Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Saygı duymayacağımız işi yapmadığımız zaman.

        Akdeniz otelleri kışın dolacak mı?

        Akdeniz otelleri kışın dolacak mı?
        0:00 / 0:00

        Bir süreden beri Türkiye’de milleti “Avrupa’da halk perişan. Yemek yok, her şey çok pahalı, kışın donacaklar” iddiasını yayan ve bu iddiaya dayalı olarak da “Avrupalılar kışı ucuz olsun diye Türkiye’de, Antalya’da geçirecek, oteller kış boyunca full çekecek” diye eğlendiren şuursuz bir kitle var.

        Ben de bu tahminlerin gerçekliğini görmek üzere Antalya’ya geldim.

        Şunu hemen söyleyeyim, Antalya’da müthiş bir hareketlilik var.

        Sezon sonu olmasına rağmen havaalanı hizmetlerini aksatacak kadar yoğun, oteller hala dolu, şehir cıvıl cıvıl, restoranlarda yer bulmak neredeyse imkansız, lüks tüketim dolu dizgin. Her yer inşaat, emlak fiyatları uçmuş gidiyor.

        Rusya-Ukrayna savaşı ile ilkbaharda bozulan moraller şimdi tam tersine dönmüş, herkes keyifli.

        Antalya bu sezon kaliteli Rus turist görmenin, yüksek fiyatlı oda satmanın keyfini yaşıyor.

        Önümüzdeki yıl turist sayısının artmasını değil bu yılki turist kalitesini korumasını ve hatta arttırmasını bekliyor.

        Gelecek sezonun hazırlıkları başlamış ve rublenin son aylarda hızla değer kazanmış olmasının Rusların tatil ve harcama iştahını arttırmasına kesin gözüyle bakıyorlar. Evet doğru okudunuz, savaştaki Rusya’nın parası değer kazanıyor. Bu nedenle de herkes umutlu.

        Ancak bir sorun var.

        Bu yıl işlerin iyi gitmiş olmasına rağmen, sektör beklediği kârlılığı elde edememiş.

        Çünkü Türkiye’deki yüksek enflasyon nedeniyle maliyetler artmış ama baskı altındaki kur artamadığı için geçen yıl verilen fiyatlar düşük kalmış.

        İlginç olan ise tur operatörlerinden gelen bilgiler.

        Büyük tur operatörleri özellikle AB ülkelerinden gelecek rezervasyonlar için fiyat artış talebinde bulunmuşlar. Ve ilk kez bu talep AB’deki büyük operatörler tarafından fazla itiraz olmadan kabul edilmiş.

        AB içindeki yıllık yüzde 8 civarı enflasyon nedeniyle itiraz olmamış. AB'den yapılacak rezervasyonlarda fiyatlarda yüzde 20'lik bir artış kabul görmüş durumda ve 2023 yazı için olumlu bir gelişme.

        Yine de 2023 yazının bu yaz kadar verimli geçmeme ihtimalinden söz ediliyor.

        Pandemi nedeniyle ertelenmiş talebin ve 2 yıllık tasarrufların bu yılı beklenenden iyi yaptığını ama gelecek yıl için aynı beklentinin yanlış olacağını düşünüyor turizmciler.

        Gelelim ekonomiden anlamayan sözde ekonomistlerin “Avrupalılar bu kışı Türkiye’de geçirecek” tezinin doğruluğuna.

        Ne yazık ki, böyle bir durum söz konusu değil.

        Bu umutla tur operatörlerinden gelecek iyi haberi bekleyenler ne yazık ki hayal kırıklığı yaşıyorlar.

        Bu kış Güney sahillerimizdeki oteller Avrupalılarla dolmayacak.

        Tur operatörleri otellerle yaptıkları toplantılarda “Yüzde 10’luk bir artış olur ama oteller kışı full geçirecek diye bir şey mümkün değil” diyorlar.

        Bu yönde bazı talepler olmuş, görüşmeler yapılmış sama önerilen fiyatlar otelleri açık tutmaya ya da açık otellerin masraflarını karşılamaya yetecek düzeyde değil. Bu yüzden bu kış oteli açık tutmayı planlayan pek çok yatırımcı bu kararını gözden geçirmek zorunda kalmış.

        Turizmcinin en önemli sorunu ise maliyetler.

        Türkiye’deki aşırı fiyat artışları nedeniyle otellerin sabit giderleri çok çok artmış vaziyette. Özellikle enerji fiyatları otellerin en önemli gider kalemi haline gelmiş.

        FB denilen yiyecek içecek masrafları da katlanmış. Bu da kışın çok düşük fiyatla turist ağırlamayı imkansız hale getiren bir başka faktör.

        Yani kışın Akdeniz sahili turistlerle dolup taşmayacak.

        Kimse kendini kandırmasın.

        Ayinesi iştir…

        Dar gelirlileri ev sahibi yapacağı iddia edilen 500 bin konutluk projenin TOKİ’nin ilk "sosyal konut” projesi olmadığını yazdım birkaç gün önce.

        Toplu Konut İdaresi 2019 yılının Aralık ayında da benzer bir projeyi yine aynı şekilde, en yüksek makamdan duyurmuştu.

        Ancak o kez yapılacak konut sayısı 100 bin, taksit miktarı ise 800 TL civarıydı.

        Konutların teslim süresi ise çok daha kısa idi.

        100 bin konut 3 yıl içinde bitirilecek, 2023 seçimlerinden hemen önce sahiplerine teslim edilecekti.

        Pek çok proje gibi o da 2023’e endeksli idi.

        Yazımda bu projenin, yani 100 bin sosyal konutun akıbetini sordum.

        2023’e aylar kala durum neydi, konutlar seçimden önce teslim edilebilecek miydi!

        Elbette bir yanıt alamadım.

        Resmi bir yanıt gelmedi ama bu 100 bin konutun 2023 yılında teslimi oldukça zor görünüyor.

        Bu konutlar için çekiliş yapıldı, hak sahipleri belirlendi, yüzde 10’luk peşinatlar alındı, taksitler ödenmeye başladı, inşaatlar da geçtiğimiz yıl ihale edildi.

        Ama inşaat maliyetlerindeki ani artıştan ötürü hemen hepsinde müteahhitler işi bıraktı. Pek çoğunda inşaat faaliyetleri durduruldu. İnşaatlar temel kazımı aşamasından ileriye pek gidemedi.

        REKLAM

        Bu 100 bin konutun 2023‘te teslimi imkansız hale geldi.

        Ve daha vahimi bu inşaatlardan birinde, Aksaray ilimizdeki 694 artı 500 konutluk projenin kazılan ama hiçbir inşaat yapılmayan temeli göle dönüştü ve geçen hafta bu TOKİ göletine düşen 16 yaşındaki bir çocuk hayatını kaybetti.

        500 bin konutluk yeni proje ne olur bilmiyorum ama 2019’da açıklanan sosyal konut projesinin hali bu.

        Çocuklara mezar olan bir temel göleti.

        Acaba TOKİ yeni 500 bin konuta başlarken 2019’da söz verdiği bu 100 bin konutu da bitirmek için bir adım atar mı!

        Bu temelleri mezar olmaktan öte bir yere taşır mı?

        Ya da muhalefet partilerinin aklına bu projenin akıbetini sormak gelir mi!

        Kusura bakmayın zaruretten

        Kusura bakmayın zaruretten
        0:00 / 0:00

        Gazeteci arkadaşım Özlem Gürses bir mesaj yolladı.

        “Dün bir yemekte idim. İş dünyasından insanlar da vardı. Masada senden bahsedildi. İsmail Küçükkaya Halk TV'ye gelmek için Cafer Mahiroğlu ile görüşürken sen de oradaymışsın. Sen de işin içindeymişsin.”

        Özlem Gürses beni tanıdığı için haklı olarak “Saçmalamayın” demiş.

        Demiş ama torbayı büzmeye yeter mi!

        Gerçekten komedi.

        Gülecektim ama gülemedim.

        Haberimiz olmadan adımız nerelerde geçiyor demek ki…

        Ne saçma sapan yakıştırmalar. Ne aptalca dedikodular.

        Cafer Mahiroğlu’nu tanımam etmem.

        Aylar önce bir gün telefonum çaldı açtım.

        Tanımadık biri “Fatih Bey, ben Cafer Mahiroğlu” dedi.

        Kim olduğu ile ilgili en ufak bir fikrim olmadığını anlayınca “Halk TV’nin sahibi” diye açıkladı.

        Kendisi ile hayatımdaki tek görüşmem o 45 saniyelik konuşmadır.

        Bir yazım ya da programım için kutlamak maksadıyla aramış.

        Bir daha ne gördüm ne konuştum.

        Telefonunu kaydetme ihtiyacı bile duymadım.

        İsmail Küçükkaya’yı en son ne zaman gördüğümü ise hatırlamıyorum bile.

        10 yıl önce falan Başbakanlık uçağında bir kez beraber uçmuştuk.

        Sonra belki bir davette falan görmüşümdür. Gerçekten hatırlamıyorum. Tamamen farklı çevrelerin insanlarıyız, o siyasetçilerle, işadamları ile oturup kalkmayı sever.

        Ben ise eski dostlarımla.

        Daha açık anlatayım isterseniz.

        Beni başka gazeteciler ile karıştırmayın.

        Siyasetçilerle, güç odakları ile, başka gazetecilerle gezip tozan, davet davet koşan biri değilim.

        Birkaç yıl öncesine kadar ender de olsa kıramadığım dostların davetlerine falan giderdim.

        Artık onu da yapmıyorum.

        Medya patronları ile, eski patronlarım ile de asla görüşmem.

        Habertürk’ün patronu, benim bu grupta olmamın sebebi Turgay Ciner’i dahi yanlış anımsamıyorsam son olarak Nisan ayında gördüm.

        Özel hayatımda görüştüğüm tek bir gazeteci yoktur.

        Hatta Habertürk’teki arkadaşlarım dışında bir gazeteci ile ne buluşurum ne görüşürüm.

        Ararlarsa telefonda konuşurum, binde bir bir gazeteciyi ararım.

        Siyasetçilerle de asla samimi olmadım, olamam.

        İş gereği bir şey soracaksam ararım.

        Onlar beni ararsa konuşurum.

        Ki onlar da beni pek aramazlar.

        Halkla ilişkiler ya da PR şirketleri de benimle pek ilgilenmez.

        Huyumu bilirler. Daha doğrusu huysuzluğumu.

        Gazetecilerin katıldığı toplu davetlere katılmam.

        Çünkü artık bu işler akçeli işler olmuş.

        Kim ne almış, kim ne vermiş bilmem.

        Kimsenin günahını almak haddim değil ama ne olur ne olmaz Allah korusun aynı kefeye konulmak istemem.

        Birisi benimle görüşmek için araya bir aracı koyarsa yine görüşmem.

        Aracı ne der, ne yapar bilmem, ne demiştir bilemem.

        Ortalık o kadar kirli ya da kirli görünüyor ki, üzerime leke düşsün istemem.

        Bu mesleği sınıf atlama aracı, zenginlerle dost olma aracı olarak da görmedim, göremem.

        Sağlık sıhhat meseleleri dışında kimseden bir şey istemem.

        Kendim için onu da istemem.

        Kimseyle kolay kolay arkadaşlık kurmam, zaten kuramam da.

        Dostlarım eski dostlarımdır.

        En yenisi 25 belki 30 yıllıktır.

        Büyük bölümü Galatasaray Lisesi’nden ya da kulübündendir.

        Çoğu benden yaşça büyüktür.

        Öğlenleri buluşuruz arada.

        Galatasaray Lisesi'nden sınıf arkadaşlarım vardır.

        Ayda bir de onlarla buluşurum.

        Yemek yer, rakı, şarap içeriz.

        Medya dünyası dediğiniz yerden toplasan 3 arkadaşım vardır.

        Aile dostlarımızdır.

        İşadamı arkadaşlarım var mıdır!

        Tabii ki vardır.

        Ama hepsi çocukluk arkadaşım olduğu için arkadaşımdır, işadamı oldukları için değil.

        Eş dost yemeklerini severim, zengin sofralarını değil. Siyaset sofralarını hiç değil.

        Mesleğimin bana en önemli armağanı, bilgiye ulaşmamı ve bilgiyi insanlara ulaştırmamı sağlamak oldu.

        Mesela çocukluk çevremden olan Celal Şengör’le hemen her gün konuşuruz.

        Gazetecilik sayesinde tanıdığım İlber Hocam'la arada bir.

        28 yıllık dostum Murat Bardakçı ile de neredeyse her gün konuşuruz ama siyaset konuşmam Murat’la. Kızdırır beni çünkü.

        İşin özü tahmin edemeyeceğiniz kadar basit, sade bir hayatım vardır.

        Merkezinde eşimin ve kızımın olduğu.

        Bazı zavallılar gibi sürekli güç peşinde koşan, zenginleşmek için her yolu mübah gören, siyasi kulislerde fink atan, gazeteciliği sınıf atlama trampleni yapmak isteyen biri asla olmadım.

        Olmaya da niyetim yok.

        Sadece bu vatanı seven, bu vatanın vatansever evlatlarını düşünen, gençlerin geleceği için kaygılanan ve bunun için de bildiği tek şey olan yazı yazan ve konuşan biriyim.

        Bunun dışındaki her dakikamı da sevdiğim, değer verdiğim insanlara ayırıyorum.

        Çünkü onlarla mutlu oluyorum.

        Tavsiyem siz de öyle yapın.

        O yüzden bazı açgözlü edepsizler beni ucuz sofralarına meze yapmasınlar.

        “Biz onun yerinde olsaydık böyle davranırdık” diyenlerin bana yakıştırdıkları hiçbir şey bana uymaz.

        Buna belgesel değil, övgü denir

        Buna belgesel değil, övgü denir
        0:00 / 0:00

        Netflix'in büyük bir tanıtım kampanyası ile yayına soktuğu Fatih Terim belgeselini dün gece Galatasaray maçının ardından, hepsi Terim'i yakından tanıyan, dostu olan birkaç arkadaşımla beraber izledim.

        Kimse kızmasın ama bu belgesel falan değil.

        Netflix bu "şeyi" belgesel diye kimseye yutturmaya kalkmasın, kimse de bu "şeyi" belgesel diye izlemesin.

        Buna belgesel denmez.

        Böyle filmler falan vardır ama bunlar belgesel değildir.

        Buna "documentary" değil "tribute" denir. Gerçekler değil, gerçeklerin hoşa gidecek tarafları anlatılır.

        Yapılan şey tam bir "Fatih Terim övgüsüdür".

        Belgeselde olumlu, olumsuz, tartışmalı her şey gerçekçi bir biçimde, doğru ve gerekli tanıklarla anlatılır.

        Bu sözde belgeselde ise böyle bir şey yok.

        Gerçek tanıklar yok.

        Olayların kahramanlarının bazıları tarihten silinmiş, yok sayılmış.

        İşin içindeki insanların tanıklıkları yok.

        Kritik anlarda yaşananlar yok.

        Bunları anlatacak kimse yok.

        Terim'in Galatasaray'dan nasıl ayrıldığı yok.

        Üstünkörü bir anlatım, bolca yalakalık ve bolca övgü.

        Terim kutsaması.

        Terim'in başarıları elbette tartışmanın ötesinde ama başarısızlıkları, arkasındaki nedenler hiçbir şekilde anlatılmıyor.

        Çok önemli futbolcuların transferlerine karşı çıkışları, yanlış transferleri, İtalya'daki günleri ile ilgili futbolcu ve yönetici tanıklıkları, hiçbiri yok.

        Galatasaray'ı bırakıp İtalya'ya gittiği ev toplantısında neler olduğu bile yok.

        Şişirme bir belgesel.

        Dahası berbat bir senaryo..

        Felaket bir hikaye anlatımı.

        Rezalet bir kurgu.

        Netflix böyle berbat bir işi nasıl kabul etmiş anlamak mümkün değil.

        Aynı platformda yayınlanan ve Michael Jordan'ı anlatan Last Dance belgeseline bakın, bir de buna.

        Ya da Luis Figo'nun Barcelona'dan Real Madrid'e transferini anlatan Figo Vakası belgeseline bakın bir de buna.

        Bu tam bir "Bonne pour L'Orient" hikayesidir.

        Buna belgesel demek belgeye de, sele de hakarettir.

        Diğer Yazılar