Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞLIKTAKİ cümle çok da yabancı gelmemiştir umarım sizlere.

        Bir dönem Türkiye siyasetinde "demokrasinin" mottosu haline gelmişti bu cümle.

        AK Parti hakkında kapatma davası açılmış, yüzde 50 oy alan bir partinin yargı yoluyla düşürülme çabası demokrasiye karşı bir hareket olarak değerlendirilmişti iktidar partisi mensuplarınca.

        Toplumun AK Partili olmayan demokrat kesimleri de bu düşünceye hak vermişlerdi.

        Demokrasi, sandığın iradesine saygı göstermekti ve bu irade çeşitli yargı oyunlarına kurban edilmemeliydi.

        Böyle söylüyordu AK Parti sözcüleri.

        Nereden nereye geliyoruz anlatayım.

        İstanbul Barosu nda üç ay kadar önce seçimler yapıldı.

        Ümit Kocasakal başkanlığındaki ekip, seçime katılan avukatların yüzde 50 den fazlasının oyunu alarak, rekor bir oranla İstanbul Barosu yönetimine seçildiler.

        Kocasakal başkanlığındaki yönetim kurulu, bir süre önce Balyoz Davası duruşmasında bir protesto eylemi yaptılar.

        Bir sivil toplum örgütü olarak böyle bir tavır gösterme gereği hissettiler.

        Bir savcı da bu yapılan eylemin suç olduğunu iddia ederek baro yönetimi hakkında "2 yıldan 4 yıla kadar hapis istemiyle" bir dava açtı.

        Buraya kadar bir sorun yok.

        Sorun tam burada ortaya çıktı.

        AK Parti İstanbul Milletvekili Bülent Turan bir açıklama yaptı ve şöyle dedi:

        "Bu davayla İstanbul Barosu yönetimi yok hükmündedir. Hemen yerine başka bir yönetim getirilmelidir. Diğer listedeki adaylar yönetime geçmelidir."

        Eeee, ne oldu demokrasi! Ne oldu sandığa saygı!

        Sandığa saygısızlığı Sabih Kanadoğlu veya bir dönemin Yargıtay başsavcıları yaparsa "antidemokratlık", ama AK Parti İstanbul Milletvekili Bülent Turan yaparsa "demokratlık" mı oluyor?

        Günlerdir bekliyorum AK Parti'den birisi çıksa da şu Bülent Turan'a, "Kardeşim sen ne diyorsun. Sandığa saygı ilkesini en çok işleyen parti biziz. Biz kendimiz için sandığa, seçim sonucuna saygı ister, sandığın seçiminin yargı oyunlarıyla yok sayılmasını eleştirirken, şimdi aynı saygısızlığı biz nasıl yaparız" desin diye.

        Ama çıt çıkmadı. Bundan sonra da çıkar mı çıkmaz mı bilmem. Bildiğim şudur ki, bir gün böyle bir ses çıkarsa, o zaman Türkiye'ye demokrasi gelmeye başlamış demektir.

        Şimdiki "kendim için demokrasi"dir.

        Ona da demokrasi denmez.

        Kamyon terörüne, terörle mücadele polisi bakmalı

        ULAŞTIRMA Bakanı Binali Yıldırım aradı dün. Kamyon tamponlarıyla ilgili günlerdir yazdığım yazılar için.

        "Fatih Bey, yazdıklarınızda yüzde yüz haklısınız. Kamyonlar gerçekten büyük tehlike saçıyor ama bunun nedeni bizim bir eksiğimiz veya yönetmeliklerdeki eksiklikler değil" dedi.

        "Yönetmelikler tam da sizin dediğiniz şekilde kamyon tamponlarının nasıl olması gerektiğini tarif ediyor. Kamyonlar aslında ilk başta trafiğe o şekilde çıkıyor ama sonradan değiştiriyorlar. Kasa uzatıyorlar, dingil ekliyorlar ve kamyonlar yönetmeliklere aykırı ve tehlikeli hale geliyor" diyen Bakan Yıldırım'a, "Peki o zaman bu kamyonlar muayeneden nasıl geçiyor" diye sordum.

        "O da başka bir dert" dedi. "Muayeneye girerken geçici olarak takıyorlar tamponları. Muayeneye uygun hale getiriyorlar, ama sonra yine söküyorlar. Muayene istasyonları önünde kar lastiği kiralayanlar bile gördük. Orada uygun, ama sonra uygun olmaktan çıkıyor. Elimizden bir şey gelmiyor" dedi. Bakanın verdiği bilgiye göre muayene istasyonlarına gelen kamyonlardan sadece 100'de 30'u ilk muayenede yeterlilik alabiliyormuş.

        "Peki yollardaki kontrollerde polis bunu denetleyemez mi?" diye sordum.

        "Denetlenebilir. Bizim böyle bir denetim yetkimiz yok. Denetlesek bile ceza yazma yetkimiz yok.

        Ama polisin var. Polis denetlerse olur, ama onlar da bunu denetlemiyor. Niye bilmiyorum. Personel eksikliğinden mi, başka bir şeyden mi bilmiyorum, ama denetim yetkisi onlarda. Bakacaklar tamponu, lambası trafiğe uygun mu ona göre ceza verecekler, hatta trafikten men edecekler" yanıtını aldım.

        Ulaştırma Bakanlığı nın yaptığı denetimler de var, ama bu meseleyle ilgili değilmiş.

        "Biz ağırlık denetliyoruz ancak. Her yere kantar koyduk. Bakın mesela dün 4600 kamyonu kantara sokmuşuz. Kaçının tonajı yasal sınıra uygun çıkmış tahmin edebilir misiniz?"

        "500 mü?"

        "Nerede" diyor Bakan Yıldırım, 4600 kamyondan sadece "1" i izin verilen yük sınırının altında çıkmış. Gerisinin tamamı, izin verilenin birkaç katı ağırlıktaymış.

        Bakan Binali Yıldırım'la yaptığım konuşmadan anladığım şu oldu. Artık kamyon terörüyle mücadele meselesini İçişleri Bakanı Muammer Güler'den talep edeceğiz.

        Polis zoruyla kurallara uyacaklar.

        Polis zoruyla canlar kurtulacak.

        Trafik polisleri artık terörle mücadele polisi gibi olmak zorunda. Çünkü bu kamyon terörü, PKK dan daha fazla can alıyor.

        Üstelik onları durdurmak için görüşülecek bir İmralı da mevcut değil.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Aydınlanmanın önündeki engel zamanaşımı olmadığı zaman.

        Diğer Yazılar