Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Siz hiç "kadın gibi kadın" dendiğini duydunuz mu?

        "Adam gibi adam" derler mesela…

        Yasası bile adamına göredir.

        Çünkü hayatın tüm aşamaları erildir, yarattığı tahakküm altında kadını "bedensel güvensizlik, hatta sembolik bağımlılık halinde tutmak gibi etkiye" sahiptir.

        Çünkü kadın algılanan varlıktır…

        Her şeyden önce başkalarının bakışıyla var edilir; hatta o bakış için var olur.

        Sıcakkanlı, çekici, el altındaki nesne olmasıdır kendinden beklenen.

        Ölçülü, edepli, feragatli, oturup kalkmasını bilen, kahkahayı unutmuş, itaatkâr, ağır başlı, kendini geri plana atıp, erkeğinin egosunu şişiren dişidir olması istenen.

        Erilin tahakkümüne boyun eğendir.

        Sadece erkeğin değil, başka kadınların bakışıyla da varoluşunun yapı taşları dizilir; kadının süsü kadınadır.

        Yaşam alanından çıkıp, hayata adım attığı anda sinsi bir tiyatro oyununun başrol oyuncusu haline çoktan getirilmiştir.

        Dikkat çekme, beğenilme, hissettirmeden göstererek bakışları toplamadır hayat sahnesinde kendinden beklenen…

        Oyundan bir adım çıkmaya görsün; “ehe ehe…” diye hafif öksürük ile başlayıp, "Fesuphanallah" şahlanışıyla perde arkasından yükselen sufleler anında sahneye döndürür.

        Başkalarının bakışına zincirlenmiş, kürek mahkumudur sahnenin.

        Var olmak istediği beden ile gerçek vücudu arasında ömür boyu devam eder ayna karşısındaki mücadelesi.

        Aynadaki görünenin hırsı, gereksiz arayışlara iter; sahte organikliklerde arar mükemmelliği.

        Aslında aradığı, bedenini taşıma ve sunum biçimine ne kadar paha biçileceğini ölçme çabasıdır.

        Ondan dolayıdır ki bağlandığı mutfakta her daim diyet halindedir.

        Diziler, filmler, markalar, hızına yetişilmeyen moda ve giyim malzemesine odaklı spor, tuzu biberi, salçalı sosudur dayatılan yaşamının.

        Yoksa adı üzerinde eksik etektir…

        Çevresindeki hayatın biçtiği yaşam baştan eksiktir.

        Uzatırsa kurtulacağını sandığındandır diz altına kadar indirmesi.

        Oysa erkek egemendir onu bu halde bırakan.

        Bez parçasıyla örtülmesini beklediği de kadının iffetinden çok gözünün namussuzluğudur.

        Doğuştan aşılanan, dizginleyemediği vehmedilmiş güçtür tahakkümünü dayatan.

        Hiç kız çocuğu için “Göster bakalım amcana” denildiğini duydunuz mu?

        Oysa çok çabuk öğrenir, rahatça da sergiler “Göster bakalım teyzene” diye gururla tavsiye edileni…

        O vehmin tahakkümüyle ömür boyu ezdiği yetmez gibi, ömrü almayı da kendine bahşedilmiş hak görür.

        Bilir ki yasalar da korur.

        Afla özgür; giden de öldüğüyle kalır.

        Yargı ve yasama da meseleye öyle bakar.

        Önemli olan yasa değil, piyasa yapmaktır.

        Akıttığı gözyaşlarının, tepkisinin medyaya yansıma oranıyla ilgilidir; ondan dolayıdır ki kendinden daha çabuk dayandığı piyasa olayı unutur.

        Bundandır yasa tekliflerinin kadın cinayetine kurban gidenlerin adı başlık yapılarak hazırlanması.

        “Ayşe Paşalı” diye başlar, çok geçmez “Münevver Karabulut” olur; reddedilir, “Özgecan” adını alır...

        Sonraki yasama dönemine dahi kalmadan da kadük olur.

        Yarın da “Emine Bulut”, “Tuba Erkol” adını almayı bekler.

        Yasa teklifinin öldürülen kadının ismiyle sunulmasının gerisindeki gerekçe de ortadadır; eril tahakkümüyle sınırları tayin edilen alandan çıkmamış, yaşamını iffetiyle sürdürmüş, masum birinin neden öldürüldüğünü sorgulamaktır yaptığı.

        Sanki iffetli olmayan kadın ölmeyi hak ediyormuş gibi davranır.

        Erkek egemen Anayasa Mahkemesi de bunu ilke kararı haline getirir.

        Her ne kadar 2005 düzenlemesinde Ceza Yasası’ndan çıkarılmış olsa da “fuhuş yapan, kocasını aldatan, sevgilisiyle yaşayan kadına tecavüz hakmış” zihniyetiyle bakar; erkeğe ceza indirimi bahşeder.

        Yaşam hakkını, insan canını, iki bacak arasına sıkıştırır.

        Aslında aşağı indirdiği pantolon cezası değil, vicdan eşiğidir.

        Yasama ve yargının tepesi böyle yapınca, sokaktaki eril hödük de kendi yasasının iffet sınırını belirleyip, cinayetine gerekçe yapar.

        Cinayetine gerekçeyi, iskarpin ve kravatla , “namus saikiyle” diye bağladı mı, mapushanenin demir parmaklıkları buz olur erir.

        Dışarı çıkınca gider bir cinayet daha işler ya da "Bu kadar kolaymış" diye emsal oluşturur.

        Yasa düveni, yaşamları sap gibi öğütürken, suç kadar karmaşık bir yapı sanılır ki ceza artırımıyla tükenir.

        Balık hafızası unutmuştur kadına karşı cinayetin suçu 24 yıl iken, ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildiğini…

        Olsun; önemli olan yasa değil, piyasadır.

        Telefonunu ambulans çağırmak yerine, kadının yaşama vedasının görüntüsünü sosyal medyaya verebilmek için kullanması da piyasa tutkusunun bir başka tecahülüdür.

        Toplumun bizatihi kendisi, dayattığı yaşam biçimi, gösterdiği hayat yoludur kadın cinayetinin sorumlusu.

        Koruması gereken bakışlara, namusuna, iffetine, törelerine, bir de canı eklendiği için bu çağda zordur kadın olmak.

        Diğer Yazılar