Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YANLIŞ hatırlamıyorsam mayıs sonu gibiydi. Emniyet'ten cep telefonu numaramı istediler.

        Güldüm.

        "Yıllardır dinlediğiniz telefonun numarasını mı istiyorsunuz?''dedim.

        Arayan memur arkadaş da güldü.

        "Savcı bey rica etti, sizinle görüşeceklermiş''dedi.

        Verdim numarayı.

        Bir iki gün sonra telefon çaldı.

        Arayan savcı son derece kibar, İstanbul Adalet Sarayı'na davet etti.

        Kalktım gittim.

        Emniyet ve yargıdaki paralel yapıyla ilgili soruşturma kapsamında"mağdur''sıfatıyla ifademe başvurmak için çağırmışlar.

        Dosyayı çıkardı.

        Sadece benimle ilgili bölümü bile oldukça kalın birkaç klasördü.

        İki yıl boyunca dinlendiğimi söyledi savcı. Tarihleri verdi.

        "O kadarcık mı dinlemişler?''dedim.

        Biliyorum ki hâlâ dinleniyordur telefonum.

        Farklı sahte isimlerle telefon numaramı, daha doğrusu IMEI numaramı dinlemek için iki ayrı istihbarat şube müdürünün imzasıyla mahkemeden izin alınmış.

        "Ergenekon terör örgütüyle bağlantılı olduğum iddiasıyla.''

        Belli ki, bir suç işlenmemiş, suç icat edilecek kadar bir konuşma bile yok, bir şey çıkaramamışlar.

        Savcı sordu,"O tarihlerde özel bir şey oldu mu bu dinlemeleri yapmalarına neden olacak?''diye.

        O sıralarda Sabah Gazetesi'nin genel yayın yönetmeniydim.

        İki olasılık aklıma geldi.

        BiriHrant Dinkcinayeti sonrasıErhan Tuncel'in polis muhbiri olduğunu ve devlete çalıştığını ortaya çıkarmıştım.

        Bir de SavcıZekeriya Öz'ün Tarabya'daki Hâkim Evi'nde Amerikalı ve İngiliz istihbaratçılarla yaptığı bir toplantıyı Sabah muhabirleri fotoğraflamışlardı ve haber yapmıştık. (Sonrasında Sabah'a el koydular.)

        Onları söyledim.

        Hepsi bir ifade tutanağı haline getirildi.

        Savcı,"Şikâyetçi misiniz?''diye sordu.

        "20 yıldır beni dinleyen herkesten şikâyetçi oldum ama hiçbir şey çıkmadı. Olsam ne olur olmasam, ne olur''dedim.

        "Bu kez işler farklı. Bir şeyler olacak. Arkasını bırakmayacağız''dedi.

        "O zaman şikâyetçiyim''dedim.

        Tutanağı imzaladım...

        Sonrasında bu işin başındaki Cumhuriyet Savcısı ile sohbet ettik.

        İzin isteyip ayrıldım.

        Çıkarken kapıdaFikret Bilaile karşılaştık.

        O da aynı nedenle ifadeye geliyordu.

        Ve bildiğim kadarıyla yüzlerce kişi aynı nedenle mağdur olarak ifadeye çağrılmıştı...

        Gerekirse 500 bin gözaltı

        İFADE verdiğim davanın savcısıyla epey de bir sohbet ettik.

        Oldukça kararlı görünüyordu.

        "Bu meselenin sonuna kadar gideceğiz. Bu iş artık ulusal güvenlik meselesi olmuş. Ucu dışarıda, milli olmayan bir yapılanma. Hedefleri bambaşka''dedi.

        Ben "Cemaat'in eğitim işi iyiydi. Yurtdışında Türk okulları olması hoşumuza gidiyordu, ama Türkiye'de yargı ve Emniyet'te örgütlenme meselesini defalarca yazdık. O zaman biz suçlu olduk. Hükümet arkalarındaydı ve Cemaat'e bu konuda yol veriyordu. Biz bunları yazınca hükümet sahip çıkıyordu. Şimdi iş terse döndü, ama geçmiş olsun. Çok yaygın bir haldeler'' dedim.

        "Olabilir ama devlet gücü başka bir şeydir. Bunları söküp atar''dedi savcı büyük bir özgüvenle.

        "Zor'' dedim.

        "Türkiye böyle şeyleri yaşadı''dedi savcı.

        "12 Eylül'ü hatırlayın''dedi savcı,"O zaman 500 bin kişi gözaltına alınmıştı. Binlerce kişi mahkeme karşısına çıkarıldı. Gerekirse bu devlet bunu yine yapar kendini korumak için''.

        "Bu kadar büyük davalar genelde zamanaşımıyla sonuçlanıyor. 12 Eylül'ün büyük davalarının tamamı zamanaşımı nedeniyle sona erdi. O davaların idamla yargılanan sanıkları da sonra siyasetin etkin adamları oldu'' yanıtını verdim.

        Savcı,"Şu kadarını söyleyeyim Fatih Bey, bu organizasyonun amacı başka ve kökü Türkiye'de değil. Asıl amacı ve asıl niyeti bilen sadece tepede bulunan az sayıdaki kişi. Aşağıda yüz binler hayır hasenat yaptığını düşünerek bunların yanında. Onlar saf. Asıl niyeti bilmiyorlar. Bizim onlarla bir derdimiz yok.

        Onları da bu yapının elinden kurtaracağız aslında. Bizim hedefimiz, bu işin asıl amacını bilen ve dışarıdaki işbirlikçilerin menfaati için çalışanlar''dedi.

        "Asıl amaç dediğiniz ne?'' diye sordum.

        Anlattı.

        Kulaklarıma inanamadım.

        Onu da yazarım.

        Ama bugün değil.

        Haftaya...

        Sürçülisan herkese mahsus

        EKMELEDDİN İhsanoğlu'nu İstiklal Marşı'mızı bilmemekle suçlamak, gerçekten komik.

        "Ekmeleddin Bey'in babası İhsan Efendi, Atatürk devrimlerinden bazılarına kızan Mehmet Akif Ersoy ile birlikte Türkiye'yi terk ederek Mısır'a giden kişidir"diyeEkmeleddin İhsanoğlu'nun adaylığı açıklandığı gün yazdım.

        Mehmet Akif, İhsanBey'in ve haliyle ailesinin dostudur.

        Öyle ki,Mehmet Akifyıllarca çalışarak hazırladığı Kuran tefsirini ölmeden önceEkmeleddinBey'in babasına bırakmış ve"yakmasını''istemiştir.

        Ben hâlâİhsan Efendi'nin bu Kuran'ı yakmadığına veMehmet Akif'in Kuran tefsirininEkmeleddinBey'de olduğuna inanırım.

        Bunu kendisine her sorduğumda"Bende değil''dedi, ama bence ondadır.

        DahasıEkmeleddin İhsanoğlu, Akif'in eserlerini Arapça'ya çeviren kişidir.Akif'ihepimizden daha iyi bilir.

        EkmeleddinBey bir yerde İstiklal Marşı ile Çanakkale Şehitleri şiirini karıştırmış.

        İlginçtir, bir dönem Çanakkale Şehitleri içinAkiftarafından yazılan bu mersiyenin Milli Marşı'mız olması düşünülmüş, ancak daha sonraAkifİstiklal Marşı'nı yazınca bu fikirden vazgeçilmiş.

        Ama bence de iki şiir birbirine çok benzer.

        Mesela Çanakkale Şehitleri'ndeki o muazzam"Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar, taşlar / O rükû olmasa dünyada eğilmez başlar / Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor / Bir hilal uğruna, ya Rab ne güneşler batıyor''dörtlüğü ile İstiklal Marşı'mızdaki"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda / Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda / Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda / Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda''sanki aynı şiirin parçaları gibi değil midir!

        Üstelik de bilmemek başkadır, sürçülisan başkadır.

        İstiklal Marşı üzerindenEkmeleddinBey'e yüklenen Cumhurbaşkanı adayıErdoğandaMehmet Akif Ersoy'u anma gecesinde İstiklal Marşı'nın son kıtasını okurken,"Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal''mısraında"Olsun artık''bölümünü atlayıp"Dökülen kanlarımın hepsi helal''demişti.

        Sürçülisan olduğu için de kimse kalkıp"Başbakan İstiklal Marşı'nı bilmiyor''dememişti...

        Not:Anma gecesinin görüntüleri Youtube'da hâlâ var. Youtube yine yasaklanmazsa izleyebilirsiniz.

        Erkan kardeşimi taraftar terörü öldürdü

        FUTBOL terörü yine can aldı.

        Sabah Gazetesi Galatasaray Muhabiri arkadaşımızErkan Koyuncu'nun canını.

        "Bunun futbol terörüyle ne alakası var"falan demeyin.

        Tamamen onunla alakalı.

        5 tonluk, teröre dayanıklı kapının bir spor tesisinin girişinde ne işi var!

        Zaten yoktu.

        Geçen sene futbol teröristi taraftarlar kapıyı kırıp tesislere girince, yönetim saldırılara dayanıklı bu kapıyı taktırmak zorunda kalmış.

        Kıramasınlar, giremesinler diye.

        Sonuç!

        O kapı yanlışlıkla kapatılınca bir basın emekçisinin hayatına mal oldu.

        Erkan Koyuncu'nun katili taraftarlardır.

        İnsanlıklarından utansınlar...

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Bir yazara sövmek için önce yazılarını okuduğumuz zaman.

        Diğer Yazılar