Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün Doğu Perinçek ilginç bir cümle kullandı.

        “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Saddam gibi tuzağa düşürmek istiyorlar” dedi.

        Bunun ne demek olduğunu herkes anlayabildi mi emin değilim.

        Anlamayanlar için geçmişi anlatıp hatırlatmakta fayda var.

        Kimi hatırlar, kimi hatırlamaz, kiminin de yaşı tutmaz.

        ABD’nin, İran devrimi ve Tahran’daki elçiliğinin işgali sonrası uzaklaştığı Ortadoğu coğrafyasına yeniden dönüşü 1991’deki 1. Körfez Savaşı ile oldu. 1. Körfez Savaşı dediğimiz, ABD’nin Kuveyt’i Irak İşgalinden kurtarmak üzere Irak’a saldırmasıydı.

        Baasçı bir tek adam rejimi olan Irak, 1991 yılında, bir gece aniden komşusu Kuveyt’i işgal etti.

        Kuveyt’in kendi doğal uzantısı olduğu, burada tarihsel haklara sahip olduğunu iddia ediyordu.

        Kuveytli zenginler ve şeyhler ülkeyi terk edip kaçtılar.

        Kuveyt talan edildi.

        Dünya bu işgale büyük tepki gösterdi.

        Ve ABD öncülüğünde 1. Körfez Savaşı başlatıldı.

        ABD tüm gücüyle vurdu. Saddam ordusu darmadağın oldu ve Kuveyt’ten arkasında bir enkaz bırakarak çekildi.

        Aslında isteseler Saddam’ı o gün indirebilirlerdi ama ABD Saddam’ı indirmemeyi tercih etti.

        Ama Saddam’dan korumak istediği Kürtler için Türkiye topraklarına Çekiç Güç’ü konuşlandırdı ve PKK’nın yükselişi de böyle başladı.

        Yıllar sonra ortaya çıkan ve Türkiye’de galiba ilk benim yayınladığım bir belgeye göre ise Saddam’ı Kuveyt’e saldırmaya yönelten değilse bile bu konuda cesaretlendiren ABD’nin ta kendisi idi.

        Dönemin Bağdat’taki ABD Büyükelçisi April Gillespie Saddam’a yazdığı bir mektupta “Arap ülkelerinin sınır anlaşmazlıklarını çözme biçiminin ABD’in karışmak istemediği bir konu olduğunu” açıkça belirtmişti.

        Saddam, Kuveyt’i işgal cesaretini bu mektuptan almıştı.

        Doğu Perinçek’in hatırlatmak istediği budur.

        Genelde kendisine pek katılmam ama bu kez haksız da değildir!

        ABD’nin gazına gelmek Ortadoğu’da iyi sonuçlar doğurmaz.

        NOT: Bu konularda geçmişte yazdığım bir iki yazının linki.

        UÇUK BİR KOMPLO TEORİSİ ABD'YE GÜVENİP POLİTİKA ÜRETENLER İÇİN

        *

        Perinçek o zaman ne diyordu

        Yukarıdaki yazıyı okudunuz.

        Doğu Perinçek’in uyarısını da anladık hep birlikte.

        Peki 1990 yılında yani Saddam Hüseyin, ABD’nin tuzağına düşüp Kuveyt’i işgal ettiği sırada Doğu Perinçek ne söylüyordu hatırlayanınız var mı?

        O yıllarda Doğu Perinçek, Sosyalist Partisi’nin yayın organında Saddam’ın Kuveyt işgalini “hararetle” destekliyor, Bismarck’ı örnek göstererek Alman Birliğini güç kullanarak gerçekleştirdiğini, bunun tarihsel olarak ileri bir adım olduğunu söylüyor ve Saddam’ın da Arap Birliğini aynen Bismarck gibi zor kullanarak gerçekleştireceğini iddia ediyordu.

        Perinçek’e göre Saddam’ın Kuveyt’i işgal ve ilhakı “ilerici ve devrimci” bir adımdı.

        Yani işin özü, o günlerde Doğu Perinçek de bunun ABD’nin bir tuzağı olduğunun farkında değildi.

        Tam aksine işgalin ve tuzağın destekleyicisiydi.

        *

        Yolumuz yine Emevi Camii

        Bir hafta içinde İdlib’de 13 şehit verdik.

        Vatan söz konusu olunca canlar verilir de, İdlib’de söz konusu olan ne?

        Geçen hafta sordum.

        Bir kez daha sormakta beis yok.

        Biz İdlib’de ne istiyoruz?

        Bildiğimiz kadarı ile Astana süreci denen görüşmeler silsilesi sırasında biz Rusya ve İran’la İdlib konusunda bir mutabakata vardık.

        Türkiye’ye yönelik yeni bir göç dalgası meydana gelmesin diye Rusya ve Suriye İdlib’e yönelik bir harekat yapmayacaktı.

        Buna karşılık Türkiye de oradaki terör örgütlerinin elinde bulunan ağır silahları bırakmasını sağlayacaktı.

        O günlerde aklı başında herkes “Bunu nasıl sağlarız ki?” diye soruyordu.

        Nitekim sağlayamadık. Sadece onu değil, Suriye açısından hayati öneme haiz M4 ve M5 karayollarında da güvenli geçişi sağlamadık.

        Rusya bu konuda Türkiye’yi birkaç kez uyardı ve anlaşmadaki sözünü yerine getirmesini istedi.

        Şimdi bölgede gözlem noktalarında bulunan ve buraya gidip gelen askerlerimiz tehdit altında ve 8 şehidimiz var.

        Türkiye’de ise savaş naraları atılıyor.

        “Şam’a gidelim” demeye başladık yeniden.

        Yakında “Emevi Camii’nde namaz kılalım” mottosu yeniden güncel olursa şaşırmayalım.

        İyi de geçen hafta sordum yine sorayım.

        Biz ne istiyoruz?

        Suriye’ye fethetmek mi?

        Rusya korumasındaki Esad’la savaşarak Suriye’yi almak ve Esad’ı devirip yerine başka birini iktidar yapmak mı?

        Suriye’yi bölmek mi?

        Suriye’yi bölmemek mi?

        İdlib’i teröristlerden temizlemek mi?

        Teröristleri İdlib’de bırakarak burada bir küçük terör devleti kurulmasını sağlamak mı?

        Yok eğer istediğimiz Suriye’nin normalleşmesi, İdlib’de teröristlerin sınırlarımızdan uzaklaşması ve Türkiye’deki mülteci benzeri 4 milyon kişiyi geri yollamak ise yapılacak iş basit.

        Oturup Rusya ve Suriye ile birlikte İdlib’i temizlemek. Sonra da ABD’nin güney sınırımızdaki oldubittisine karşı Suriye’nin toprak bütünlüğünü desteklemek.

        Ama galiba önce ne istediğimizi bilmemiz lazım.

        Birisi söylese de bilsek.

        Tabii bilen varsa!

        *

        Fibonacci

        İdlib’de 8 şehit verdikten sonra Putin’le görüşüldü.

        Bu kez 5 şehit verdik.

        Yine görüşülecekmiş.

        Demek ki bir daha sefere 3 şehit.

        Birkaç görüşme sonra şehit vermeyeceğiz inşallah.

        Başlıkla bunun ne alakası var diye soracak olanlara söyleyeceğim ise şu.

        Wikipedia açıldı. Açıp bakabilirsiniz.

        *

        Kuzu hesap verecek mi?

        Prof. Burhan Kuzu’nun İran asıllı bir uyuşturucu taciri ve cinayet zanlısının serbest bırakılması için milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı danışmanlığı makamını kullanarak yargıya baskı yaptığı artık ayan beyan ortada.

        En azından yargı mensuplarının ifadeleri bunu gösteriyor.

        Şimdi merak ettiğim şu: Burhan Kuzu AK Parti MKYK’dan çıkarılacak mı?

        Bu eski milletvekili hakkında bir soruşturma açılacak mı?

        TCK 277’de belirtilen yargıyı etkileme suçu açısından Burhan Kuzu yargı önüne çıkacak mı?

        Bu soruların yanıtlarını alamasak bile uygulama ile ne olup ne olmadığını göreceğiz.

        Önce biraz bekleyelim bakalım!

        *

        Kilisenin dükkanları

        Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy bizim Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Barlas’ın da aralarında olduğu bir grup gazeteciyle Antakya’ya gitti.

        Oradaki sohbette Taksim’deki camii gündeme gelmiş.

        Yavuz da “Cami ortaya çıktı. Keşke çevresindeki büfeleri de kaldırıp hemen karşısındaki kilisenin de ortaya çıkması sağlansa ve meydana şık bir görüntü verilse” diye fikrini söylemiş.

        Dün de bir yazar bunu ele almış.

        Aslında Taksim’deki Rum Ortodoks Kilisesi ya da tam adıyla Aya Triada (Kutsal üçlü-Teslis) Kilisesi’nin çevresindeki büfelerin kaldırılması konusunu Habertürk gazetesi yayın hayatına başladığı sırada, yani bundan 11 yıl kadar önce gündeme getirdik.

        Neo Barok mimarinin 19. yüzyıl sonunda yapılmış hoş bir örneği olan kilisenin meydanı güzelleştireceğini söyledik.

        Ancak bu fikre en soğuk bakan kilise yönetimi oldu.

        Çünkü kilisenin altında Taksim Meydanı’na bakan büfeler kiliseye ait ve kilisenin geliri buradan.

        Buna karşılık o sırada bizim önerimiz eş değer geliri sağlayacak dükkanların başka bir yerde kiliseye tahsisi ile bu sorunun çözülmesi idi.

        Ancak bu da mümkün olmadı.

        Anlayacağınız o dükkanlar zor kalkar.

        Kaldırmaya kalkarsanız uluslararası bir sorun olur!

        O BÜFELER DE TAŞINSA TAKSİM YAPILMALI AMA BÖYLE DEĞİL

        *

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Ekonomiyi kur ve faizden ibaret zannetmediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar