Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Osmanlı’da böyle bir kurum olmasa da, efendisi olan padişahla nikâhlanan ilk cariye olan Hürrem için “imparatorluğun ilk kraliçesi” denebilir. Çünkü o, sadece kamusal alanda çok etkin olmakla kalmadı, Harem-i Hümayun’u kadınlarının ikametgâhı olmaktan çıkarıp siyasi nüfuz sahibi bir kuruma da dönüştürdü. Yetmedi, 16. yüzyılı paylaştığı Avrupa’nın büyük kadın hükümdarları ve hükümdar eşleriyle boy ölçüştü. Neredeyse Kanuni’ye eş bir saltanat kurdu ki, ondan sonra Osmanlı hiç eskisi gibi olmadı.

        Belki bu yüzden eleştirilerin de hedefinde olan bu tarihi kişilik, ABD’li tarihçi Leslie Peirce’in kaleminden yeni bir biyografiye konu oldu. Bu önemli bir çalışma zira bazı kesimler tarafından “lanetlenen” Hürrem, ilk kez toplumsal cinsiyet çalışmış ve bu konuda duyarlı bir kadın tarafından anlatılıyor. Peirce, dönemin koşullarını da başarılı bir şekilde yedirmeyi bilmiş kitabına. Hürrem’in hikâyesini yeniden okumayı size bırakalım ve Peirce’in ne dediğine bir göz atalım.

        Leslie Peirce
        Leslie Peirce

        “Doğunun İmparatoriçesi: Avrupalı Bir Köle Kızı Nasıl Osmanlı İmparatorluğu'nun Kraliçesi Oldu?” Kitabın özgün adındaki soruya sizin cevabınız ne? Sizce nasıl oldu? Veya şöyle sorayım: İmparatorluktan bunca kadın geçti, Hürrem’i Hürrem yapan yani aslında bir kadının mücadelesinin başladığı ve korkusunu yendiği yer neresiydi?

        Kitapta Hürrem’in o konuma nasıl yükseldiğini ve Haseki Sultanlık makamının işlevini nasıl değiştirdiğini açıklamaya çalışıyorum. İlk aşamada Eski Saray’da gördüğü ciddi eğitim ona nasıl davranması gerektiğini öğretti. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan’ın da Hürrem için önemli bir danışman olduğu, özellikle de Hürrem’in sarayın yeni yükselen yıldızı olduğu ortaya çıktıktan sonra bu rolü üstlendiği anlaşılıyor. Hürrem’in kariyeri boyunca, önce sultanın cariyelerinden biri, sonra da eş adayı olarak, iyi bir öğrenci olduğu belli. Süleyman’ın gözdesi ve çocuklarının annesi olduğunda, Osmanlı usulleri hakkında haliyle çok daha fazla bilgi sahibi olmuş ve kendine güveni de artmıştı. Korku hakkındaki sorunuz ilginç. Eğer kişi olarak cesaret sahibi idiyse, karşısına çıkan bu hünkâr cariyeliği yaşamının tehlikelerine kendiliğinden uyum sağlamayı bilmiş olsa gerek. Belki de kaçırılma ve köle yapılma tecrübesinden hayatta kalarak çıkması da ona yeni tehlikeler karşısında güven kazandırmış olabilir.

        “UFAK TEFEK, ZARİF AMA ÇOK GÜZEL DEĞİLDİ”

        Bu hikâyede “kadın Hürrem” veya “insan Hürrem”e dair sizin bir tarihçi ve kadın gözüyle gördüğünüz, ilginizi cezbeden neydi?

        En çok ilgimi çeken, türlü çeşit tehlikelere, meydan okumalara cevap verebilme kabiliyetiydi. İkballerinden sorumlu olduğu çok sayıda çocuk sahibi olması, herhalde içinde yaşadığı koşullara uyum sağlamak için elinden geleni yapmasının önemli nedenlerinden biriydi; ancak bu şekilde çocukları lehine faaliyet yürütebilirdi. (Tabii bu durum, Süleyman’ın en büyük oğlu Şehzade Mustafa’yı ve onun annesi Mahidevran’ı tutanlar arasında sevilmemesine de neden olmuştu.) Ayrıca Hürrem’in Süleyman’a yazdığı mektuplar da çok hoşuma gitti; o mektuplarda bir siyasetçi kimliği kadar, kadın ve insan kimliği de gayet iyi hissediliyor.

        Hürrem, nasıl diğer cariyelerin arasından sıyrılıp Süleyman’ın gözdesi oldu?

        Hayatının haremde geçen bu dönemi muhtemelen gözlerden en uzak kaldığı dönem. Çünkü Osmanlılar kadınlar, en azından hanedan ve çevresindeki kadınlar hakkında açık bilgiler kaleme almazlardı. Hürrem hakkında ilk yazılı bilgileri bir Venedik balyosundan (elçisi) öğreniyoruz. Pietro Bragadin, 1526 yılında sultanın yeni gözdesinin “genç ama zarif ve ufak tefek olmakla birlikte, çok güzel olmadığı” bilgisini geçmişti

        “KANUNİ’NİN EN YAKIN MÜTTEFİKİYDİ”

        Roxelana bir diplomat, bir yönetici ve Süleyman'ın değişen dünyaya ayak uydurmasına yardımcı olan bir modernleştiriciydi. Tarih ortada fakat tüm bunlara değmiş midir sizce? Ve Hürrem tarihi bu denli değiştirmek istemiş midir ya da o tarihin bir parçası olmaya gönüllü müydü?

        Güzel bir soru. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki hayatının başlangıcında, Hürrem’in genç bir köle olarak seçeneği yoktu. Süleyman ile aynı yatağı paylaşmak istememiş de olabilir. Ama sonradan aralarında güçlü bir bağ kurulduğu anlaşılıyor; belki bunda toplam altı çocuklarının ilk üçünün kısa sürede ve peş peşe doğması da etkili olmuştu. İkinci bir etken de, Hürrem’in hem iyi hem de kötü günlerinde Süleyman’ı giderek artan bir sadakatle desteklemesiydi. Sultanın yönetimdeki en yakın müttefiklerinden birinin Hürrem olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ayrıca Hürrem’in kendi ilgi alanlarını kurup geliştirdiğini de eklemek gerek: Avrupa hanedanlarıyla yazışma yoluyla kurduğu ilişkiler ve belki onun için en önemlisi, hayırseverlik faaliyetleri buna örnek gösterilebilir. Hürrem’in hatta Süleyman’ın bile tarihin akışını değiştirmeyi amaçladığından emin değilim, ama bence her ikisi de imparatorluğun esenliği için en iyisi olduğunu düşündükleri şeyleri yaptılar; bu da bazen değişimi gerektirir.

        HÜRREM SULTAN (Leslie Peirce / Çev: Renan Akman / İş Kültür Yayınları)
        HÜRREM SULTAN (Leslie Peirce / Çev: Renan Akman / İş Kültür Yayınları)

        “ADI CADIYA ÇIKARILMIŞTI”

        İnsanların Hürrem’e karşı aşkını-ilgisini neye bağlıyorsunuz? Hakkında bu kadar kitap, film vb. olmasını neye bağlıyorsunuz?

        Aslında Hürrem yaşamında o kadar çok sevilen biri değildi. Bazı çevrelerde adı cadıya çıkarılmıştı. Bunun en büyük sebebi, Süleyman’ın büyük oğlu Mustafa’nın katlinden Hürrem’in sorumlu tutulmasıydı; Hürrem’i suçlamak eleştiri oklarını Süleyman’a yöneltmekten daha kolaydı ne de olsa. Ne yazık ki bazı tarihçiler bu görüşü asırlar boyunca giderek pekiştirdiler. Bunu üzülerek söylüyorum ama tarihteki güçlü kadınlar sık sık “fazla güçlü oldukları” için suçlanmışlardır. Bence Hürrem’in günümüzdeki şöhretinin ve hayran sayısının en önemli nedenlerinden biri, “Muhteşem Yüzyıl” dizisi. (Bu söylediğim tüm dünya için geçerli: New York’ta oturduğum apartmanın kadın kapıcısı birkaç yıl önce bana parmağındaki sahte zümrüt yüzüğü gururla göstermiş ve “Sizin prensesin yüzüğünü taktım” demişti.)

        Hâlâ yer yer nerelidir, nereden gelmiştir gibi pek çok konuya özne olan bir kadından bahsediyoruz. Sizce gerçekte ne kadar tanıyoruz Hürrem’i? Osmanlı tarihindeki yerini hâlâ bir kadın figürü üzerinden mi kodluyoruz, yoksa imparatorlukta değişime yol açan bir etken-öncü biri olarak mı?

        Hürrem’in nereli olduğu ve hayatının ilk dönemleri hakkında çok az güvenilir bilgi var. Kitabın ikinci bölümünde, gerçek olmaya yakın bilgiler ⎼bugünkü Ukrayna’dan kaçırılmış, Hıristiyan bir köylü kızı⎼ ile zaman içinde Hürrem etrafında örülmüş hikâyeler arasındaki ayrımı koyuyorum. Bu hikâyelerden bazıları çok eski, çünkü Hürrem’e yönelik ilgi, Süleyman’ın gözdesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nda güçlü bir figür olarak kazandığı şöhretin etkisiyle daha o yaşarken başlamıştı. Ben Hürrem’i hem siyasi açıdan öncü bir figür, hem de bir kadın olarak kodluyorum; bu ikisi onunsıra dışı kariyeri içinde birbirinden ayrılamayacak iki özellik olarak beliriyor.

        “DİZİYİ SEYRETMEK BANA FAYDALI OLDU”

        Muhteşem Yüzyıl dizisinden çok şey öğrendiğinizi söylüyorsunuz. Dizi aslında tarihsel gerçekler açısından bazı noktalarda eleştirilmişti. Sizin de eleştirileriniz var mı ve bu dizinin hem Türkiye hem dünyada bu kadar ilgi görmesini neye bağlıyorsunuz?

        Dizinin amaçladıklarıyla benim amaçladıklarım çok farklı olsa da Muhteşem Yüzyıl’ı seyretmek benim için yararlı oldu. Örneğin TV dizisinde şehzadeler çok önemli rollerdi, bu da bende onlara kitapta daha fazla yer verme isteği uyandırdı. Buna ek olarak, dizide ve benim kitabımda Osmanlı hanedanının hizmetine alınan esirlerin kaderine ilişkin ortak bir kaygı var.

        16. yüzyıldan bir Osmanlı figürünün hayatını kaleme alırken karşılaştığınız en büyük sorun sanırım kaynak eksikliği olsa gerek; bunu nasıl tamamladınız?

        Hürrem’in hayatı hakkında güvenilir tarihi kaynakların eksikliği ciddi bir sorundu. Ama neyse ki kişiliğini ve amaçlarını anlamamıza yardım eden başka tür kaynaklar mevcut ⎼örneğin hayratları (özellikle de İstanbul’daki Haseki külliyesi). Bu eserlerle ilgili belgeler Hürrem’in imparatorluğa nasıl bir katkı yapmak istediği konusunda bir fikir veriyorlar.

        Burada bazı tarihçiler, Osmanlı’nın çöküşünü hep cariye sultanlara, bir anlamda onların “entrikalarına” bağlar. Sizce böyle bir etkileri oldu mu?

        Daha önce de belirttiğim gibi, tarihçilerin tarihteki olumsuz gelişmelerden kadınları sorumlu tutması az rastlanan bir olay değil. Kadınları elverişli günah keçileri olarak görüyorlar. Son biyografiler İngiltere’de itibarını iade edinceye kadar, Anne Boleyn de aynı durumdaydı. Mısır’ın Ptolemaios hanedanından son firavunu olan Kleopatra bile, ilk önce Romalı generalleri baştan çıkaran kadın olarak hatırlanır. Günümüzde tarihteki kadınlara duyulan ilginin ve kadın tarihçilerin artması sayesinde, durum çok daha iyi.

        *

        İKİ TAVSİYE

        Orwell, Huxley, Le Guin ve daha birçoklarına distopya ilhamını veren yazarın; ne özgürlük ne demokrasi ne birey, gelecekte sadece matematik ve mantığın hüküm sürdüğü eseri… Atom bombasının kullanılmasının gerçek sebebinden, Don Kişot hakkındaki yanlış anlamalara, Kolombiyalı yazardan “çarpıtma”nın kitabı.

        Biz (Yevgeni Zamyatin / İthaki)

        Diğer Yazılar