Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Siyaset tarafı diyor ki, “THK’nın elinde kullanılabilecek uçak falan yok.”

        Aynı siyaset tarafının Türk Hava Kurumu’na atadığı kayyum ise “Uçaklarımız hangarda bekliyor. İhale şartnamesine sadece su kapasitesi değil, motor türü gibi farklı nedenlerle uymadıkları için o uçaklarla ihaleye giremedik. Bu yüzden bakımları yapılmadı. Ama bir bakımla kısa sürede uçabilir ve yangınlara müdahale edebilir hale gelirler.”

        Bakan Pakdemirli ise THK içinde siyasi motivasyonla hareket edenler olduğunu söylüyor.

        Bunu da AK Parti kitlesi “THK solcuların elinde. THK’da solcular büyük yolsuzluk yaptı. Bu yüzden kurum bu halde” olarak algılıyor.

        Peki gerçekten öyle mi!

        Lafla değil somut olaylara bakarak bunu anlamaya çalışalım.

        Türk Hava Kurumu 1925 yılında Atatürk’ün isteği ile kuruldu. O zamanki Adı “Türk Tayyare Cemiyeti” idi ve Türkiye’de sivil havacılığın geliştirilmesi amacıyla kurulmuştu.

        1935’te Türk Hava Kurumu adını aldı.

        Yıllar boyu gençlere havacılığı sevdirmek, havacılığın çeşitli alanlarında eğitim vermek, sivil pilot yetiştirmek için çalıştı.

        Benim gibi pek çok talebe, daha lise çağında iken kurumun Eskişehir’deki tesislerinde planör, paraşüt, uçuş eğitimi aldı.

        Türkiye’de özel üniversitelerin ve vakıf üniversitelerinin patlama yaptığı 2000’li yıllarda Türk Hava Kurumu da bir üniversite kurdu.

        REKLAM

        THK Üniversitesi 2011 yılında kuruldu ve öğretime başladı.

        Türk Hava Kurumu Üniversitesi’nin mütevelli heyet kararı ilk rektörü Prof. Ünsal Ban diye biriydi.

        Benim hayatımda gördüğüm en PR meraklısı, her yerde karşınıza çıkan ve sürekli olarak ilişki üzerinden iş yapmaya çalışan bir tipti.

        Göreve başladıktan kısa bir süre sonra maaşı ile gündeme geldi. 250 bin TL maaş aldığı iddialarına Ünsal Ban “Yalan, maaşım 110 bin TL" yanıtını verdi.

        O sıralarda Türkiye’deki ortalama rektör maaşının 5 katında fazla idi bu para.

        Ve sonra Prof. Ünsal Ban siyasete girmeye karar verdi.

        Milletvekili aday adayı oldu.

        Hangi partiden dersiniz?

        Tabii ki, iktidar partisinden.

        Yani anlayacağınız THK’nın “solcu” olduğu tamamen palavradır.

        THK Türkiye’dir.

        Utanç

        Utanç
        0:00 / 0:00

        Hisarönü'ndeki orman yangını nedeniyle burada teknelerinde tatil yapan bazı vatandaşlarımız körfez dışına doğru kaçıp, Simi Adası açıklarında takılmaya başlamışlar.

        Tabii eğlence, müzik tam gaz devam.

        O sırada Simi tarafından küçük bir Yunan Sahil Güvenlik botu bizimkilerin teknelerine doğru yaklaşmaya başlamış.

        Teknelerdeki vatandaşlarımız tedirgin olmuşlar.

        Birkaç dakika içinde Yunan botları bizim teknelerin yanına gelmişler.

        Bizimkiler yüksek sesli müzik veya karasuyu ihlali yüzünden ceza ödeyeceklerini zannederken Yunanlılar bizim teknelere şöyle seslenmiş.

        "Ormanlarınız yanarken buraya kaçıp müzik çalıp parti yapmak sizi utandırmıyor mu? Sizin ülkenizdeki yangınlar bizi üzerken, sizin keyif yaptığınızı görmek bizi utandırdı."

        Sonra da çekip gitmişler.

        Bu durumu gözlerimle görmedim.

        Ama dün bir kaptan aktardı.

        İftira mıdır?

        Bilemem.

        Ama yakışanıdır.

        Çakma solcu, hakiki ırkçı

        Çakma solcu, hakiki ırkçı
        0:00 / 0:00

        Konya’da iki aile arasındaki tartışma ve uzun süredir devam ettiği söylenen husumet bir katliamla sonuçlandı.

        Bir aileden 7 kişi öldürüldü.

        Sonrasında sosyal medya üzerinden bir rezillik başladı.

        Ve Türkiye’de rezilliğin sonunun olmadığı, ideolojinin bunun üzerinde hiçbir etkisi olmadığı görüldü.

        Ve Türkiye’de “sözde” insan hakları savunuculuğu yapan, “sözde” ırkçılık karşıtı duruş sergilediğini milleti inandırmaya çalışan, “sözde” entelektüel ne kadar ‘sözde” solcu yavşak var ise ortalığa döküldü.

        Özellikle sosyal medya üzerinden bu katliamın bir “Türk-Kürt çatışması” olduğuna inandırma çabasına girdiler.

        “Türkler, Kürt bir aileyi yok etti” yalanı yaydılar.

        Sonra da bunun üzerinden kendi tezlerini kanıtlamaya giriştiler.

        “Çünkü Türkiye’de bir süredir göçmen düşmanlığı pompalanıyordu, Suriyelilere ve Afganlara karşı bir hava oluşturuluyordu. Bu göçmen düşmanlığının sonucu olarak da Konya’da Kürt bir aile yok edilmişti.”

        Hayatında göçmenlerin gettolaştığı semtlere gitmemiş entel bar, Bodrum-Datça arası solcusu bu tipler için kendi abuk tezlerini kanıtlamaktan daha önemli bir şey yoktu.

        Bunun için de yalan dahi mubahtı.

        Bu yalanın sonucu Türkiye’de bir etnik çatışma ortamı olsa bile önemli değildi.

        Katliamdan sonra, “anlı şanlı” sol entellerin bu tavrını izledik sosyal medyada.

        Sonra olabilecek en inandırıcı şekilde iki aile arasındaki husumetin gerekçeleri belli olunca, olayın etnik bir boyutunun olmadığı çok açık bir şekilde ortaya çıktı.

        Bunların bazıları “buram buram ırkçı” sosyal medya paylaşımlarının bazılarını sildiler.

        Utandılar mı hiç zannetmiyorum.

        Türkiye böyle bir ülke ne yazık ki!

        Sağ veya sol fark etmiyor.

        Eğer radikal iseniz.

        Her yol mubah.

        Yalan dahil.

        İster sağdan söyle, ister soldan.

        Nasılsa büzükdeşlerin seni korur gerektiği anda.

        Bunu yok ederseniz, neyi satacaksınız

        Bunu yok ederseniz, neyi satacaksınız
        0:00 / 0:00

        İstanbul’un tanıtımı için çekilen filmle ilgili görüşlerimi soran Kültür ve Turizm Bakanlığı, görüşlerimi yazmamdan sonra bir tepki göstermedi.

        Madem öyle yüzlerine söylemek istediğim birkaç şeyi burada yazayım.

        İzlediyseniz, yurt dışında yayınlanmak üzere çekilen İstanbul tanıtım filmi son derece açık, sanat dolu, tütülü balerinlerin sokaklarda gezdiği, kalabalık olmayan, mülteci akınına uğramamış, “modern” bir kenti gösteriyor.

        Batılı bir yaşam tarzının, çağdaş yaşamın hüküm sürdüğü tipik bir seküler Avrupa kenti.

        Görüntülerde ne çarşaflı kadınlarımız var ne köprüden denize atlayan göçmen çocuklarımız ne de Boğaz sahiline yayılmış Araplarımız ne de parkları bahçeleri doldurmuş mangal yapan mültecilerimiz.

        Film Türkiye’yi anlatıyor ve tanıtıyor ve tanıtımda kullandığı en önemli “varlığımız” modernitemiz, Batılı yaşam tarzımız, laikliğimiz.

        Belli ki, Bakanlık için Türkiye’nin en önemli “asset”i bu.

        Türkiye’yi özellikle de İstanbul’u cazip yapan en önemli etken bu.

        Peki madem Türkiye’nin ve İstanbul’un cazibesinin buradan geldiğinin farkındasınız ve bunu bir tanıtım, bir reklam unsuru olarak kullanıyorsunuz.

        Bu yaşam tarzını neden sürekli olarak küçümsüyor, sürekli olarak baskılıyor, yavaş yavaş da olsa yok etmeye çalışıyorsunuz?

        Bu yaşam tarzını yok etmeyi başarırsanız tanıtım filmlerinde ne kullanmayı düşünüyorsunuz?

        Biraz aklınız var ise bunu korumaya çalışırsınız, yok etmeye değil.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Kesmeden önce hangi dalda oturduğumuza baktığımız zaman.

        Doğa kendini kurtarır siz otel yapmayın yeter

        Doğa kendini kurtarır siz otel yapmayın yeter
        0:00 / 0:00

        Orman yangınları sonrası duyarlı vatandaşlar bir ağaç dikme seferberliği başlattı.

        TEMA’nın aldığı bağışları Orman Genel Müdürlüğüne aktarıyor olmasının bağışlarını bu kurumun geçmiş güvenilirliğine güvenerek yapan vatandaşlarda bir güvensizlik yaratıyor olması bir yana, böyle bir ağaç dikme kampanyasına gerek var mı emin değilim.

        Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Ekoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi ve yangın ekoloğu Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu’na göre Akdeniz Bölgesi'ndeki ormanlarda yangın sonrası dikim yapmaya gerek yok çünkü bu ormanlar milyonlarca yıllık evrim sonucu yangına bir anlamda “dayanıklı” hale gelmiş.

        Tavşanoğlu'nun "dayanıklı" dediği şu:

        Yangın bu ormanları öldürmüyor.

        Yangından sonra hızlı sayılabilecek bir biçimde bu ormanlar, Kızılçam dahil kendini toparlayabiliyor.

        Prof. Tavşanoğlu’na göre yangından sonra ilk bakışta ölü zannedilen çalılar ve ağaçlar yangını canlı atlatan dokuları sayesinde kısa süre sonra yeniden sürgün verecek.

        Yangın sırasında toprağın üst tabakasında bulunan ve uyku halinde bulunan tohumlar artan sıcaklık ve duman sayesinde uyarılacak ve kışın yağışlar ile birlikte çimlenecek.

        İlk fideler 7-8 ay sonra yangın alanında görülmeye başlanacak.

        Milyonlarca yıllık evrim sonucu yangına alışık olan kızılçamlar, bazı kozalaklarını kapalı tutmayı öğrenmiştir.

        REKLAM

        Bu kozalaklar yangından sonra açılacak ve tohumlar yangın sonrası besin ve minerallerce zenginleşmiş toprağa ulaşıp, 1 yıl sonra genç fideler olarak belirecek.

        Prof. Çağatay Tavşanoğlu’na göre buraları temizleyip, sürmek ve yeni fideler ekmek yerine buraları kendi haline bırakmak, ormanın çok daha hızlı toparlanıp kendine gelmesini sağlayacak.

        Yani doğa kendini toparlayacak.

        Bizim yapmamız gereken tek şey var.

        O arazilere otel, motel, site, konut, tatil köyü yapılmasını, buraların imara açılmasını engellemek.

        Doğa kendini yangına karşı koruyor.

        Ama insana karşı korumaktan aciz.

        Milyonlarca yıl sonra belki ona karşı da evrimleşebilirdi.

        Ama bu gidişle zaten insanoğlu dünyada milyonlarca yıl varolamayacak.

        Diğer Yazılar