Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Son dönemde televizyon ekranlarında iktidar partileri ve politikalarını en cansiperane savunan kişilerden biri “150 yıl önce İstanbul Havalimanı’ndan Mekke’ye iç hatlardan gidiyorduk” dediği için “Madara oldu” diye düşünenler var.

        Böyle düşünenlerin gerekçeleri son derece basit:

        - 150 yıl önce bırakın yolcu uçağını uçak bile yoktu. Uçağın mucidi Wright Kardeşler ilk başarılı uçuş denemelerini 1903 yılında yaptılar. Yolcu uçağına benzeyen ilk uçak bundan 12 yıl sonra Skorsky tarafından yapıldı. İlk tarifeli seferler 1930’lara doğru başladı.

        - Saçma sapan konuşmayı yapan kişinin adını ağzına almaktan korktuğu için söylemediği İstanbul Atatürk Havalimanı ise 1949 yılında inşaatına başlanıp, 1953 yılında işletmeye alındı. Üstelik de Kamu Özel İşbirliği ile değil. Kamu kaynakları ile.

        - Türkiye’nin ilk sivil havayolu olan THY, 1933 yılında kuruldu. İlk yurt dışı uçuşunu 1949 yılında Atina’ya gerçekleştirdi.

        Anlayacağınız 150 yıl önce herhangi bir yere, bırakın Mekke’yi herhangi bir yere uçakla gitmenin imkanı yoktu.

        Uçak diye bir şeyin varlığından kimsenin haberi yoktu.

        Ancak yine de bu iddiayı, iddialı bir biçimde ortaya atan kişinin cehaletinin hiç ama hiç önemi yok.

        O vazifesini yaptı.

        Saydığı yerlerin büyük bölümünün, Cumhuriyet’ten çok önce, Osmanlı döneminde kaybetmiş olmamıza rağmen, sanki bu yerlerin kaybının sorumlusu Cumhuriyet’miş gibi gösterdi, tüm cehaletine rağmen görevini başarıyla yaptı.

        REKLAM

        Ayrıca tarihi, bilgiyi çarpıtma konusunda bu dönemin trolleri ve siyasetçileri açasından hiçbir sorun yok.

        Gayet güzel biçimde gerçekleri eğip bükmeyi, tarihi yeniden yazmayı seviyorlar.

        Bu yalanları özellikle kullanıyorlar.

        Bu nedenle 150 yıl önce Mekke’ye İstanbul’dan iç hat seferi ile gidildiğini söylemenin fazlaca bir rahatsız edici tarafı yoktur iktidar ve bu kişi açısından.

        Kahvede siyasi muhabbet eden “Göster telefonunu” amcalar için son derece etkili, kullanılabilir bir malzeme vermiştir.

        Bugünden itibaren çeşitli mahfillerde “Bu Cumhuriyeti kuranlar elden çıkarmasa Mekke’ye iç hatlarla gidiyorduk” muhabbeti başlayacak ve yayılacaktır.

        Bu iddiayı ortaya atan kişi açısından sorun yaratabilecek tek durum, AK Parti iktidarından önce Türkiye’de uçak ve havalimanı olduğunu söylemiş olması olabilir. Bu iktidar açısından hoş görülmeyecek bir söylemdir.

        Çünkü hepimiz biliyoruz ki, AK Parti’den önce Türkiye’de ne havalimanı vardı, ne de uçak.

        Değil mi yakışıklı!

        Masanın tabiatı

        Masanın tabiatı
        0:00 / 0:00

        Bu köşenin okurları ve Teke Tek programlarının takipçileri hatırlayacaktır, 2018 seçimlerinde oluşan siyasi tablo üzerine, hemen seçim ertesi “Bu görüntü bir sonraki seçimde 3. bir ittifakı getirir” demiştim.

        Haliyle epey öfkelenenler olmuştu.

        Bugünkü siyasi tabloya baktığımızda, bu ihtimalin daha da güçlendiğini ve belki de muhalefet bloğu açısından daha da doğru olabileceğini görüyoruz.

        6’lı masa her ne kadar “Parlamenter sisteme dönüş” konusunda yüzde 100 bir uyum içinde olsa da, siyasi ilkeler bakımından oldukça önemli ve her gün daha net biçimde gördüğümüz kadarı ile birbirlerini rahatsız eden farklılıklar içeriyor.

        Bugün 6’lı masa büyük oranda Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin özverisi ve egosuzluğu üzerinde dengede duruyor ama bu denge uzun süre aynı şekilde yürümeyebilir.

        Burada artık doğru olan 6’lı masayı anca iki parçaya ayırmaktır.

        Bir tarafta CHP ve İyi Parti ve belki Demokrat Parti’nin yer alacağı bir ittifak, onun yanında ise Saadet, DEVA, Gelecek ve Yeniden Refah Partisi’nin yer alacağı, mümkünse HÜDA-Par’ın da eklemlenebileceği bir üçüncü ittifak, seçmenin elini de rahatlatacak bir seçenek olacaktır.

        Yeni Seçim Kanunu sayesinde bu üçüncü ittifakın da baraj derdi olmayacak hatta belki yüzde 10’un bile üzerine çıkabilecek bir oy oranı yakalayacaktır.

        HDP’den ayrılan Ayhan Bilgen’in Türkiye’nin Sesi Partisi ise muhtemelen AK Parti-MHP ve BBP ittifakına dahil olacaktır.

        Davutoğlu ve Babacan’la araya az da olsa mesafe koymak CHP’ye, CHP ile araya mesafe koymak ise DEVA-Gelecek-Yeniden Refah ve hatta Saadet seçmenlerine iyi gelecektir.

        Böyle bir ittifak eşyanın değilse bile seçmenin tabiatına daha uygun bir seçmen pusulası anlamına gelir.

        Tek başına yola devam etmek HDP için de en iyi seçenektir.

        Galatasaray daha ne kadar rezil edilebilir

        Galatasaray daha ne kadar rezil edilebilir
        0:00 / 0:00

        Galatasaray’da işler bir kez daha karıştı.

        Sözde Galatasaraylıların 117 yıllık kulübü iyiden iyiye rezil etmeden rahat etmeyecekleri anlaşılıyor.

        Bu kez Fırat Develioğlu adlı üyenin açtığı dava üzerine mahkeme, genel kurulun iptali ve genel kuruldaki ibrasızlık yüzünden yönetimin aldığı seçim kararının da buna bağlı olarak iptalini uygun gördü.

        30 Nisan’da yapılacak seçimi durdurdu.

        Herkesin ilk merak ettiği “Kim bu Fırat Develioğlu?”

        Fırat Develioğlu, Galatasaray Lisesi mezunu birisi.

        Bazı yerlerde iddia edildiğinin aksine ne benim ne eski sicil kurulu başkanı Serdar Eder’in ne de Eşref Hamamcıoğlu’nun listesindeki Osman Kocaman’ın devre arkadaşı.

        Develioğlu, bizden hayli genç.

        Fırat Develioğlu aslında eski bir Adnan Oktar müridi.

        Oktar’ın en yakınındaki kişilerden biri, belki de birincisi.

        Geçmişte kendisi ile pek çok davamız oldu.

        Bu davalar sonucunda Develioğlu bir ara Oktar’la hapis bile yattı.

        Daha sonra Adnan Oktar grubundan ayrıldı, Oktar’a karşı mücadele etmeye başladı.

        Türkiye’deki muhafazakar çevreler ile iyi ilişkileri olan ve Kazakistan’da iş yapan biri.

        Galatasaray Spor Kulübü meseleleri ile ilgilendiğini ise hiç ama hiç görmedim, duymadım.

        Belli ki, Fırat Develioğlu’nu birileri motive etmiş.

        İlginç olan ise seçimin de iptali.

        Çünkü Burak Elmas yönetimi seçim kararını, ibrasızlığa değil, yönetim kurulu kararına yani tüzüğün 28. Maddesine göre ilan etmişti.

        Ancak işin perde arkası bu değilmiş.

        Sonradan fikir değiştiren yönetim, seçim kararını ibrasızlık gerekçesi ile almış.

        Böylelikle mahkeme yolu ile seçimin iptalinin yolunu açık bırakmış.

        Bu işin fikir babasının ise Sportif AŞ yöneticisi Ural Aküzüm olduğu iddia ediliyor.

        Ayrıca Elmas yönetiminin yumuşak karnı ve yönetiminin düşme nedeni Işıtan Gün’ü de bu yönetime sokan kişi olarak biliniyor.

        Ural Aküzüm ile Işıtan Gün ilişkisi ise Ünal Aysal yönetimine kadar uzanıyor.

        Ural Aküzüm, Işıtan Gün’ü Transtürk Holding yönetim kuruluna da alan kişi.

        Nedenleri ne veya kim olursa olsun Galatasaray şu anda büyük bir kaosun içinde sürüklenmektedir.

        Bu kaosun sorumluları ve kaosu bitirmek için atılması gereken adımları atmayanlar Galatasaray tarihine kara bir leke olarak geçecektir.

        Birileri Burak Elmas’ı bu kaosu sona erdirmeye ve istifaya ikna etmelidir.

        Hem kendini hem Galatasaray’ı daha fazla rezil etmemelidir.

        Aksi takdirde “Hedef bir transfer dönemi daha iktidarda kalmak” diyenler haklı olacaktır.

        Uzman!

        Uzman!
        0:00 / 0:00

        Son günlerde nereye baksam karşıma zaman zaman "Yatırım uzmanı" zaman da da "Altın ve Para Piyasaları Uzmanı" olarak aynı kişi çıkıyor.

        İslam Memiş.

        Doğrusu bu kadar ünlü olan bir ekonomi uzmanını merak ettim.

        Öğrendikçe şaşırdım.

        Memiş, aslında bir ekonomist falan değil.

        Bu alanda bir eğitimi de yok.

        Erzurum Atatürk Üniversitesi işletme bölümü mezunu.

        Ancak akademi ile ilgisi yok.

        Bir menkul şirketler sahibi ya da yöneticisi de değil.

        Bankacılıkla da alakası yok.

        Kapalıçarşı dövizcisi falan hiç değil.

        Peki ne iş mi yapıyor!

        Kuyumcu.

        İstanbul'un Güngören ilçesinde kuyumcu dükkanı sahibi bir vatandaş.

        Yani "piyasa" adamı.

        Buna da itirazım yok. Olabilir.

        Ama Allah aşkına "Yatırım uzmanı, para piyasası uzmanı" gibi başlıklarla tanıtmayın adamı.

        Kuyumcu deyin.

        Ayıp değil, utanılacak bir şey değil.

        Mesela ben gazeteciyim.

        Ekrana çıktığımda altıma "Medya uzmanı, medya yönetim ve iletişim uzmanı" yazmıyoruz değil mi!

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Sorunu çözmenin ilk şartının sorun olduğunu kabul etmek olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar