Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Son günlerin popüler ismi Eylem Emine Altunkaynak.

        İsim size bir şey ifade etmeyebilir.

        Onu daha çok Mercedes’iyle geldiği toplantılarda muhafazakar, başörtülü kadınlara verdiği “Kuantum Bilinçaltı Seminercisi” olarak biliyor olabilirsiniz.

        Tekamül sanatını anlatıyor, kuantum ile ayetleri bir araya getiriyormuş.

        Bu işten çok da para kazanıyormuş.

        Dün Ayşe Özyılmazel, Altunkaynak’la ilgili bir sosyal medya paylaşımı yapmış ve “Bu alanda eğitimi de yokmuş” diye yazmış.

        Ben de Ayşe’ye şöyle yazdım, “Ne eğitimi olacaktı? Caltech’de fizik eğitimi mi, Chicago Üniversitesi’nden Quantum Mekaniği doktorası mı?”

        Zaten böyle bir eğitimi olsa, yüzünde Binbir Gece Masalları'ndan fırlamış gibi duran bir peçe ile zengin sofralarını gezmez, ya Cern’de ya da Argonne Labs’de araştırma yapıyor olurdu.

        Tabii ki, eğitimi olmayacak.

        Anlamadığım bu kadıncağıza niye kızdıkları.

        Kendince bir yol tutturmuş gidiyor.

        Parasını aldığı enayiler dışında kimseye bir zararı yok.

        Çocukları taciz etmiyor, muska yazıp onu bunu badelemiyor.

        Quantumla ayetleri birleştirdiğini iddiaediyor.

        Yani kendisine birisi kızacaksa bu zırvalık nedeniyleancak Diyanet falan kızabilir.

        Bizi ilgilendiren bir durum yok ortada.

        Allah aşkına kadını dilinize doladınız ama bu kadının Metin Hara’dan ya da Aşkım Kapışmak’tan ne farkı var?

        Ortalıkta Davranış Bilimleri Uzmanı diye gezen Kapışmak’ın Marmara Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu diploması ile ya da Hara’nın fizyoterapistlik eğitimiyle bu işleri yapması normal de Altunkaynak’ın Quantumladığı ayetlerle keriz silkelemesi mi anormal!

        Hiçbir beslenme uzmanlığı eğitimi almadan sosyeteye diyet yaptıranlar bile bu arkadaşlardan daha vahim bir durum yaratıyorlar aslında.

        Ama onlara söz söyleyen yok niyeyse.

        Ne yapacaksınız bu vandallara bilmek hakkımız

        Ne yapacaksınız bu vandallara bilmek hakkımız
        0:00 / 0:00

        Hani başta Beyoğlu olmak üzere İstanbul’da olmayan ve Türkiye’nin hiçbir yerinde sorun yaratmayan Suriyeli göçmenler var ya.

        Onların dünkü karnesi şöyle:

        Bir grup Suriyeli sığınmacı Şanlıurfa’da Göç İdaresi Başkanlığı’nın camını çerçevesini indirdi, vandallar gibi kamu binasına saldırmış.

        Randevu ile gelmeleri gerekirken randevusuz gelmişler.

        Göç İdaresi çalışanları “Randevu alın” deyince kudurup saldırmışlar binaya ve çalışanlara.

        Emniyet güçleri zor engellemiş olayları.

        Bir başkası İstanbul’da, göçmen gettosu haline gelmeye başlayan bölgelerden biri olan Bağcılar’da yola bir sandalye atıp yolu kestiği yetmezmiş gibi, yoldan gelen geçene sataşmaya, laf atmaya başlamış.

        Kendisini uyaran bir vatandaşa eşinin yanında saldırıp, mahalleliye tehditler savurmuş.

        Bunlar basına yansıyanlar.

        Her tarafta böyle onlarca olay, her gün oluyor.

        Kiminde korkan vatandaşlarımız sesini çıkarmıyor.

        Bazıları ise böyle medyaya yansıyor.

        Peki ne oluyor!

        Ben size söyleyeyim.

        Hiçbir şey.

        Normalde “sığındıkları ülkede” dağdan gelip bağdakini kovmaya kalkışanlar, geldikleri dağa geri yollanır. Şimdi merak ediyorum.

        Şanlıurfa’da kamu binasına saldıranlar ne olacak!

        Suriye’ye geri yollanacak mı!

        Tabii ki, yollanmayacak.

        Ya da İstanbul’da ona buna saldıran “yaratık”a bir işlem yapılacak mı!

        Tabii ki, yapılmayacak.

        Aylar, yıllar önce yazdım.

        Emniyet güçleri, kendilerine verilen talimat gereği, Suriyeliler hakkında işlem bile yapmıyorlar.

        Olayları yatıştırıp, tepkileri dindirdikten sonra dosya bile açılmıyor.

        Olaylar örtbas ediliyor.

        Yeter ki Suriyeliler masum görülsün.

        Ülke bir barut fıçısına dönmüş kimsenin umuru değil.

        Bu göçmenlere karşı alınan tek önlem sınırlarda.

        Bunlar Avrupa’ya geçmesinler, bizim başımızda kalsınlar.

        Nasıl olsa Türkiye’nin göçmen politikası belli.

        Sorun yokmuş gibi davran, sorun saklanamaz hale gelmişse inkar et.

        Şimdi ilgililere, Türkiye’yi idare etmeye çalışanlara soruyorum.

        Artık çuvala sığdıramadığınız, Şanlıurfa’da kamu binasına saldırısının sorumlularını Suriye’ye geri postalayacak mısınız, yoksa kabahatler kanunu gereği üç kuruş ceza verip salacak mısınız!

        İstanbul’daki Suriyeli magandayı ülkesine geri yollayabilecek misiniz, yoksa vatandaşlık verdiğiniz için eliniz kolunuz bağlı mı olacak!

        Yoksa emrinizdeki kalemlere “Suriyeli yok, ülkemize sığınmış olan birkaç zavallı Suriyeliyi eleştirenler zaten faşist” diye yazdırıp konuyu kapatacak mısınız!

        Kim bilir belki de Suriye’de bir kuyumcuyu soyup iki kişiyi öldürdükten sonra çaldıkları ile gelip burada iş kuran katile de ülkemize döviz getirdi diye madalya bile takarsınız.

        Nasılsa her şey parasıyla değil mi!

        Babacan ve öğrenciler

        Babacan ve öğrenciler
        0:00 / 0:00

        Ali Babacan, ODTÜ’ye girememiş, “Öğrenciler Babacan’ı ODTÜ’ye sokmadı” diye başlıklar.

        Zannedersin, ODTÜ’nün on binlerce öğrencisi toplanmış ve Babacan içeri girememiş.

        Oysa toplasan yüz kişi ya var ya yok.

        Bu yüz kişi, Türkiye’nin bana göre en şahane üniversitesi ODTÜ’yü temsil etmez.

        Bir grup ODTÜ öğrencisi, protesto haklarını kullanmışlar.

        Kullanma hakları da var elbette.

        Protesto tamam da, okula sokmamak neyin nesi!

        Belli ki Babacan da tatsızlık çıkmasın diye geri dönmüş.

        Bu yüz öğrenciye sorsan büyük iş yaptıklarını zannediyorlar.

        Oysa eylemleri sözde solculuk, özde totaliter Stalincilik.

        Madem solcusun, fikir adamısın, bırak girsin.

        İzleyici olarak katıl toplantıya, orada tartış, fikirlerinle ez.

        Hesap soracaksan orada sor.

        Eleştireceksen orada eleştir.

        Ama ne yazık ki, bu tarz öğrenciler hep vardı.

        Ve hep olacak.

        Üstelik de bunların ortamları çok kullanışlıdır.

        Aralarında her zaman birkaç provokatör ajan da olur, sonradan sisteme en şerefsizce entegre olan tutarsızlık abideleri de genelde bunların arasından çıkar.

        İsim vermeyeyim ama sağınıza solunuza bakarsanız bolca görürsünüz.

        Ali Babacan’a gelince.

        Dönmesi büyük hata olmuş.

        Zaafını gösterdi.

        Bundan böyle her yerde benzer protestolar ile karşılaşır.

        Her seferinde girmeden dönecekse işi zor.

        Üç beş provokatör ile etkisiz hale getirilebilir olduğunu göstermiş oldu.

        Ben NATO'cu değilim

        Ben NATO'cu değilim
        0:00 / 0:00

        Murat Bardakçı yazmasa, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Karadeniz’deki mayınlarla ilgili açıklamalarını duymayacaktım.

        Bardakçı’dan okuduğum kadarı ile Bakan Akar Karadeniz’deki mayınların Ukrayna ve Rusya’nın işine yaramayacağını, bu iki ülkenin Karadeniz’e başı boş mayınlar salmasının kendi aleyhlerine olduğunu, bu iki ülkenin Karadeniz üzerinden yaptığı ticareti ve tedariki engelleyeceğini, bu mayınların ancak Karadeniz’e girmek isteyen bir üçüncü ülkenin işine yarayacağını söylemiş.

        Benim Akar’ın sözlerinden anladığım şu.

        Bu mayınları Karadeniz’e muhtemelen ABD bıraktırdı.

        Bu sayede Karadeniz’e NATO’ya bağlı mayın arama gemilerinin girmesini sağlayacak.

        İlginç olan ise bu açıklamanın zamanlaması.

        Kısa süre önce Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler toplantısına Rusya çağrılmazken, Karadeniz’e kıyısı olmayan Polonya’nın toplantıda yer alması nedeniyle NATO’cu olmakla eleştirilen Akar, hemen arkasından böyle bir açıklama yaptı.

        Acaba “Ben o kadar NATO’cu değilim” mi demek istedi.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Devlet adamlığının sürekli konuşmak değil bazen susmak olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar