Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Biliyorsunuz, bu TRT, satın aldığımız her radyo ve televizyon benzeri elektronik aletten “bandrol ücreti” adı altında bir pay alır. Az buz sanmayın. Milyar lirayı aşan bir gelirdir bu.

        Bu TRT, kullandığımız her watt elektrik için ödediğimiz paraya kendi adına bir pay ekler. Elektrik için ödediğimizi zannettiğimiz paranın yüzde 2’sini aslında TRT’ye veririz.

        Ve tüm bu paralarda Türkiye’nin en büyük tüketme çiftliği oluşturur.

        TRT’nin neredeyse Türkiye’deki tüm özel kanalların toplamına yakın bir geliri vardır.

        Üstüne üstlük bir de reklam geliri elde eder. Onun da büyük bölümü kamu reklamlarıdır.

        Yetmez, yıl sonunda zarar açıklar, bir de bütçeden bu zararı karşılamak için ekstradan para alır.

        Şu kadarını söyleyeyim, TRT’nin bütçesi İngilizlerin yayın kuruluşu BBC’nin üzerindedir.

        Peki büyük bir tüketim mekanizması haline gelmiş olan TRT bu kadar büyük gelirle ne yapar?

        Anlatayım, akılalmaz değil, akıl dışı maliyetlerde diziler ve programlar yaptırır.

        Özel televizyonların 1 liraya çektiği diziyi, TRT 2,5 liraya çektirir.

        Bu yolla büyük bir kaynağı birilerine aktarır.

        İktidarı destekleyen yapımcıları, iktidarı destekleyen oyuncuları ihya eder.

        Tabii bu kadar para harcanıp, onlarca dizi ya da program yaptırılınca bunların bazıları da haliyle tutar.

        Peki tutması ne işe yarar!

        Özel sektör yayıncılarının batmasına.

        REKLAM

        Çünkü TRT kimsede olmayan kaynaklarla hareket ettiği için ticari düşünmez.

        Önemli olan propaganda makinasını güçlü tutmaktır.

        Bu yüzden de müthiş bir gayrı ahlaki ticarete, bir haksız rekabete dönüşür iş. Çünkü TRT bir yandan da reklam toplar. Özellikle kamu reklamlarını, kamu ile iş yapan özel sektörün mecburen verdiği reklamları. Trilyonları.

        Piyasa koşullarında rekabet etmeye çalışan ve binlerce kişiye istihdam sağlayan özel radyo ve televizyonlar bu haksız rekabetin altında ezilirler. Binlerce medya çalışanı ya işinden olur ya da onurlu bir yaşama yetmeyecek maaşlara razı olmak zorunda kalır.

        Hele hele iktidar yanlısı bir medya ortamında çalışmıyorsa.

        Peki bunun bir çözümü var mıdır?

        Medeni ülkelerin büyük bölümünde kamu yayıncıları rating ölçümüne katılmazlar.

        Çünkü onların işi özel sektörle yarışmak değil, hizmet sunmaktır.

        Dahası mesela BBC örneğinde olduğu gibi kamu yayıncıları reklam almazlar.

        Çünkü zaten kamu kaynaklarından fonlandıkları için bir de reklam alarak haksız rekabetin parçası olmazlar.

        Türkiye’de de olması gereken budur.

        TRT ya elektrik payından ve bandrol gelirinden vazgeçmeli ya da ölçümden çıkıp reklam almayan bir kamu yayıncısına dönüşmelidir.

        Öldüren Adalet

        Öldüren Adalet
        0:00 / 0:00

        Ticari davasından ceza davasına, en basitinden en karmaşığına Türk Adaleti dediğimiz sistem bugüne kadar hiç bu kadar yerlerde sürünmemiş, hiç bu kadar insanların canını acıtır, vicdanları yaralar hale gelmemişti.

        Her birimiz çevremizde türlü hikaye duyuyoruz mutlaka Adalet’in katline ilişkin ama bazıları gerçekten çok ama çok üzücü.

        Son vaka Adana’dan.

        Sözleşmeli öğretmen (Böyle biri nasıl öğretmen olabiliyor o da ayrı mesele) Erdoğan Küpeli, Gülay Mübarek adlı 29 yaşındaki bir genç kadına tam anlamıyla musallat oluyor.

        Tehditler, hakaretler, tacizler.

        Genç kadın şikayetçi oluyor.

        Küpeli yakalanıyor, mahkemeye çıkarılıyor.

        Serbest bırakılıyor.

        Sonra görülüyor ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da hakaret etmiş sosyal medyasında.

        Bu kez tutuklanıp cezaevine konuyor.

        Çeşitli suçlardan toplam 8 yıl 3 ay hapse çarptırılıyor. Ancak cezasının onanması aşamasında her niyeyse tahliye ediliyor.

        Muhtemelen cezaevlerinde gazetecilere ya da siyasi suçlardan yatanlara yer açılsın diye.

        Tahliye edilen Küpeli bu kez bir başka kadına musallat oluyor.

        Bir markette çalışan Tuğba Keleş’e.

        Ve yüz bulamadığı için gidip Tuğba Keleş’i işyerinde vurup öldürüyor.

        Tuğba Keleş, hapiste olması gereken bir pislik dışarda dolaştığı için hayatını kaybediyor.

        REKLAM

        Gerçi hapiste olsa ne olacaktı ki!

        Bir yıl falan yatacak sonra da muhteşem infaz yasalarımız nedeniyle salıverilecekti.

        Ve biz de tüm bunlara “Adalet” diyecektik.

        Sonuçta bu memlekette Adalet olmadığını hepimiz biliyoruz.

        Neyse ki "Adli İlahi" diye bir şey var.

        İster inanın, ister inanmayın!

        Oh olsun ama

        Trump da korona oldu.

        Herkeste genel bir sevinç.

        “Oh olsun” yaklaşımı.

        Coronayı bu denli ciddiye almayan birinin hastalığa yakalanması tabii ki ibretlik.

        Hastalığı ağır geçirirse, belki aklına gelir diye düşünmeden edemiyor insan.

        Ancak Trump’a beddua ederken şunu da unutmayın: Trump şu veya bu nedenle başkan olamazsa Türkiye için pek de hayırlı olmaz.

        Türkiye ile tamamen kişisel tercihi nedeniyle nispeten makul bir ilişki yürüten Trump yerine Biden’ın seçilmesi halinde Türkiye’yi hiç de iyi günler beklemez bilesiniz.

        İlk olarak Trump tarafından dondurulan bazı hukuki süreçler yeniden başlar.

        Biden muhtemelen başta Bharara olmak üzere görevden alınan savcıları yeniden göreve getirir.

        Halkbank davası gibi Türkiye aleyhine çok vahim sonuçları olabilecek bazı davalar yeniden yürümeye başlar.

        Bölgesel sorunlardaABD’nin Türkiye karşıtı tavrıdaha sert hale gelir.

        Türkiye’nin yalnızlığı pekişir.

        Her ne kadar doların durumu ülkemiz açısından pek önemli olmasa da:)), ekonomimizin kötüye gidiş ivmesi katlanarak artar.

        Diyebilirsiniz ki, “Bunlar zaten eninde sonunda olacak, bari hemen olsun de ne yapacağımızı bilelim.”

        Ben buna katılmam.

        Trump seçilirse bir 4 yıldaha kazanabiliriz.

        Kendimize çekidüzen vermek için.

        Ne oldu bizim İsveçli?

        Bakan Koca’nın COVİD 19’la ilgili uyguladıkları kriterleri açıklamasından sonra sizin de aklınıza İsveç’ten devletin ambulans uçağıyla getirilen vatandaş gelmedi mi?

        İsveç de o kişiyi evde tedavi olabilir diye evine yollayınca Türkiye bu kişiyi özel uçakla alıp Türkiye’ye getirmişti.

        Sahi o hastamız şimdi nerede acaba?

        Yoksa İsveç'e geri mi döndü!

        Ne zaman adam oluruz?

        Vatan sevgimizi vatanın ebeveynlerine kadar götürmediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar