Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HAYVANLARIN GİZLİ YAŞAMI (Peter Wohlleben / Çev: Zehra Aksu Yılmazer / Kolektif)

        2018 başında Türkçe’de yayımlandığında yılın kitapları arasına almıştım “Ağaçların Gizli Yaşamı”nı. Doğaya tarifsiz bir tutkuyla bağlı olan 1964 doğumlu Alman yazar Wohlleben, ormancılık eğitimi aldıktan sonra 20 yıl orman müdürlüğünde çalışmış, sonra ağaçlar üzerine geliştirdiği fikirleri doğa dostu yöntemler kullanarak uygulamak için Hümmel köyünün tahsis ettiği ormanlık alanı yönetmeye başlamıştı. Müthiş örneklerle ağaçların nasıl acı çektiğini, aile kurduğunu, iletişimde bulunduğunu anlatıyordu kitapta. Önce onu alın okuyun (Kitap Kurdu), ardından da bu kitabını. Wohlleben, adı üstünde bu kez hayvanların dünyasına götürüyor bizi. Yine çok çarpıcı, “biz de canlı mıyız” dedirten örnekler var kitapta: Aşık olan kargalar, akrabalarının isimlerini bilen sincaplar, birbirlerine adlarıyla seslenen kuzgunlar, kendi yaptıklarına kafa yorup pişman olan sıçanlar, tavuk kandıran horozlar, sadık domuzlar, utangaç atlar, yas tutan geyikler, yavrularını eğiten keçiler (bizim ücreti mukabilinde vurdurduklarımızdan)… Yazarımız, diğer canlıların ne kadar “canlı” olduğunu anlatarak insanlığımızın zayıflığını yüzümüze vurmaya devam ediyor. Kaçırmayın.

        REKLAM

        *

        DOKUNMANIN GÜCÜ ÜZERİNE (Wilhelm Schmid / Çev: Tanıl Bora / İletişim)

        Şimdi çoğunlukla elimizdeki cep telefonu ya da tabletimiz üzerinden algıladığımız hareketin felsefi ve hayati önemini anlatıyor Scmid. Analogdan dijitale evrilen hayatımızda dokunmanın gücü üzerine derinlikli düşünmemizi sağlıyor. Alman felsefeci bir süre hastanede çalışmış ve dokunmanın insanlar için nasıl bir anlamı olabileceğini o zaman idrak etmiş. Fark etmiş ki, yataklarının başucunda oturduğu yaşlılar elini bir türlü bırakmak istemiyor. Yine fark etmiş ki, hekimler hastalarının üst kolunu tutarak konuştuklarında onlarla daha fazla yakınlık kuruyorlar. Kuzey ülkelerinin dokunmacı kültürler olmadığını, buna daha çok güney güneşinin altında rastlandığını hepimiz biliyoruz. Schmid bunu kuzey için “eksiklik” olarak görüyor. Coğrafi farkın yanı sıra tarihsel olarak da dönem dönem ayıplanmış dokunmak. Şimdi ise dijital dünyadan kaynaklanan yeni bir perhizcilik söz konusu. Bir de tabii istenmeyen, “zorla” dokunmalar var ki, o da meselenin üzerinde durulması gereken daha önemli boyutu. Hep yaşama sanatından bahsedenlere, bir de dokunma sanatı olduğunu hatırlatıyor kitap.

        *

        MATEMATİKSEL İMHA SİLAHLARI (Cathy O’Neil / Çev: Akın Emre Pilgir / Tellekt)

        Dünyanın kafasındaki soru bu aslında: Bilişim ve iletişim teknoloji sayesinde bu kadar ilerlerken biz (ülkeler ve insanlar) nasıl oluyor da giderek içimize kapanıyoruz. Bilgi alma ve diyalog imkânının sınırsız olduğu dünyada demokrasi, özgürlük ve adalete daha çok yakınlaşmamız gerekirken nasıl oluyor da otoriterleşiyor ve totaliterleşiyoruz. Ve özetle, neden giderek daha kaygılı ve mutsuzuz? Harvard’lı veri bilimci, matematikçi ve analist O’Neil da aslında bir anlamda bunun cevabının arayışında. “Büyük Veri” dediğimiz Big Data’nın demokratik değil karanlık yüzü üstünde duruyor. Yaşamlarımızı etkileyen büyük kararlar matematiksel modeller tarafından verilirken ve bu, daha fazla adalet sağlaması gerekirken ayrımcılığın nasıl daha da güçlendiğini sorguluyor. Hayatımızın kritik dönemlerinde, üniversiteye giderken, borç para alırken, iş bulup çalışırken ve hatta bir buluşma sitesinde biriyle “eşleşirken” bizi yöneten algoritmaların, matematiksel modellerin nasıl bir imha silahına dönüşebileceğini anlatıyor. Bu modellerin şeffaflık ve tartışılır olmaktan çok uzak olduklarını, siyasetçilerin sorumluluk alması gerektiğini vurgulayarak…

        REKLAM

        *

        YAZMA SANATI (Stephen King / Çev: Gökçe Yavaş / Altın)

        İşte bir yeniden baskı; ama güncelliğini hiç kaybetmeyecek bir yazar ve konu. Gerilimin ustası, bu kez yazmak üzerine yazmış. Ona bu konuda söylemeye değer bir şeyleri olduğunu düşündüren şeyse, kimsenin ona “dil”i sormamasıymış. King, “DeLillo’lara, Updike’lara, Styron’lara soruyorlar ama popüler yazarlara sormuyorlar. Buna rağmen biz emekçilerin çoğu da kendimizce dile önem veriyoruz, hikâyeleri kâğıda aktarma sanatını tutkuyla önemsiyoruz” diye sitem ediyor. Kitapta bu sanata nasıl bulaştığını, bu sanatla ilgili bildiklerini ve bunun nasıl yapıldığını anlatıyor. Çocukluğundan kariyerinin başlangıcına ve 1999’da geçirdiği ölümcül kazaya uzanıyoruz King’le beraber. Aslında daha çok, yazmayı nasıl öğrendiğini anlatıyor ve cesur olanların da aynı yolda yürüyebileceğini belirtiyor. Yola çıkmak isteyenlere ilk sözü ise şu: “Yazmanın amacı para kazanmak, ünlü olmak, sevgili bulmak, sevişmek ya da arkadaş edinmek değildir. Sonuçta amaç, eserinizi okuyacak insanların hayatlarını ve kendi hayatınızı zenginleştirmektir. Amaç uyanmak, iyileşmek ve başa çıkmaktır, tamam mı? Mutlu olmak.” Yola çıkacaksanız bir düşünün siz de.

        *

        DELİBO (Murat Uyurkulak / Can)

        2002’de yayımlana “Tol”dan bu yana kendi tarzını ve okurunu oluşturmuş –bakın oluşturmuş diyorum, bulmuş demiyorum, zira bazı yazarlar okurlarını yeniden biçimlendirir- bir isim o. “Har” ve “Merhume” ile artık iyiden iyiye bir Uyurkulak tarzından, dilinden bahsedebiliriz. Aşağı yukarı yirmi yılda dördüncü romanı da geldi ki bu zamanlama da onun başarısında bir etken aslında: “Delibo.” İzmir sokaklarındayız. Yusuf, 18 yaşındayken terk ettiği Bornova’ya yıllar sonra geri döner. O sırada hatıralarında önemli bir yeri olan, mahallelinin gözbebeği Deli İbrahim’in ortadan kaybolduğunu öğrenir. İşin garibi çocukluk aşkı, bugünün ünlü dizi yıldızı Yasemin de onun peşine düşmüş, Bornova’ya gelmiş ve Yusuf’tan yardım istemektedir. Bir aşk romanı bu. Yaralı Yusuf’un kurtulamadığı sevdasını anlatıyor. Ama aynı zamanda içinden bir türlü çıkamadığımız sosyal mevzuları da işliyor bize; haksızlık, yoksulluk, eşitsizlik, sıkıntılı aile ilişkileri gibi… Yasemin’in Delibo’yu, Yusuf’un Yasemin’i aramasının sırrını bulmaya çalışırken kendimize dair de çok şey gözümüze çarpıyor romanda.

        REKLAM

        *

        GIDANIN GELECEĞİ (Amanda Little / Çev: James Cem Yapıcıoğlu / Profil)

        Daha da kalabalık, ısınmış ve akıllı bir dünyada ne yiyeceğiz? Çevre ve inovasyon üzerine çalışan ödüllü gazeteci ve üniversite hocası Little, üç yılda 11 ülke ve ABD’nin 13 eyaletini dolaşarak bu soruya cevap aramış. ABD’deki elma bahçelerinden Şanghay’daki otomatik organik tarım tesisine, Norveç balık çiftliklerinden Etiyopya’nın açlıkla boğuşan bölgelerine gezmiş durmuş. Bu araştırmada yolu California kanalizasyonlarına, ABD Ordusu Araştırma Laboratuvarı’na, Mumbai üzerindeki muson bulutlarına bile düşmüş. Genetiği değiştirilmiş gıdalar, çiftlik balıkları, laboratuarda yetiştirilmiş etler, yetişkin mamaları, 3D yazıcıyla üretilmiş yiyecekler; hepsi üzerine tefekkür etmiş. Gıdanın geleceği parlak mı, yoksa hiç olmadığı kadar karanlık mı; bunu incelemiş. Sonuca okuyunca siz karar vereceksiniz ama projeksiyonlar hiç de parlak değil: İklim değişikliği sebebiyle küresel gıda üretimi giderek azalacak; su kaynakları iyice tehlike çanları çalacak; artan nüfus yüzünden gıda fiyatları 2050’de neredeyse iki katına çıkacak. Ama çözümler, yeni fikirler, olasılıklar da var ve kitap onları da anlatıyor.

        *

        UNUTKAN AŞK (Nermin Bezmen / Doğan Kitap)

        Aklıma Iris Murdoch’la kazındı bu hastalık. İrlandalı yazar, 1999’da 79 yaşında öldüğünde ağır bir Alzheimer hastasıydı. Eşi John Bayley, 1950’lerde Oxford’da başlayan aşklarını ve aradan geçen 40 yılda yazarın Alzheimer’a yakalanmasını kitap yapmıştı. Son derece dramatikti. Bir dönem birlikte çalıştığımız, “Kurt Seyt&Shura” ile yazarlıkta adından iyice söz ettiren Nermin Bezmen de benzer bir aşk ve aynı hastalıkla karşımıza çıkıyor yeni romanında. Maya zeki, renkli, yaratıcı bir kadın, başarılı bir yazardır. 20 yıldır ona âşık, duygusal, gözde sanatçı Atlas ve çocuklarıyla beraber mutlu bir aileleri vardır. Ta ki o kimliği yok eden, illet hastalık dünyalarını karartıncaya kadar. Sevdiği kadının kendisini bir gün hiç hatırlamayacağını, bütün sevişmeleri unutacağını düşünmek Atlas’ın içini yakar. Ona hasret kalacağı günlerin acısını çıkarırcasına sarılır karısına. Maya şöyle söyler Atlas’a: “Bu dediklerimi unutma. Benden, benimle olan kendinden kaçmak isteyeceğin günler olursa, tereddüt etmeden uzaklaş… Ama çok uzun değil. Geri dön tekrar. Ben hatırlamasam bile dön…”

        Diğer Yazılar