Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sezgin Baran Korkmaz meselesi baştan sona ilginç.

        Kendisini tanımam.

        Oturup konuşmuşluğum yoktur.

        Kendisi ile tek ilgim Mustafa Cengiz yönetimi tarafından Galatasaray Spor Kulübü’ne üye yapılmak istendiği zaman buna şiddetle itiraz etmemden ibaret.

        Bloomberg HT’deki Spor Saati programında da, kulüp içinde de bu duruma tepki gösterdim ve “Yapamazsınız” dedim.

        Mustafa Cengiz’in işi zannediyordum.

        Sonra bir de baktım ki, bu zatı muhteremi Galatasaray’a “prezente” eden kişi İnan Kıraç imiş.

        Hani bazılarının “Derin Galatasaray” zannettiği kişi.

        Eşref Hamamcıoğlu’nu Galatasaray’a Başkan adayı yapan İnan Kıraç.

        Kıraç Holding’deki ortağı Jan Nahum’la olan sorunlarını Sezgin Baran Korkmaz vasıtası ile çözmeye çalışıyormuş.

        Holding'e Korkmaz’ı ortak etmiş.

        Bu ortaklığı da S.B.K.’yı Galatasaray Kulübü'ne üye yaparak taçlandıracaktı herhalde.

        Sezgin Baran Korkmaz’ın başının belaya girmesi ile birlikte bu ortaklığın nasıl sona erdiği ve alacak verecek meselesinin nasıl çözüldüğü ile ilgili iddialar ise akıl alır gibi değil.

        Tüm bu iddialar gerçek dışı bile olsa, Türkiye’deki ilişkiler insanı çok şaşırtıyor.

        “Kimler kimlerle beraber” cümlesi bu memleketteki ilişkiler ağına çok oturuyor.

        Inside information

        Inside information
        0:00 / 0:00

        Birisi şöyle demiş, "Gençliğimizde pazar sabahları Hikmet Şimşek izlerdik. Şimdi Sedat Peker izliyoruz."

        Çok güldüm. Ama doğru.

        Bir ülkenin seviye kaybı bu olsa gerek.

        Sedat Peker açıklamaya devam ediyor, biz de duydukça başkaları adına utanmaya.

        Söylediklerinde yeni şeyler de var, muhalefetin yıllardır söyleyip dinletemediği eski bilgiler ya da söylentiler de.

        Peker’in bunları söylemesi hem daha çok ilgi çekiyor hem de Peker’in iktidarla ve sağ siyasetle geçmişe dayanan içli dışlı ilişkileri nedeniyle bir anlamda “inside information” yani içerden bilgi olarak inandırıcı oluyor.

        Mesela Doğan Grubu’nun satın alınması sırasında kamu bankalarından alınan bir milyar dolara yakın kredinin geri ödenip ödenmediği sorusu yıllardır sorulurdu.

        Yanıt alınamazdı.

        Demirören’in yıllar önce çocukları ile birlikte bir sel felaketinde hayatını kaybeden Esad Edin’in mirasçılarından üç kuruşa satın aldığı Kemer Golf and Country Club’daki golf sahalarının imara açılması ve orman içinde yeni konutlar yapmasına izin verilmesi ile bu arazilere değer kazandırılacağı ve borcun milyar dolarlık rant yaratılarak kapatılacağı iddiası hep vardı.

        Sedat Peker bu iddiayı bir kez daha dile getirdi.

        "Demirören kamuya borcunu ödüyor mu?"

        Bunlar bilinen ve konuşulan konulardı.

        Peker’le birlikte daha geniş kitlelere ulaştı.

        Sezgin Baran Korkmaz’la ilgili iddialar ise rezalet.

        Kesinlikle araştırılıp soruşturulması gereken işler.

        Ya iftiradır, kişiler aklanır.

        Ya doğrulanır, kişiler hesap verir.

        Ortada kalan böyle iddialar devleti çökertir.

        Hodri

        Hodri
        0:00 / 0:00

        Gelelim konunun beni yakından ilgilendiren tarafına.

        Peker’in ithamları arasında, Habertürk ekranlarından tanıdığınız Veyis Ateş’e yönelik olanlar da var.

        Ateş’in AK Parti’ye yakın bir gazeteci olduğu sır değil.

        Bunda bir suç da yok.

        Ancak sonrasındaki ithamlar çok çok kötü.

        Meslekle bağdaşmayan şeyler.

        Doğru mudur, değil midir bilemem!

        Doğru olmamasını umarım ve tercih ederim ama kimsenin ne kefiliyim ne velisi.

        Bu yüzden de aynı ekranı paylaştığım Veyis Ateş’ten beklentim bu vahim iddiaları net ve açık biçimde “yalanlaması".

        Hodri meydan demesi.

        Hatta meseleyi yargıya taşıması.

        Onun yerinde olsam öyle yapardım.

        Saat zevki kötü

        Saat zevki kötü
        0:00 / 0:00

        Sedat Peker’i izlerken gözüm bir yandan da saatlerine kayıyor.

        Yıllardan beri yıldızımın barışmadığı, Ali Sami Yen Stadı’nda stada Aziz Yıldırım ile birlikte giren adamlarının saldırısına uğradığım, tehditlerine maruz kaldığım bu vatandaşla saat zevklerimiz de uyuşmuyormuş meğer.

        Kolunda sürekli olarak benim hiç sevmediğim Franck Muller marka saatler görüyorum.

        İlk bölümlerde görebildiğim kadarıyla markanın 7-8 bin Franklık Cintree Curvex veya Vanguard saatlerini takıyordu.

        Son bölümde ise resmi fiyatı 17 bin Frank civarında olan altın bir Conquistador Cortez takmıştı.

        Ters orantı

        Ters orantı
        0:00 / 0:00

        Kültürü ile beni şaşırtanPeker’in bir söylemi bence başından beri çok yanlış.

        Gazetecilere yönelik olarak “Namusu maaşı kadar olan gazeteciler” diyor ya sürekli.

        Bu doğru söylem değil.

        Doğrusu “Namusları maaşları ile ters orantılı olan gazeteciler” olmalı.

        Çünkü o maaşınız arttıkça namusunuz azalıyor demek istiyor.

        Elbette yüksek maaş alıp onurunu koruyan ya da düşük maaş alıp onursuz olanlar da vardır her meslekte olduğu gibi.

        Ama Peker’in ima ettiği duruma benim söylediğim yaklaşım daha uygun.

        6 başlı sorun çözüldü tek başlı sorun çözülemiyor

        6 başlı sorun çözüldü tek başlı sorun çözülemiyor
        0:00 / 0:00

        Bayılıyorum bu sosyal medya ahmaklarına, sosyal medya cühelasına.

        Hala “Müsilajla ilgili program yapsana” diyorlar.

        Yahu haftalar önce yaptım, siz seyretmediyseniz ben ne yapayım diyorum anlamıyorlar.

        Anladığım kadarı ile düşük zekanın sosyal medya ile sentezi zekayı daha da aşağı çeken bir bileşim ortaya çıkarıyor.

        Her ne kadar konunun araştırılması iktidar koalisyonu tarafından TBMM’de reddedilmiş olsa da, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum konuya titizlikle eğildiklerini söyledi.

        Biz de buna da şükür dedik.

        Gördüğüm o ki, birtakım motopompalarla müsilaj oluşumlarını çekmeye çalışıyorlar.

        Komik bir yaklaşım.

        Bu sorunun böyle halledilemeyeceğini size söyleyeyim.

        Bakın arkadaşlar müsilaj da denilen bu deniz salyası ilk olarak Marmara’da görülmedi.

        Tarihte rapor edilen ilk deniz salyası oluşumu 1700’lerde, tam yılıyla 1729’da Adriyatik’te.

        Adriyatik’te bu sorun Marmara’dan çok önce başladı ve yayıldı.

        1980’lerden sonra bir felakete dönüştü.

        2000’lerde ise Adriyatik aynen Marmara gibi bitme noktasına geldi.

        Sonunda bu denize kıyısı olan 6 ülke oturdu anlaştı ve atık yönetim politikası belirlediler ve sıkı sıkıya uydular.

        Adriyatik’te sorun büyük ölçüde azaldı.

        6 ülke anlaştı ve sorunu çözme yoluna girdi biz ise tek ülke olarak kendi iç denizimizde bir atık politikası belirleyemiyoruz.

        Ve tam aksine Tuna’nın kirli suyunu Marmara’ya aktaracak bir kanal açarak sorunu büyütmeye çalışıyoruz.

        Kim bilir belki de TBMM’nin araştırma önergesini reddetmesinin arkasında da bu vardır.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Yıllar sonra anlaşılsa bile doğruyu yaptığımız zaman.

        Diğer Yazılar