Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ŞU cümleyi AK Parti ve CHP’nin kamuoyu oluşturma süreçlerinde yer alan yetkin isimlerinden duydum:

        “İYİ Parti’nin sosyolojik tabanı diğerlerinden farklı…”

        Nedenini sorguladığımda da bana verilen yanıt aslında birbirinden de çok farklı değildi.

        Hatta örneklemeleri dahi:

        “İYİ Parti seçmen kitlesinin en önemli özelliği oldukça katı bir yapıları olması; HDP seçmeni gibiler, partilerinden hemen vazgeçecek durumda değiller. Bütün kamuoyu araştırmaları da bize bunu veriyor. İYİ Parti yönetimi gücünü, AK Parti ve MHP’ye itirazdan alıyor…”

        “O TABAN GELİR Mİ SANIYORSUN?”

        Cumhur İttifakı’na katılacağına yönelik sözler çıktığında da İYİ Parti lideri Meral Akşener ile konuşurken aynı yaklaşımı duymuştum:

        “Böyle bir şey olmaz ama, haydi deyin ki ben gittim; o taban benimle gelir mi sanıyorsunuz? Bunu söyleyenler bu tabanı tanımıyor…”

        Akşener'in bu sözlerinin teyidi de dünkü ziyareti sırasında ülkücü hareket içinden gelen Yozgat Yenifakılı Belediye Başkanı Soner Yalçın'ın imkansızlığı anlatmak için kullandığı şu sözleriydi:

        "Bazı vatandaşlar bize gelip AKP’ye geçecek misiniz? diye soruyor. Ben de onlara 'TKP’ye geçeriz AK Parti’ye geçmeyiz' diye cevap veriyorum...”

        Hem genel hem de yerel seçim döneminde Türkiye’yi dolaşırken aynı gözlemi yapmıştım.

        Bu denli badireden geçmiş olmasına karşın kamuoyu yoklamalarında hala etkili bir şekilde çıkıyor olmasının gerisinde yatan neden de bu olsa gerek.

        Madem sosyolojik tabanı bu denli sağlam…

        Bu durumda bir süredir iki tarafın da birbirine karşı denediği ittifak çatlatma oyununda, İYİ Parti üzerinde yoğunlaşan gelişmelerin nedeni ne?

        Görünen o ki Millet İttifakı içinde merkez sağdaki en güçlü halka…

        Bunu kırmak için önce İYİ Parti yönetimini ikna süreçleri çalıştırıldı, olmadığı görülünce tabanına yönelik çabalara girişildi.

        İYİ YÖNETEMEDİ

        Bu süreci Genel Merkez de iyi yönetemedi; kongre sürecinde karşıt güçler arasında dengeyi koruyamadı.

        Hatta bu tutumu nedeniyle özellikle liberal sağ seçmen tabanını da üzdü.

        Kaşta açılan yara gibi, hem parti içindeki muhalifler hem de karşıt kesim bu kesimin üzerine çalışmaya başladı.

        Nedeni de Anadolu’da daha çok orta sınıf tüccar kesimi veya beyaz yakalıların oluşturduğu İYİ Parti’nin en etkin gücü bu kesimi partiden ayırmak.

        Çünkü beyaz eşya satıcısı, öğretmen, işletme sahibi gibi Anadolu’da sözü dinlenen veya seçmenle en fazla muhatap olan bu kesimdeki kırılmanın, diğer seçmen katmanlarına etkisinin yüksek olacağı görülüyor.

        Akşener de bunu fark etmiş olacak ki bu kesimin küskün milletvekilleriyle görüşüp gelip ikna sürecini çalıştırdı.

        Milletvekilleriyle yaptığım konuşmadan çıkardığım kadarıyla bazılarının üzerinde etkili de olmuş.

        TEPKİ KOYDUĞUNA GÜÇ KAZANDIRDI…

        Gelelim işin bir diğer yönüne, Ümit Özdağ’ın çıkışının parti içinde yarattığı etkiye…

        İlk aşamada kenetleme yarattığı açık…

        Ancak parti içinde ters bir etkiye de yol açtı, liste dışı kalmalarını sağlayan Koray Aydın ve ekibini güçlendirdi.

        Onların eline “GİK’e sokmamakta ne denli haklı olduğumuzu anladınız mı?” deme kolaylığını verdi.

        Daha önemlisi kongrede üstü çizildiği için tepkili olan milletvekilleri dışında da Koray Aydın’a tepkili olan milletvekilleri vardı, onların da seslerinin kısılmalarına neden oldu.

        Sadece bu konuda da değil, böyle bir dönemde tepkili olan milletvekillerinin de tepkilerini sürdürmesinin önüne geçti.

        Şurası açık görülüyor ki Özdağ’ın bundan böyle parti yönetimiyle veya İstanbul il teşkilatı ile birlikte hareket etmesi zor.

        Kendisi ayrılmamakta karalı olduğunu söyledi…

        Ancak yönetimi ve teşkilatı ile ilişkisi kesilen bir milletvekilinin faaliyetlerini yürütmesinin zorluğu da ortada…

        Eczaneye değil, bilgisayara göre

        Eczaneye değil, bilgisayara göre
        0:00 / 0:00

        SABAH erken saatte bir yakınım mesajında aynen şöyle diyordu:

        “Ben grip açısından birinci öncelikli çok yüksek risk grubunda değilmişim iyi mi!..”

        Devamında da durumunu esprili bir şekilde özetlemişti:

        “Tanı: Akciğer kanseri... Durumu: Tek ciğer yok, kemoterapi alıyor… Yaş: göstermese de 75…”

        Üzerinde de Aile Hekimliğinden gelen mesaj:

        “Hasta influenza açısından 1. Öncelikli çok yüksek risk grubunda değildir. Hastanın durumu diğer öncelikli grubu açısından ileride yeniden değerlendirilecektir…”

        Kendisi de tıp profesörü olduğu için, aile hekiminden gelen mesajı önemsemiş ve mesajı sorgulama yoluna gidince ikinci bir mesajla karşılaşmış:

        “Cumhurbaşkanlığı Genelgesi (2020/8) kapsamında Bakanlığımızın belirlediği riskli kronik hastalığınız bulunmamaktadır…”

        Bu mesaja da esprili bir ekleme yapmış:

        “Bir tıp doktoru, profesörü olarak kendim dahil, onca doktor boşa çalışmışız; Genelge ve bilgisayar benim için sağlam diyorsa ben ona inanırım…”

        HEPSİNİN DURUMUNU BİLİYORUZ

        Mesajlar bununla kalmadı…

        Yenileri de eklenmeye başladı.

        Kimi, eczanesinin liste yaptığını, en ön sırada bulunduğunu belirtiyor, kimi ise risk grubunda olduğunun altını çizip, aile hekimine gelen “öncelikli risk grubunda değilsiniz” mesajını sorguluyordu.

        REKLAM

        Ağırlıklı bölümü tanıdığım kronik rahatsızlıklarını konusunda hiç şüphem olmayan isimler…

        Böyle olunca Sağlık Bakanlığı’nın konuyla ilgili en etkin ve yetkin ismine sorma gereği duydum…

        Dedi ki:

        “Hepsinin de kaydı bizde mevcut ve hepsinin de kronik hastalık durumunu biliyoruz…”

        Bunun üzerine şu soruyu yönelttim:

        “Madem biliyorsunuz neden riskli kronik hasta değilsiniz diye ekranına mesaj gönderiyorsunuz…”

        SİSTEM TANIMLIYOR

        Bu sorum beni de ikna eden açıklamalarının gelmesine yetti.

        Öncelikle bir noktanın altını çizerek başladılar:

        “Bu mesaj onlara gitti diye influenza aşısı hiç verilmeyecek anlamına gelmiyor. Zaten ilk mesajda da ileride değerlendirileceği vurgulanıyor. Çok uzun sürmez en fazla iki hafta içinde onların da aşı olması için reçetesi hazır hale gelir…”

        Aktardıklarına göre bir bilgisayar programı geliştirilmiş, sisteme bağlanmış.

        Program grip virüsünü alması halinde, kimin daha çabuk ölme ihtimali olduğuna göre planlanma yapan özelliğe sahipmiş.

        Yani e-nabız sistemi içinde kim varsa hepsinin sağlık durumunu göz önüne alarak risk sıralaması çıkarıyormuş.

        ÖLÜM RİSKİNE GÖRE

        Virüsü alması halinde ölüm riski en yüksek olanı en tepeye yerleştiren sistem, seviyenin düşüşüne göre de diğer insanları aşağı doğru sıralamış.

        Aşı sınırlı üretildiği ve soğuk zincirle dağıtımı yapıldığı için, hemen herkesin ihtiyacının bir çırpıda sağlama olanağının olmadığını belirttiler.

        Bundan dolayı ilk olarak 60 yaşın üzerindeki öncelikli çok yüksek risk grubunda olanlara yapılması, ardından diğerlerine geçilmesine karar verilmiş.

        REKLAM

        Bir iki hafta içinde risk grubu içinde bulunan ve kronik rahatsızlığı olan 60 yaş üstündekilere aşının ulaşabileceğine de dikkat çektiler.

        Bu aşamada bazı aşı üreten şirketlerin, Türkiye’ye tedarik ettikleri ilaçların bedelinde indirim istenmesinden kaynaklı olarak tepki kısıtlamasına gittiklerine yönelik duyumları aktardım.

        Bunların olabileceğini, ancak yapılan anlaşmaların geçerliliğinin sürdüğünü belirttiler.

        Grip aşısının bütün dünyada sıkıntılı bir durumda olduğunu, bütün ülkelerin yüklenmesi nedeniyle de bazen tedarikte sıkıntılı dönemlerin yaşanabileceğinin de altını çizdiler.

        Umarım kış biraz daha geç gelir, grip de o denli yaygın olmaz…

        Diğer Yazılar