Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Az önce Muharrem İnce Hatay'dan aradı.

        "Fatih Bey, bir siyasetçi değil 1999 depremi yaşamış, o depremde Yalova'da sevdiği insanları kaybetmiş biri olarak konuşacağım" diye başladı.

        "Biliyorsunuz dün deprem bölgesine yola çıktım.

        Evet Kahramanmaraş kötü durumda, ever Elbistan, evet Islahiye, evet yol boyunca her yer felaket durumda ama Hatay'da felaketin boyutu hepsinin üzerinde" dedi ve Hatay'ı anlattı.

        "Yolda açık tek bir akaryakıt istasyonu yok. Hepsi kapalı. Hiçbirinde akaryakıt yok. Kurtarma ekiplerinin, yardım araçlarının yakıt alabileceği bir yer yok. Elektrik yok. Jeneratörlerin yakıt alabileceği bir yer yok.

        Bırakın akaryakıtı su yok. Bir bidon, bir şişe su yok.

        Tek bir tuvalet yok. Vatandaşın çişini yapacağı yer yok. Benzincilerin tuvaletleri bile kapalı. Ayakta bina yok, ayaktaki tek tük binaya girmek mümkün değil. Bu tuvaletsizlikte birkaç güne kalmaz salgın hastalık başlarsa şaşmayın sakın.

        Tuvaletimizi yapacak yer bulamadık. Araziye yapsak fotoğraf çekerler diye korkuyoruz yemin ederim.

        Yollarda insan cenazeleri duruyor. Önümde 16-17 yaşlarında bir kız. Hayatını kaybetmiş. Cenazesi sokağın ortasında. Oradaki bir kadın anlatıyor, kızcağız enkazdan sürünerek çıkmış. Bir sağlık ekibi olmadığı için ortalıkta yolda can vermiş. Üzerine bir bez örtmüşler.

        Böyle çok cenaze var sokaklarda. Kaldıran yok.

        Bütün kentte ayakta kalan bina yok gibi. Ya çökmüş ya ağır hasarlı. Birkaç gönüllü kuruluş cansiperane bir şeyler yapmaya çalışıyor ama ortada bir kamu kuruluşu, bir kamu gücü yok.

        Asker yok, polis yok, sağlıkçı yok.

        Suriyeliler olduğu söylenen bazıları yağmaya başlamışlar.

        Engelleyecek bir kolluk kuvveti yok.

        Fatih Bey, bir öğretmen, bir vatandaş olarak yalvarıyorum. Bunları duyurun."

        Benzer çığlıklar her yerden geliyor ama şu an için en sahipsiz ve en yoksun yer Hatay gibi duruyor.

        Haluk Levent: Asıl yıkım Antakya'da

        Haluk Levent: Asıl yıkım Antakya'da
        0:00 / 0:00

        Dün Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ı yayına bağladık.

        Kente dışarıdan tek bir yardım ekibi bile gelmediğini anlattı.

        Yerel imkanlarla kurtarma çalışması yürütüyorlardı ama hepimiz biliyoruz ki, daha doğrusu deprem üzerine kafa yoran herkes biliyor ki, deprem sonrası yerel imkanlardan faydalanmak çok zordu. Çünkü yerel ekipler ya kendileri enkaz altında oluyordu ya da kendi yakınlarını kurtarma derdinde.

        Destek dışarıdan gelmeliydi.

        Ama gelemiyordu.

        AFAD sahada yoktu.

        Olamazdı da.

        AFAD’ın binası ilk çöken binalardan biriydi.

        Tıpkı hastane gibi.

        Lütfü Savaş’ı dinleyip, görüntüleri gören herkes “Hatay unutulmuş” yorumları yaptı gece boyunca.

        Oysa keşke sorun sadece Hatay’la sınırlı olsaydı.

        Benzer feryatlar tüm bölgeden geliyordu.

        Adıyaman, Kahramanmaraş hepsi ağlıyordu çaresizlikten.

        Dün gece saat 12’yi geçiyordu Haluk Levent aradı.

        Hatay’da idi, sesi bitkin hatta perişan geliyordu.

        “Hatay’a ulaşan tek bir destek yok” dedi.

        REKLAM

        “AFAD bir ilde deprem olur biz de yardıma gideriz şeklinde organize olmuş. 10 il birden depremle vurulunca, 4 ilde büyük yıkım olunca AFAD çaresiz kalmış çok belli” dedi.

        Binlerce enkazın pek azında yerel imkanlarla arama kurtarma çalışması yapıldığını, kimsenin yanına uğramadığı yüzlerce enkaz olduğunu anlattı.

        Askeri birliklerin görevlendirilmesinde geç kalındığını düşünüyordu.

        Çok ama çok üzgündü.

        Bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi, çaresizlik nedeniyle tükenmiş gibiydi.

        Aslında depremin asıl vurduğu yer Hatay ve Antakya idi.

        Bunu Haluk Levent de teyit ediyordu.

        Gece boyunca deprem bölgesindeki farklı kentlerden onlarca depremzede ile görüştüm.

        BARİ AKARYAKIT ULAŞTIRIN

        Herkes organizasyon bozukluğundan yakınıyordu.

        Var olduğu söylenen devleti kimse bulamıyordu.

        Enerji altyapısı çökmüştü, kentlere akaryakıt bile ulaştırılamıyordu.

        Soğukta hiç değilse otomobillerde ısınmaya çalışanların da, kurtarma ekiplerinin de yakıt bulması mümkün değildi.

        Yurt dışından gelen yardım ekiplerini havalimanlarından alıp enkaz alanlarına ulaştıracak organizasyon bile yapılamıyordu.

        Partizanca açıklamalara öfke büyüktü.

        24 yıl sonra 24 yıl önceki kadar bile olamamıştık.

        Depreme hazır olmadığımız gibi, deprem sonrasına da hazır değildik.

        24 senede bir arpa boyu yol alamamıştık.

        Eski binalar neyse ama yeni binalar bile yıkılmıştı.

        Yepyeni kamu binaları, yepyeni hastaneler, daha içine taşınılmamış siteler bile enkaz olmuştu.

        Enkazın altında kalan ise yıllar süren umursamazlık, bu umursamazlığı umursamayan partizanlık ve elbette ki, liyakatsizlik olmuştu.

        Boğazımızda söyleyemediğimiz çok söz, edep duvarına takılan çok kelime vardı.

        Ben söylemesem de, siz anlıyordunuz nasıl olsa.

        Kaptan, deniz, fırtına

        Kaptan, deniz, fırtına
        0:00 / 0:00

        1999 depreminin kahramanı AKUT’tu.

        O güne kadar pek adı duyulmamış olan bir gönüllü yardım kuruluşu, Gölcük depreminde aniden ortaya çıkmış, yüzlerce can kurtararak herkesin gönlünde taht kurmuştu.

        Dağcı, mağaracı, hekim, sporcu binlerce genç, gönüllü bir organizasyonla bir araya gelmişti ve arama, kurtarma operasyonlarında büyük bir başarı elde ediyorlardı.

        AKUT’un Başkanı dağcı Nasuh Mahruki neredeyse milli kahraman seviyesine yükselmişti.

        Ardından yapılan bağışlarla AKUT daha da güçlendi, ekipman eksiklerini giderdi ve sadece deprem değil her türlü kurtarma faaliyetinde ülkenin dört bir yanına yetişir hale geldi.

        Peki bu depremde AKUT diye bir şey duyuyor musunuz!

        Tabii ki, duymuyorsunuz.

        Çünkü Türkiye’deki her şey gibi AKUT da siyasallaştırıldı.

        İktidar baskısı ile yönetimi değişti.

        Yapısı değişti.

        Orada da liyakat ortadan kalktı.

        Siyaset etkin oldu.

        Ve 1999 depreminin kahramanı gönüllü kuruluş, bugün adı bile geçmeyen bir kurum haline geldi.

        Varlar mı varlar.

        Enkaz altından çıkanlara destek oluyorlar.

        Ama eski AKUT ile alakaları yok artık.

        Sakin denizde herkesin kaptan olabildiğini, gerçek kaptana fırtınalı denizde ihtiyaç olduğunu bir kez daha görmüş olduk.

        Gemi battı o ayrı!

        Büyüklük

        Büyüklük
        0:00 / 0:00

        Dün depremin büyüklüğünün 7.4 değil 7.8 olduğunu zannederim ilk söyleyen ben oldum.

        Gerçi yayın kuruluşları geç saatlere kadar 7.4’te ısrar ettiler ama sonunda onlar da pes etti.

        Depremde bile maaşlarını hak etmeye çalışan troller de saldırıya geçtiler ve sadece depremin büyüklüğü ile ilgili düzeltmemi bile siyasete bağlayıp, iktidar karşıtı bir tavır olarak algıladılar.

        Sonrasında AFAD’ın bile düzeltme yapması trolleri kesmedi.

        Bazıları ise “Ha 7.4 ha 7.8. Küçük bir fark” dedi.

        İşte bu cehaletin daniskasıdır.

        7.4 ile 7.8 arasındaki fark küçük değildir.

        7.8'lik bir deprem 7.4’lük bir depremin yaklaşık 2.5 katıdır.

        Gözünüzde canlansın diye daha net bir ölçü ile belirtmek gerekirse...

        7.4’lük bir deprem 1 metre ise 7.8’lik bir deprem 2.5 metredir.

        Ortaya çıkardığı enerji miktarı ise tam 3.981 katı.

        Yani bunu bir top mermisi olarak düşünürseniz 7.4 Ankara’ya kadar giderken, 7.8 İran sınırına düşüyor.

        Bu farkı bilmek önemlidir.

        Çünkü yıkıcı etki de zemin ve diğer şartlarla beraber bu büyüklüğe da bağlıdır.

        Ne yapacağınızı bilmek için ne olduğunu bilmeniz gerekir.

        Hurafeler

        Hurafeler
        0:00 / 0:00

        Herkes Hollandalı deprem bilimcinin tahminini konuşuyor.

        Hollandalıya gerek yok, Prof. Celal Şengör de, Prof. Naci Görür de bu depremi bildi.

        Her ikisi de yıllardır Doğu Anadolu fayının güney ucuna ve Ölüdeniz fayına dikkat çektiler.

        Naci Görür bas bas bağırdı.

        Hollandalı deprem bilimcinin Naci Görür’ün söylediğinden bir farkı yok.

        İkisi de burada kesinlikle bir deprem olacak demiş.

        Biri üç gün önce, biri yıllardır.

        Ama ikisi de tam tarih vermemiş.

        Çünkü depremlerin ne zaman olacağı bilinemiyor.

        Bu yüzden de bu uyarılar yüzeyde, mühendislik açısından önlem alınması için gerekli.

        Bu açıdan bakınca Görür’ün yıllar önce yaptığı uyarı, üç gün önce yapılan uyarıdan daha değerli.

        Bir diğer hurafe ise HAARP meselesi.

        HAARP Amerikan Hava Kuvvetleri ile Alaska Fairbanks Üniversitesi’nin ortak bir atmosfer araştırma programı.

        HAARP ile deprem tetikleneceğine ihtimal vermek, güneşten gelen parçacıkların ya da Kutup Fecri’nin deprem tetikleyeceğini düşünmek ile hemen hemen aynı mantık.

        Trilyonlarca ton kayanın, yüksek frekanslı bir dalga ile hareket ettirileceğini düşünmek çocukça.

        Bunu yapmak için gerekecek enerji miktarının bir gemide üretilmesi mümkün değil.

        Bu yüzen bu hurafelerle uğraşmaktansa zemin üzerinde inşa edilecek yapıları depreme dayanaklı yapmak çok daha kolay ve akıllıca.

        Siz binayı sağlam yaparsanız, HAARP gerçek bile olsa bir işe yaramaz.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Siyaset fay hattından daha kırıcı olmadığı zaman.

        Diğer Yazılar