Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Siyasetin 1980’lerde yerleşik tekerlemesi şöyleydi:

        “Bakırköy’ü alan İstanbul’u alır, İstanbul’u alan Türkiye’yi kazanır...”

        İstanbul’un başka semtleri daha fazla büyüyünce ilk bölümü atıldı ama son bölümü bugün de siyasetin tekerlemesi olmaya devam ediyor.

        Buna neden de İstanbul’un hem nüfus hem de seçmen sayısı açısından Türkiye’nin en büyüğü olmakla kalmayıp baskın kozmopolit yapısı ile öteki vilayet ve bölgeleri etkileme gücü…

        Dolayısıyla her seçim siyasal partiler açısından İstanbul, “kesin kazanılması gereken” en önemli büyükşehir olarak görüldü.

        Ancak merkez dışında fazla etkinlik gösterememesi, bu alanlara sağ seçmenin hakim olması sol partilerde zaman zaman kırılganlıklara yol açsa da yine de 7 tepeli şehri kazanmak en önemli hedef haline geldi.

        AK Parti’nin büyükşehirde 1994’ten bu yana hakim parti haline gelmesi ve daha fazla milletvekili çıkarması bir süre sonra sol partileri yeni güç merkezi arayışına itti.

        ÖTEKİNİ ETKİLİYOR

        Bir süre sonra da kendiliğinden oluştu…

        Ege ve özelinde İzmir CHP’nin güç merkezi haline dönüştü.

        Daha fazla milletvekili çıkarmanın yanında, daha çok delegeye sahip olması, Anadolu’nun diğer bölgelerindeki sol seçmeni de etkilemesi ve çevresindeki kentler açısından belirleyici rol model oluşturması bir anda İzmir’i CHP’nin güç çekirdeği haline dönüştürdü.

        CHP’de büyükşehir adayı belirleme sürecinde yaşananlara bu açıdan bakıldığında neden bir türlü isim belirleyemediği daha iyi anlaşılır.

        Çünkü güç dağılımında denge bir türlü tutmuyor.

        Biri tercih edildiğinde diğerini aşağı çekerken, ötekinin muhalefetini güçlendiriyor.

        Aday olmamaya kamuoyu önünde karar verdiği halde, tekrar aday adaylığını açıklayan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun sözlerini ve davranışını da bu çerçeveden okumak gerekiyor.

        HEDEFİ 1 NİSAN

        Çünkü Kocaoğlu, Muharrem İnce’nin seçim sonrası olağanüstü kurultay atağında başı çekiyordu.

        O dönem İzmir delegelerinin yarısının olağanüstü kurultay için oyunun toplanmasında başat rol üstlendi; İzmir Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Tuncay Özkan’ın devreye girmesiyle bazı delegeler vazgeçirildi.

        Dolayısıyla bugünü okumak için yakın geçmişe bakmak yeterli…

        İzmir’de seçim aslında 31 Mart’a odaklı değil, 1 Nisan’a endeksli…

        Yani yerelin iktidarı yerine partinin iktidarına hedefli…

        Durum böyle olunca seçimin nasıl kazanılacağından veya kiminle kazanılacağından daha fazla, kimin olacağı önem arz ediyor…

        Özetle, güç çekirdeğini kimin ele geçireceğine odaklı sürece tanıklık ediliyor…

        Böyle okununca CHP’nin İzmir’de yaşadıkları daha anlaşılır hale geliyor…

        REKLAM

        ***

        REKLAM

        CHP’nin hedefi vakıf kurmak

        Söz CHP’den açılmışken oradan devam edeyim…

        CHP Dış İlişkiler Başkan Yardımcılığına Büyükelçi Ünal Çeviköz’ün gelmesinden bu yana farklı bir model işlemeye başladı.

        CHP’nin dış politika söylemleri daha ayağı yere basar hale gelirken, gelecek öngörülerine yönelik beklentileri de daha gerçekçi oldu.

        Çatışmadan uzak ama bir o denli de etkili siyaseti sahaya yaydı.

        Çeviköz, hafta içinde de, “Dış politikada Türkiye’nin en iyileri CHP’de olmasına karşın parti bunları kullanmayı başaramıyor” eleştirilerine son veren bir adım attı.

        CHP’nin geçmiş dışişleri bakanları ile diplomasi alanına imza atmış emekli büyükelçilerini, “Dış Politika Kurulu” adı altında bir araya getirdi.

        Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Osman Korutürk, Faruk Loğoğlu’nun da arasında bulunduğu 10 isimden oluşan yeni kurul için gelecekte hedeflenen ise biraz farklı.

        Çeviköz’ün hedefi Almanya’daki partilerin dış politika oluşturmasında en önemli aracı kurumu olan vakıflara benzer bir yapıya dönüştürmek.

        Yani, nasıl ki Alman Sosyal Demokrat Parti’nin Friedrich Ebert Stiftung veya FDP’nin liberal Friedrich Naumann Stiftung für die Freihei ya da SDU desteğindeki Konrad Adenauer varsa, benzer bir vakıf yapısının CHP desteğinde oluşturması hedefleniyor.

        Hem CHP hem Almanya’daki vakıfların dünyadaki etkileri düşünüldüğünde Türkiye için, daha önemlisi yılların birikimine sahip akil değerlerin üretime devamı açısından önemli bir adım…

        ***

        Aslında kim ne diyor?

        Aslında politikalarında değişiklik yok, sadece ABD’nin çekilme kararıyla kalkan örtünün ortaya çıkardığı gerçekler var…

        Şunu baştan söylemeliyim, herkes de farklı üslupla aynı şeyi söylüyor, birileri bize daha sıcak görünse de hepsi ülkesinin devlet politikasını dile getiriyor.

        Birinin dediğinin özde diğerinden farkı yok, sadece yöntem ve üslupta nüans var…

        ABD Başkanı’nın tweet'i ile öfke paratoneri Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton’un sözleri arasında bir fark olmadığı gibi, iki gündür Ankara’da temaslarda bulunan Cumhuriyetçi Parti Senatörü Lindsey Graham’ın açıklamalarının içeriği de farklı değil.

        Graham dünkü basın toplantısında Türkiye’nin hassasiyetlerini önceledi, bu konuda daha dikkatli olunması gerektiğini söyledi.

        Bunlar tamam ama zaten Beyaz Saray’da kim varsa hepsi yıllardır benzer cümleleri dile getiriyor.

        En önemli konu ABD’nin çekilmesi halinde oluşacak boşluğun nasıl doldurulacağı, 20 millik tampon bölgeye kimlerin yerleşeceği, burada Türkiye’nin olup olmayacağı konusunda tek kelime edilmiyor.

        Graham, bir yandan “Müttefik Türkiye’yi korumalı ve Suriye’de Türkiye için ortaya çıkardığımız (YPG/PKK) sorunu çözmeliyiz” derken, devamındaki cümlede, “Bizimle DAEŞ’e karşı savaşanlara da bir şeyler borçluyuz…” sözleri YPG’ye desteğin göstergesi değil mi?

        Bir sonraki cümlesi ise aynen şöyle:

        “Türkiye bizim silahlandırdığımız kişilerle muhatap olmak zorunda kalacak. Suriye'den plansız bir şekilde çekilme kaosa neden olur. Bunun Türkiye için felaket olacağını Başkan Trump'a söyledim…”

        Yani, PYD o denli güçlü bir yapı mı ki “Türkiye için felaket” olacak?

        “Menbiç Cenevre’ye gidişin ilk basamağıdır” cümlesiyle kentte Türkiye’nin kontrolü dışında her kesimin içinde olduğu yapıyı kastettiği de açık değil mi?

        Dolayısıyla giden daha çıplak, gelen kadife giydirilmiş konuştu; içeriğinde üslup dışında fark yoktu…

        LAVROV’UN AÇIKLAMASI

        Bu açıdan bakıldığında belki de coğrafyanın verdiği özellikten kaynaklansa gerek Rusya daha dürüst ve açık söylemde bulunuyor.

        Niyetini net koyuyor…

        Bunu görmek için Lavrov’un son üç gündür söylediklerini okumak yeterli.

        Önce 2018’i değerlendirdiği basın toplantısında önerilen 20 millik tampon bölgeye Şam güçlerinin yerleştirilmesi gerektiğini söyledi.

        PYD ile Şam rejimi arasında gerçekleşen görüşmeleri desteklediklerini, adını tam söylemese de tarif ettiği şekliyle Kuzey Irak modelini arzu ettiklerini belirtti.

        Çok daha önemli mesajını İdlib için verdi, operasyon hazırlığında olduklarına işaret etti.

        İDLİB OPERASYONU

        Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ile önceki günkü görüşmesinde şöyle dedi:

        “İdlib’de silahsızlandırılmış bölge kurma mutabakatına rağmen El Nusra’nın bölgede hakim olması ve oradaki düzeni ihlal etmesi bizi endişelendiriyor. Bu bölgenin yaklaşık yüzde 70’i teröristlerin elinde ve teröristler oradan Suriye ordusunun mevzilerine, yerleşim birimlerine ateş açmaya ve hatta Hmeymim’deki üssümüzü tehdit etmeye çalışıyorlar… Suriye’deki en ciddi sorunlardan biri... Suriye topraklarındaki bu son terör yuvasının sonsuza dek varlığını sürdürmesi imkansız…”

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 23 Ocak Çarşamba günü günübirlik gerçekleştireceği Moskova ziyaretinin ağırlıklı maddesinin de İdlib olacağı kayda geçirildi.

        ÖN KESMEK

        Ankara’da Fırat’ın doğusuna odaklanıldığı bir dönemde aslında batısının daha önemli gelişmelere gebe olduğu görülüyor.

        Ya da Türkiye’nin doğuya hareketini geri çevirmek için herkes el birliği etmiş görünüyor.

        Bunun yanına son dönem Menbiç’te Rus askerlerinin YPG ile devriye atmasını koyun…

        Al Bab operasyonu sonrası aynı gelişmelere tanıklık edildiğini anımsayın…

        Suriye’de nereye doğru gidildiğini anlamaya yeter…

        Diğer Yazılar