Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Corona ile mücadele konusunda oldukça iyi bir durumda olduğumuzu tahmin ediyorum.

        Bunu alınan önlemlere, yapılan hazırlıklara bakarak söylemiyorum.

        Çünkü bunlarla ilgili net bir bilgim yok.

        Lafları duyuyorum da, icraatla ilgili duyduklarım laflarla örtüşmüyor.

        Mesela PCR testleri 4 saatte yapılıyor deniyor ama günü gününe sonuç alana rastlamadım.

        Herkes bir gün sonra test sonucunu alabiliyor.

        Hızlı test kitleri denilen şeylerde ise yanılma payı söylenenin ya da beklenilenin üzerinde.

        Bu hata payı ile giderse muhtemelen 50 bin hızlı tanı kiti ile ancak 20 bin civarında teşhis koyulabilecek.

        Hastanelerde şimdiden epey bir kalabalık var.

        Bazı hastaneler corona pozitif hastalara özel hastane olsun önerileri pek karşılık bulmadı.

        Benim eski Atatürk Havalimanı corona hastanesi yapılsa ne iyi olur şeklindeki serzenişim de pek karşılık bulmadı.

        Ancak ben yine de bu hastalığa karşı hazırlıklarımızın ve mücadele gücümüzün tam olduğu kanaatindeyim.

        Niye derseniz söyleyeyim.

        En etkili yöntem olarak bilinen geniş kapsamlı bir sokağa çıkma yasağını ağzına alan yok.

        Her şey ertelenirken Kanal İstanbul projesi ile ilgili bazı altyapı ihaleleri dün sabahın erkeninde yapıldı. Muhtemelen Avrupa’dan gelecek corona virüsü aradaki kanalı geçemesin diye düşünüldü.

        Evde kal projesine destek olmak üzere, evi olmayanların da evde kalmasını temin etmeyi amaçladığını düşündüğüm konut kredileri ile ilgili düzenleme tamam.

        Anlayacağınız içim rahat.

        Çünkü başımızdakilerin içi rahat belli ki!

        *

        Lahana turşusu

        Şu anda corona salgınının en fazla etkili olmaya başladığı ülke ABD ve özellikle New York kenti gibi görünüyor.

        Ve ilginçtir.

        New York’tan İstanbul’a insan yağıyor.

        New York valisi her gün ekranda şahane konuşmalar yapıp, Trump’a verip veriştiriyor, oradan kaçanlar uçak uçak İstanbul’a taşınıyor.

        Gümrükten elini kolunu sallaya sallaya geçiyor ve “Ekmek Kuran çarpsın 14 gün evden çıkmayacağım” diye ülkeye giriyor.

        Ateistlere ise daha önce “İki güzüm önüme aksın” yemini ettirilirken, bunun etkili olmaması üzerine şimdi artık “Anam avradım olsun” yemini ettiriliyor.

        Bu Batı Yakasının Hikayesi.

        Doğu yakasında da durum farklı değil.

        Dün mesela İran’dan Türkiye’ye kaçak giren 55 kişinin içinde bulunduğu araç kaza yaptı. Yaralananlar hastanelere kaldırıldı.

        İçlerinde coronalı varsa göreceğiz.

        Memleketimize kazasız belasız kaçak giriş yapanların durumunu ise bilemeyeceğiz.

        İddia o ki, İran’ın salgından dolayı salıverdiği 80 bin mahkum da doğu sınırlarımızdan vatanımıza giriş yapmışlar.

        Anlamadığım şu:

        İtalya’da salgın başladığı anda seferleri durdurduk ve kontrollü alım yaptık.

        ABD’nin ayrıcalığı ne ki, uçuşlar sürüyor.Hoş THY New Yok uçuşlarını kesti ama gelenler giriyor!

        İran ise bambaşka mevzu.

        *

        Duada mahzur yok

        Dün camilerden coronaya karşı bazı dualar okunmuş.

        Ben duymadım ama bana gelen maillerden, sosyal medyadaki bazı paylaşımlardan öğrendim.

        Bazıları buna çok kızmış.

        “Nasıl böyle bir şey yapılır” diyorlar.

        Din işlerinin uzmanı falan değilim.

        Virüslerin dua ile değil bilimle alt edilebileceğini bilenlerdenim.

        Bunu bilmek için Ortaçağ’da yaşayıp, kilisenin veba karısındaki çaresizliğini yaşamış olmam gerekmiyor.

        Ancak böyle dualara da karşı değilim.

        Kimilerini rahatlatıyor ise moral veriyor ise çaresizlik hislerini mesnetsiz olarak da olsa yenmelerini sağlıyor ise camilerden yükselecek duaları dinlemelerinde bir mahzur bence.

        Kızılacak bir şey de yok.

        Yeter ki, sadece dua ile bu işin olacağını zannetmesinler.

        *

        Korkutucu ama korkunç değil

        Dün gece geç saatlerde Oxford Üniversitesi’nde yayınlanmış bir makaleyi okudum.

        Taze teze yazılmış.

        8 profesörün ortak çalışması. Benim makaleyi okumama neden olan imza ise “salgın teorisi” profesörü Sunetra Gupta’nınki.

        Dün okuduğum birkaç başka makale ile benzerlik gösteren yönleri olduğu için bir özetini ya da ana fikrini size aktarmakta bir sakınca görmedim.

        İngiltere ve İtalya örneklerini ayrı ayrı ele alan incelemeye göre corona virüsü İngiltere’ye ve Avrupa’ya tahmin edilenden daha önce gelmiş.

        İngiltere’ye ilk ölümlü vakadan 38 gün önce, İtalya’ya ise ilk tespit edilen vakadan 4 gün önce.

        İngiltere’de halkın yüzde 68’nin şu ana kadar bu virüsle tanıştığını iddia ediyor araştırma.

        İtalya’da ise yüzde 60’ının.

        Her iki ülkede de virüsle tanışan ve enfekte olan kişilerin yaklaşık %0,1’nin yani binde birinin tedavi gerektirecek düzeyde hasta olacağı öngörülüyor.

        Bu durumda İtalya’da yaklaşık 360 bin kişi hastanede veya evinde tedaviye ihtiyaç duyacak.

        İngiltere’de ise 380 bin kişinin coronadan etkilenerek tedaviye ihtiyaç duyacağı tahmin edilmiş.

        Bu sayılar elbette az değil ama herkesin coronadan perişan olmayacağını da gösteriyor.

        Nitekim bir yakınımın 70 yaşına bir yaş kalmış eşi 5 gün önce corona pozitif çıktı.

        Geçen Cumartesi günü ağır bir baş ağrısı ile başlayıp gece 38 dereceye kadar yükselen ateş Pazar günü de sürünce Pazartesi sabahı hastaneye gitti ve test yapıldı.

        Corona pozitif çıktı.

        Ateş düşürücü ilaç yazılarak eve yollandı.

        Çok ağır olmayan bir öksürük ve ateş dışında hiç başka bir sıkıntı yaşamadı. Ve dün gece itibarı ile ateşi de 37’ye geriledi ve düşme trendine girdi.

        Yani bu corona işi ciddi.

        *

        Profesör Doktor Mehmet Nietzsche

        Salgınlar ve aşılarla ilgili olarak Teke Tek Bilim’e de konuk olan Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’ı tanırım, bilirim saygı “Duyardım”.

        Sağlık Bakanlığı’nın Bilim Kurulu’nda da üye olan…

        “Dım” diyorum çünkü geçen akşam CNN ekranlarında ettiği lafa inanamadım.

        Prof. Ceyhan dedi ki, “Virüsleri Allah yarattı. İnsanlar ölsün besin yetsin diye”

        Prof. Ceyhan insanları dinden soğutmak, zaten bir süredir deizme kayan gençleri oradan da ateizme kaydırmak gibi bir amaç gütmüyorsa bu cümle biraz grip bir cümle.

        “Allah” ile başlayan ve Allah’ın gücünü kabul eden bir mantığı kabul etmek gerekirse o zaman ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor.

        Allah bizimle eğleniyor. Ancak biraz sorunlu bir biçimde.

        Önce insanı yaratıyor.

        Ananın karnında 9 ay büyütüyor, sonra dünyaya getiriyor. Yıllarca onun büyümesini, gelişmesini izliyor.

        Sonra da “Bunlar çok ürediler. Yarattığım kaynaklar yetmeyecek. Ben bunları öldüreyim biraz” diyerek dünyaya virüsleri yolluyor.

        Prof. Ceyhan’ın mantığına göre yeryüzü Allah’ın savaş oyunu alanı.

        Ve virüsle savaşan hekimler, bilim insanları aslında Allah’ın dünyadaki nüfus/kaynak orantısını sağlamak üzere yolladığı ordusuyla savaşıyorlar.

        Hadi onu geçtik.

        Bu virüse karşı insanların hayatını kurtarmak için kendi canları pahasına çalışan gencecik hemşireler, doktorlar bunun için canını verenler öbür tarafta Allah’ın karşısına çıkınca “Gençtim, iyilik yapmaya çalışıyordum, senin yarattığın kulları korumak için canımı verdim. Benden ne istedin. Ben masumdum” demeyecek mi?

        Tüm bunları düşününce Prof. Ceyhan’ın yaklaşımı Nietzsche’yi bile gölgede bırakacak oldukça iddialı bir Allah yaklaşımı.

        Felsefi olarak elbette tartışılabilir.

        Ama bugün bu şekilde değil sanki!

        *

        Bilimsel söylem

        Diyeceksiniz ki “O bir bilim adamı”.

        Evet Mehmet hocamız bir bilim insanı.

        O yüzden de vereceği örneğe Allah’ı bu şekilde karıştırması gereksizdi.

        Bir bilim insanı konuyu şöyle ele alırdı:

        “Muhtemeldir ki, bu doğanın kendini dengede tutma biçimi. Kaynakların yetersizleştiği dönemde bu tip virüsler ortaya çıkarak kaynak ve o kaynakları kullananlar arasında doğal bir denge oluşmasını sağlar. İnsanoğlu da bununla mücadele eder. İnsanın doğasında yaşamını şartlara göre uyarlama ve gerekirse kaynakları arttırma iddiası ve becerisi vardır. Zaten bunda başarısız olursa insan türü ister istemez ortadan kalkacaktır.”

        *

        Yeni hayat

        Sokağa çıkmama uygulamasına geçtiğimden bu yana hemen hemen 2 hafta oldu galiba.

        Sıkılıyor muyum?

        Hayır.

        Mesela yıllardır yapmadığım şeyle yapıyorum.

        Dolaplarımı karıştırıyorum.

        Önceki gün çocukluğumda yaptığım pul koleksiyonumu buldum mesela.

        O kadar uğraşmıştım ama hiçbir kıza göstermek nasip olmadı. (Ya da gerek kalmadı:))

        Çeşitli ceketlerin, pantolonların ceplerinde veya çekmecelerde kaybettiğimden emin olduğum pek çok şeyimi buldum.

        Çeşitli ülkelere ait bozuk paraları ülke ülke ayırıp, ayrı ayrı minik keseciklere koydum.

        Kurumuş ve yeniden açmasından umut kestiğim birkaç sap orkidenin tomurcuk vermesini sağladım.

        Buzdolabını boşaltıp temizledim.

        Ecza dolabındaki tarihi geçmiş tüm ilaçları ayırıp attım.

        Evin içinde pek de hareket edemediğim için, öğünleri azalttığımı söylemiştim.

        Konunun uzayacağını görünce, onu da yeniden ele aldım.

        Bir gün iki, bir gün 1,5 öğüne indirdim.

        15 günde 3,2 kilo verdim.

        Anlayacağınız halimden çok şikayetim yok.

        Sadece arkadaşlarımı özlüyorum.

        Son 15 gündür evden çıkmayıp rüştünü ispat edenlerle evde sosyalleşmeye başlamayı planlıyorum.

        *

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Her şeyi bilmediğimizi iş işten geçmeden anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar