Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Milleti dolandırıp yurt dışına kaçtığında “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta” olan Tosuncuk, yurt dışında fethedecek yer bulamamış olsa gerek ki, memlekete geri döndü.

        Brezilya’da Türk konsolosluğuna teslim olmak suretiyle geri döneceğini açıkladı.

        O kadar uyanık ki, geri dönüş biletini bile milletin üzerine yıktı.

        Şimdi herkes merak ediyor, “Niye teslim oldu, niye geri döndü” diye.

        Oysa ortada merak edilecek hiçbir şey yok.

        Eğer suçlu iseniz, eğer hırsızsanız sizin için Türkiye’den daha iyi hiçbir ülke yok.

        Güvenilir olmaktan çıkmış yargı sistemi, mali suçları suçtan, mali suç işleyenleri suçludan saymayan yasal düzenlemeleri, tüm bunlara rağmen kendi mahkum ettirmiş olanları içerde pek de uzun tutmayan infaz yasaları ve ortalama iki yılda bir çıkan aflarıyla bir suçlu için Türkiye’den daha iyi bir yer olabilir mi!

        Yurt dışında yakalanan ya da sıfırı tüketen her suçlu Türkiye’ye dönmek istemedi mi bugüne kadar!

        Tosuncuk da onlardan biri sonuçta.

        Ne de olsa kaçak yaşamak zor.

        Sürekli senden para koparmak isteyenler olacak, kaçak bir özgürlük masraflı bir.

        O da baktı çaldıkları hızla eriyor.

        Paranın bir kısmını bitirdi. Muhtemelen bir kısmını da sağlam bir yere park etti ve “En iyisi ben 'Cennet' ülkeme döneyim" dedi.

        Şimdi 4 gün sorgulanacakmış.

        Neyin sorgusu ise.

        Sonra da hakkında dava açılacak.

        Yargılanacak.

        Acayip bir ceza istenecek.

        Bunun çok daha azına mahkum olacak.

        Toplamda uzun görülen cezanın infazı aslında çok çok kısa olacak.

        Ve Tosuncuk dediğimiz “koyun çobanı” birkaç sene sonra aramıza katılacak.

        Herhalde bu girişimci ruhuyla edebiyle bir yere girip bizim gibi üç kuruş maaşa talim edecek hali yok.

        Ticarete, yatırımcılığa devam edecek.

        Yeni çiftlikler kuracak.

        Yeni koyunlar yetiştirecek.

        Aynı filmi tekrar tekrar seyredeceğiz.

        Türkiye’de bu hep böyle oldu.

        Banker Kastelli'de de, Jet Fadıl’da da. Daha onlarcasında da.

        Söylemedi demeyin, eğer yeterince büyük çalamamışsa, bakın pek yakında Thodex vurguncusu diğer tosun da arzı endam eder “Cennet” vatana.

        Siz “Yeni Türkiye” söylemlerine falan da inanmayın.

        En azından bu konuda Türkiye hep eski Türkiye’dir hatta beteridir.

        Bu gibiler için cennetten bile güzeldir.

        Bilmez olur mu!

        Bizden iyi bilir

        Bizden iyi bilir
        0:00 / 0:00

        Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa ülkelerinde aşının para karşılığı yapıldığını iddiasını sürdürüyor.

        Geçen hafta İngiliz hükümetinin aşıyı vatandaşlarına 100 pounda yaptığını söylüyordu.

        Bu hafta damping yaparak bunu 50 pounda düşürdü ama listeye kara Avrupası’nı ekledi, fiyatı da 100 euro olarak açıkladı.

        BBC ve bu ülkelerin sağlık kurumları “Hayır bizde aşı bedava. Para mara almıyoruz. Nerden çıkıyor tüm bunlar” diye bağırsalar da Erdoğan’ın “Para alıyorlar” ısrarı değişmiyor.

        Yunanistan gibi bazı ülkelerin aşı olmak istemeyen gençleri aşıya ikna etmek için aşı olanlara 150 euro yani 1550 TL “harçlık” verdiğini ise hiç söylemiyor.

        Peki Erdoğan bunları bilmiyor ve Avrupa’da aşıların parayla yapıldığına inanıyor olabilir mi!

        Hiç zannetmiyorum.

        Bilmemesi mümkün değil.

        Ama Erdoğan şunu biliyor.

        Ondan başkasına inanmayan, onun söylediklerinden başkasına itibar etmeyen bir kitlesi var.

        Paraya aşı yapılıyor iddiasını onlara söylüyor Erdoğan.

        Ve o kitle bunun böyle olmadığını ne duyuyor ne biliyor.

        Onların tek haber kaynağı Erdoğan.

        Başkasına kulak asmıyor.

        Duysa da inanmıyor.

        İnandırmaya kalkana da kızıyor.

        Bu nedenle o iddianın hedefi biz değiliz.

        Onlar.

        Tasarrufta emsal

        Tasarrufta emsal
        0:00 / 0:00

        Pazar pazar biraz gençliğime, hatta çocukluğuma döneyim, biraz o yıllardan söz edeyim istedim.

        Bu isteğimin nedeni, tasarruf genelgesi.

        Gençler için bu kavram pek bilinmeyen bir şey olabilir ama bizim çocukluk ve gençliğimizde tasarruf geleneği vardı.

        İsten zengin ol, isten fakir tasarruf etmek bir erdemdi.

        İster inanın ister inanmayın tasarruf şampiyonu o zaman da Türkiye’nin en zengin adamlarından biri olan “Vehbi Koç” idi.

        Tüm zenginliğine rağmen rahmetli Vehbi Bey israftan, bırakın israfı gereksiz gördüğü tek kuruşu harcamaktan kaçınırdı.

        İtibarı harcamada değil, yatırımda arardı.

        Asla lüks otomobile binmez, şirketlerinin ürettiği Anadol’la gezerdi.

        “Kendi ürettiğimize biz binmezsek başkalarını binmeye nasıl ikna ederiz” derdi.

        Ailesinin de lüks tüketiminden hoşlanmaz ve onlara kendini örnek yapardı.

        “Size gereksiz harcama yapmayın diyorum ama ben de harcamıyorum. Beni örnek alın” tavrını benimsemişti.

        Ele talkın verip, kendi salkım yutanlardan değildi.

        Gereksiz yanan tek bir lambaya bile tahammülü yoktu.

        Bir akşam grubun o dönemki tepe yöneticilerinden Erdoğan Karakoyunlu’nun odasında oturmuş Galatasaray konuşuyorduk.

        Kapı aralandı.

        Vehbi Bey başını uzattı içeri.

        Işığın yandığını görmüş, o saatte boş olması gereken odada ışık yandığı için söndürmeye gelmiş.

        O kadar dikkatli idi bu konularda.

        Kılık kıyafet harcamalarında bile çok dikkatli olduğu bilinirdi.

        Giyime gereksiz harcamaya kızar, “Çaputa harcanan paraya yazık” dediğini duyardık.

        Büyük yokluklardan kurulan bir Cumhuriyet'in kurucu ruhuydu belki de bu.

        Çünkü biz de ailemizde öyle gördük açıkçası.

        Ailenin en büyüğü dedem, her şeyin "yeterince" olanından yanaydı.

        Az olmalıydı, gerekli olmalıydı, kaliteli olmalıydı. Sonradan "minimalist" diye bilinen akımın öncüsü olabilirdi.

        Rahmetli babam da ona göre önemli olmayan taleplerimizi hep ertelerdi.

        Hep bir koşula bağlardı.

        Kitap dışında alınabilecek her şeyin bir zamanı vardı ona göre. Bir kabanımız varken ikincisi gereksizdi. Elbiseler ve ayakkabılar ise sezonluktu.

        Bisiklet istediğimiz zaman değil, kırıksız karne getirdiğimiz zaman alınabilirdi mesela.

        Ülkede ekonomik bunalım dönemleri olduğunda aile içinde kemer sıkma dönemi başlardı.

        Ve babam rahmetli bunu hep kendinden başlatırdı.

        Öncelikle kendi harcamalarını kısar, bize örnek olmaya çalışırdı.

        Sıkıntı dönemlerinde kendini har vurup harman savurup, çocuklarından, ailesinden kısan olmayı ayıp görürdü.

        Kısılacaksa kendinden başlardı.

        İyi babalığın, örnek babalığın böyle bir şey olduğunu ondan öğrendim.

        Ve bize ve kendine en büyük kısıntıları yaptığı dönemlerde bile hayır işlerinden tek kuruş bile kesmediğini ise ancak ölümünden sonra görebildim.

        Şimdi bakıyorum da, güzel zamanlarmış.

        Büyüklerin küçüklere sui misal değil, emsal olduğu zamanlarmış.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Makam kabalaştırmadığı zaman.

        Diğer Yazılar