Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ESKİ TBMM Başkanı Bülent Arınç, Yüksek İstişare Kurulu’ndan istifası ile sonuçlanan süreçte meselenin bu noktaya kadar geleceğini öngörüyordu.

        Bunu dayandırdığım neden, istifaya neden olan konuşmayı yaptıktan hemen sonraki sohbetimiz.

        Sevgili Mehmet Akif Ersoy Ankara stüdyomuzda Arınç ile olan yayınını tamamlamış ikinci konuğuna hazırlanıyordu.

        İçeri girdim, kısa bir hal hatırın ardından, “Paratoner gibisiniz, yine bütün şimşekleri üzerinize çekeceksiniz” dedim.

        Her zamanki gibi başını hafif öne eğdi, o bildik gülümsemesini yapıp, “Hayırlısı bakalım” demekle yetindi.

        Gerisini getirmek istemedi...

        Sonrasında da uğurladım…

        Ertesi gün kümülonimbüslerin toplanması uzun sürmedi, uzun süredir partinin bu tür konulardaki paratonerliğini üstlenen Arınç’ın üzerine yağdı.

        Sonuçta dün de istifası geldi…

        Arınç’ın da hem istifasında, hem de o gün dile getirdiği gibi isimlere girmese yine aynı şey olur muydu?

        Hiç sanmam…

        Çünkü TBMM AK Parti grubunun bulunduğu kulise veya bazı odalardaki konuşmalar Arınç’ın söylediklerinin çok daha ilerisinde.

        Ancak onlar hiçbir zaman devam etmekte olan bir davanın taraflarını, isimlerini kullanarak bunu dile getirmediği için belki tartışma dışı kalıyorlar.

        DEVAM EDEN DAVA

        Nitekim dün sohbet ederken Türkiye’de zihniyet reformuna ihtiyaç olduğunu söyleyen bir diğer Yüksek İstişare Kurulu üyesi ve eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek ile sohbet ederken aynı noktaya işaret etti.

        “Devam etmekte olan bir dava üzerinde konuşmak, yorumda bulunmak, görüş bildirmek suçtur…”

        Haksız da değil, meseleyi kişiler veya devam eden davalar üzerinden ele aldığınızda aslında yapılmak istenen reformun da önüne geçiyor…

        Türkiye bu süreçleri geçmişte de çok yaşadı.

        Nitekim dünkü istifa metninde Arınç da isim konusuna girmek istemediğini, gazetecilerden gelen sorular üzerine girdiğini ve asıl meselenin gölgelenmesinden de üzüntü duyduğunu söyledi.

        Burada da görüldüğü gibi Türkiye çok uzun yıllardır gerekli reformu yapmak yerine, kişiye odaklı hukuka yöneldiği için adım atmakta zorlanıyor.

        Kanunların var olan ruhunu yok ederken, uygulamadan kaynaklı olmadık sonuçlara yol açıyor.

        TIKANMAYI GETİRDİ

        Son dönem yaşanan, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün de uygulamadan kaynaklandığının altını defalarca çizdiği yargı sorunlarının temelinde de bu sorun bulunuyor.

        Dolayısıyla en açık ifadelerle yazılmış, her cüzü net olan kanunlar için bir de uygulamalı el kitapçığı çıkarmak gerekiyor.

        Bunun en iyi örneği de Anayasa Mahkemesi Bireysel’in aldığı kararın yerel mahkeme tarafından tanınmaması.

        Oysa Anayasa Mahkemesi gerekçeli kararında kendisine yüklenen görevi yerine getirmiş ve yapılması gerekenleri sıralamıştı.

        Yerel mahkeme “kararını tanımıyorum” dedi; sonra ne oldu.

        İktidar partisinin bakanı, yöneticileri bunun mümkün olmadığını belirtti; yetmedi Bakan Gül, yeni pakette buna ilişkin de bir düzenleme olacağını söyledi.

        Ama sonuçta yargı tıkandı…

        TERSTEN OKUNDUĞUNDA

        Gelelim Arınç’ın söylediklerine…

        Madem isimler üzerinden gittik, bir de tersten okuyalım…

        Reformların karşısına koyduğunuz her eşitin karşısına yazdığınız isim ona atfedilmiş hale gelir.

        Örneğin Kavala; adından dolayı reform sürecine engel koymak, tepki koyduğuna güç atfetmek olmuyor mu?

        Ya da Demirtaş da yararlanacak diyerek engellemek, kendi seçmeninden de faydalanacak olanların önüne set çekmek olmayacak mı?

        Böylece onların adından dolayı kendi tabanına da zarar vermeyecek mi?

        Reformu bekleyen kişinin, tepki koyduğunuzla empati yapmasına yol açmayacak mı?

        Aslında yok etmek istediğinizi, ötekinde var etmiş olmayacak mısınız?

        Anonimleşmiş tahakkümün yarattığı kayıplar da cabası…

        DEĞİŞMEYEN ARINÇ…

        Arınç’ın istifası ortada olan sorunun çözümü için yeterli olup olmayacağı da bir başka konu…

        Ancak bütün bunlar Bülent Arınç’ı yolundan çevireceğine inanan varsa yanılır.

        Bunu görmek için TBMM tutanaklarına bakılması yeterlidir.

        İster Refah veya Fazilet Partisi milletvekili, dilerseniz AK Parti’nin kurucularından biri olarak yaptığı konuşmalara bakalım, bir gün olsun çizgisinden geri adım atmadı.

        Aynı cümleleri 20 yıl önce de TBMM kürsüsünden kurdu:

        “Muğlak, ne olduğu anlaşılmaz, sınırları belli olmayan bir takım kısıtlamalarla gazeteciler, belediye başkanları, bilim adamları, siyasetçiler birer birer cezaevinin yolunu tutuyorlar; Türkiye, bu yüzden, gerçekten, insan hakları noktasında hepimizi üzecek bir manzara arz ediyor…”

        Bunları söylediğinde o gün iktidarda DSP, ANAP, MHP koalisyonu vardı, milletvekilleri tepki koydu; ama o bildiğini hep söyledi.

        Bir haksız tutuklanmalara direndi, yine paratoner gibi şimşekleri üzerine çekti.

        NE KOPTU NE DE KOPARILABİLDİ…

        Çözüm Süreci sırasında hükümetin ikinci ismi olarak, Başbakan’a karşı tepkisini koymaktan geri durmadı.

        Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın kendisini hedef alan şu sözleri de o dönem geldi:

        Dert adamı söyletir, meselesi koltuk olanlar bizi anlayamadı, anlayamaz. Ucuz kahramanlık heveslileri bizi anlayamaz…”

        Sonrasında da düşündüklerini söylemeye devam etti…

        Başka büyük sorunlar da yaşadı, ancak ne Arınç kurduğu partisinden koptu, ne parti kendisini dışlayabildi.

        Yollar bir yerde yeniden buluştu…

        Diğer Yazılar