.

        Cılkını çıkarmayın!

        *

        Garip

        Her biri milyar dolar değerindeki havalimanlarımızda her biri birkaç yüz bin lira değerinde birkaç ambulans bile olmaması garip değil mi?

        *

        Hobi

        Kayak yapmak hobi sayılıyorsa, miting yapmak da hobi sayılabilir mi?

        *

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Hiç değilse seçimlerimizi adam gibi yaptığımız zaman.

        Diğer Yazılar