Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Yıllar önce İstanbul’da Göktürk’te tanık olduğum bir kavgayı yazmıştım.

        Göktürk’teki bir lokantada iki grup kadın birbirine girmiş, kadınlardan biri bir başka kadına masada bulduğu çatalı saplamıştı.

        Kavga eden iki gruptan biri yerli ve milli seks işçileri, diğeri ise Suriye kökenli seks işçileriydi.

        Suriyeli göçünün ilk yıllarıydı ve ben de “Bu gelecekte neyle karşı karşıya kalacağımızı gösteriyor. Yakın bir gelecekte Türkiye’de göçmen mafyaları oluşacak” diye yazmıştım.

        Zaman beni haklı çıkardı ve epey bir zamandır göçmenlerin yoğun olduğu bölgelerde ve gettolarda bu mafyalaşmanın etkilerini görüyorduk.

        Ama artık konu göçmen gettoları ile sınırlı olmaktan çıktı.

        Dün İstanbul’un yeni ve gözde bölgelerinden Ayazağa’daki Vadi İstanbul’da akşam saatlerinde bir çatışma oldu.

        Genelde, özellikle de hafta sonları hınca hınç dolu olan lokantalar bölgesinde.

        Çoluk, çocuk, kadınlar, aileler, silahlı çatışmanın ortasında kaldı.

        Önce iki ölü var denildi sonra ölü olmadığı ama epey bir yaralı olduğu açıklandı.

        Olayın telefon ve güvenlik kamerası ile elde edilen görüntüleri korkunç, dehşet verici.

        Peki beklenmedik mi!

        Asla.

        Daha önce de söyledim.

        Artık İstanbul’da sokakta yürümeye korkar olduk.

        Ben erkek halim ve iri cüssemle gerçekten zaman zaman tırsıyorum.

        Ve kadınların cesaretine hayranım.

        Bir zamanlar kendi boyutundaki büyük kentler arasında en güvenli metropol olarak bildiğimiz İstanbul, giderek bir suç cennetine dönüşmeye başladı.

        Sırp mafyası liderleri İstanbul’da öldürülüyor, uluslararası mafya İstanbul’da hesaplaşıyor.

        Fatih’te Ruslar birbirini öldürüyor.

        Vadi İstanbul’da “Yabancı” olduğu söylenen ama her nedense uyruğu açıklanmayan ya da açıklanamayan gruplar terör estiriyor.

        Kimse de “Bu yabancı uyruklu dedikleriniz nereli, nereden girmişler bu ülkeye” diye sormuyor.

        Çünkü sorsanız muhtemelen faşist ilan edileceksiniz.

        Üstelik de bunlar duyduklarımız, bildiklerimiz, saklamayanlar, örtbas edilemeyenler.

        Anlayacağınız Allah'a emanetiz.

        Ama muhtemelen o da bıktı bizden.

        Ege'de çatışma işe gelen ihtimal

        Ege'de çatışma işe gelen ihtimal
        0:00 / 0:00

        Sonunda birisi söyledi.

        Aslında malumun ilanı ama yine de Ege’de artan gerilimin “bilinen” nedeninin yüksek sesle söylenmesi gerekiyordu.

        Seçimler.

        Özellikle Yunanistan’da Türkiye karşıtı politikaların iktidarlara oy sağladığı bilinen bir gerçek.

        Yarım asırdır bu durum değişmiyor.

        Bu o kadar kanıtlanmış bir denklem ki, her başı sıkışan bu hesabı yapıyor Yunan politikasında.

        Miçotakis de bu yoldan gidiyor.

        İlginç olan bu kez Türkiye’nin de buna destek veriyor olması.

        Muhtemelen Yeni Demokrasi ve Miçotakis iktidarı sürdürsün istiyor Türkiye’yi yönetenler.

        Eskiden de Yunanlı politikacılar Türkiye karşıtı açıklamalar yapar, Türkiye ise bu hezeyanları duymazdan gelir, güler geçerdi.

        Yunan tarafı sürekli olarak hem kendi kamuoyuna, hem de dünyaya Türkiye’yi saldırgan ve yayılmacı taraf olarak göstermeye çalışır, Türkiye’nin ise böyle bir niyeti olmadığı ve Yunanların bu saçma tezini ciddiye almadığı için iş fiiliyata dökülmediği müddetçe Yunan siyasetçilerle alay ederdi.

        Ancak bu kez Yunan siyasetçilerin, özellikle de Başbakan’ın saçma sapan tavırlarına aynı tonda yanıt veriyoruz.

        Hatta işi bir kademe daha ileri götürüp, Yunanistan’ın “Saldırgan Türkiye” tezini gereksiz yere haklı çıkartabilecek bir söylem, bir ton kullanıyoruz.

        İç siyasette sıklıkla kullanılan şarkılı türkülü metaforları, bu kez dış siyasete uyguluyoruz.

        Üstelik Yunanistan Türkiye’ye ait ya da aidiyeti tartışmalı adaları işgal ederken, silahsız olması gereken adaları silahlandırırken kullanmadığımız kadar sert bir ton kullanıyoruz.

        Söylemimiz o denli gereksiz bir sertlik içeriyor ki, Yunanistan bu söylemi sadece iç politikasında değil, uzun vadeli dış politikasında dahi kullanabilir ve Ege’de asıl yayılmacı olanın Yunanistan olduğunu anlamakta zorlanacak hale gelebiliriz.

        Zaten ABD’den talep edilen F16’lar Türkiye’nin Ege’de saldırgan tutum içinde olmama şartına bağlanırken, bir de bu gereksiz ton Türkiye’nin çok işine yaramayacak, kesin.

        Ama yine de daha önce de yazdığım gibi, Suriye’de “Geliyor gelmekte olan” diye aylar önce anons edilen ama bir türlü yapılamayan harekatın “yerli ve milli meyvelerini” toplayamayanların, umudu Yunanistan’a bağlamış olmasına şaşırmamak lazım.

        Kim bilir belki de iki tarafın da seçimleri yaklaştıkça, sınırlı ve kontrollü bir çatışmaya bile izin çıkabilir.

        Ne de olsa böyle bir çatışma tüm tarafların işine gelecektir.

        Hatta Batılı müttefiklerimizin bile.

        Tarifeli sefer

        Tarifeli sefer
        0:00 / 0:00

        İngiltere, Kraliçe Elizabeth’in cenaze törenine gelecek liderlerden bir ricada bulunmuş.

        “Özel uçağınızla gelmeyin, tarifeli seferle gelin.”

        Tarifeli seferi özel uçağa çevirmek çok zor bir iş değil.

        Bir THY uçağını kapatır, biletli yolcu almaz, tarifeli seferle yine de gidebilirsiniz.

        O yüzden “Türkiye’den katılım olmaz” falan demeyin.

        Olabilir.

        Tarifeli uçak engel teşkil etmez ama İngiltere Kraliçesi’nin cenazesine katılmak siyaseten ne getirir, ne götürür onu hesaplar herkes.

        Tarifeli uçak deyince geçmişe gittim.

        Eski Türkiye’ye.

        2004 Aralık ayına kadar Türkiye’de başbakanların, cumhurbaşkanlarının şimdiki gibi koca koca özel uçakları yoktu.

        Özal zamanında alınmış iki adet G4 iş jeti vardı. Onlar zaten 10-12 kişi alırdı. Hatta 2004 yerel seçimleri için Diyarbakır’a giderken o uçaklardan birine binmiş, biraz da korkmuştum. (Bu uçaklar daha sonra satıldı hatta biri Güney Amerika’da uyuşturucu kaçakçılığına karıştı.)

        Sonra Berlusconi İtalyan devlet filosundaki bir Airbus 319’u uygun fiyata Türkiye’ye satmış, sonra A330, A340 ve son olarak da Boeing 747 filoya katılmıştı.

        Genelkurmay’ın kendi Gulfstream’i ayrıca vardı, devlet filosunda da pek çok G550 ve başka küçük uçaklar var.

        Artık bakanlarımız bile tarifeli sefere binmiyor.

        Herkes her yere kendi özel uçağı ile gidiyor.

        Ama eskiden böyle değildi.

        Sıklıkla tarifeli bir seferde bir bakan, bırakın bakanı bir başbakanla uçabilirdiniz.

        Tarifeli seferle uçan başbakan ya da bakanların tek ayrıcalıkları uzakta 1A koltuğunun onlara tahsis edilmesi olurdu.

        Bu yüzden THY bu koltukları bir bakan ya da başbakan gelme ihtimaline karşı son ana kadar bekletirdi.

        Bazen başbakan gelecek diye uçağın biraz bekletildiği de olurdu.

        Diğer yolcular bazen 15-20 dakika, bazen biraz daha uzun uçakta beklemek zorunda kalırdı başbakanların gelmesini.

        Ve başbakan gecikerek gelince bütün uçak alkışlayarak ve bir yandan da yuhalayarak başbakana ya da bakana tepkisini gösterirdi.

        Başbakan da uçağa binince çevresindeki herkesle selamlaşır, ellerini sıkardı.

        Gençler bilsin ki, eski ve demokratik olmayan Türkiye böyle bir yerdi.

        Neyse ki şimdi demokrasimiz çok güçlü.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Ahlaksızlar ahlaklı, ahlaklılar ahlaksız zannedilmediği zaman.

        Diğer Yazılar