Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Seçim maceralarımızda tuhaflık mı ararsınız? Siyaset tarihimiz Hazreti Muhammed’in sakalını yakmaktan seçim kanununu kaybetmemize kadar her türlü garabetle doludur.

        Gerçek seçimler ile yeni tanışmaya başladığımız 1912’de bir “sakal-ı şerif kavgası” yaşamıştık. İttihadçılar seçim propagandalarında kullanmak maksadıyla Rumeli’ye bir sakal-ı şerif göndermiş, rakipleri olan İtilâfçılar “Bu sakal Hazreti Muhammed’in değil, Jöntürkler’in peygamberi olan Mahmud Şevket Paşa’nın sakalının kılıdır. İspatı da kolay, şayet hakikaten Peygamber Efendimiz’e ait ise, yanmaz. Ateşe atıp denemeye var mısınız” demiş ama sakalı yakmaya kimse cesaret edememişti.

        1912 seçimlerinde kayıklarla yapılan propaganda.

        ESKİLERİN “sath-ı mâil” diye bir deyimleri vardı ve “yamaç”, “eğimli arazi” demekti...

        Seçim geldiğinde “Seçim sath-ı mâiline girdik” denirdi. “İntihâbât”, yani seçim zamanı onlar için eğimli, her an bir hadise yaşanabilecek ve birilerinin tepetaklak olup yokuştan düşme ihtimalinin bulunduğu kaygan bir dönem idi.

        Türkiye şimdi işte bu günleri yaşıyor, yani “seçim sath-ı mâiline” girdik... Geçen haftadan buyana aday listelerini tartışıyoruz, seçimde hangi partinin ne kadar oy alabileceğini tahmine çalışıyoruz ve barajın ne getirip ne götüreceğini konuşuyoruz...

        BASIN DA BÖLÜNDÜ

        Biz, “gerçek” seçimler ile İkinci Meşrutiyet’in ilânından, yani 1908’den sonra tanıştık. Gerçi ilk parlamento 1876’da ilân edilen Birinci Meşrutiyet’in ardından açılmıştı ama üyeleri seçimden ziyade eşrafın ve mülkî idarecilerin belirlediği isimlerdi.

        1908’deki seçimlere İttihad ve Terakki Cemiyeti ile Ahrar Partisi katılmıştı. Partiler bir seçim programı hazırlamayı düşünemedikleri için milletvekili adayları kendi programlarını kendileri hazırlamışlardı ve o dönemin en önemli tanıtım vasıtası da gazetelerdi. Basın, partilere göre bölünmüş vaziyette idi. Tanin ve Şûray-ı Ümmet gazeteleri İttihad ve Terakki’yi; Serbestî, İkdam ve Sabah da Ahrar’ı destekliyordu.

        DİN ÜZERINE PROPAGANDA

        İkinci Meşrutiyet’in bu ilk seçimi panayır havasında yaşanacak ama dört sene sonra, 1912’de yapılan seçimler, tarihlere “sopalı seçim” diye geçecekti. İttihadçılar din ve vicdan hürriyetini en iyi şekilde kendilerinin sağlayacağını söylerlerken muhalifler, İttihadçılar’ı dinsizlikle suçluyor ama halkın dini duygularına dayanarak oy talep etmek, her parti için ana slogan hâline geliyordu...

        İttihad ve Terakki’ye muhalif kim varsa 1912’de Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nda toplanmıştı. Hürriyet ve İtilafçılar da propagandalarında halkın dinî duygularından istifade etmeye çalışıp İttihadçılar’ı dinsizlikle ve kâfirlikle suçluyorlardı.

        İttihadçılar, bu suçlamalar karşısında kendilerini ve partilerini dindar gösterecek bir yol bulma çabasına girdiler ve o zamana kadar görülmemiş bir çareye başvurdular: Rumelili İttihadçılar’dan Vuçitrinli Mehmed Bey, bugün Kosova’nın başkenti olan Priştine’ye içerisinde “lihye-i saadet”in, yani Hazreti Muhammed’in sakal-ı şerifinin bulunduğunu iddia ettiği bir bohça gönderdi. Bohçada hakikaten bir sakal kılı vardı ama kılın nereden alındığı ve sakal-ı şerif olup olmadığı hakkında herhangi bir kayıt bulunmuyordu.

        Fausto Zonaro’nun fırçasından 1909 sonrasının güçlü adamı

        ve 1913’te sadrazam olan Mahmud Şevket Paşa.

        KÖY KÖY DOLAŞTIRDILAR

        İttihadçı adaylar bohçayı Rumeli’nin dört bir tarafında dolaştırıp oy istemeye başlayınca Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın mensupları hemen karşı propagandaya geçtiler. İttihadçılar’ın dinle alâkalarının olmadığı iddialarını daha yoğun şekilde yaymaya başladılar ve “Bohçada peygamber efendimizin değil, Jöntürkler’in peygamberi olan Mahmud Şevket Paşa’nın sakalı vardır!” demeye başladılar.

        ‘HAYDİ GELİN, YAKALIM!’

        Sakal-ı şerif meselesi gündemin ilk sıralarında yeralınca, İttihadçılar kendilerini savunma mecburiyeti hissettiler ve “Hâşâ! Biz dinimize öylesine bağlı bir partiyiz ki, elimizde bulunan ve her vesile ile ziyaret ettiğimiz Hazret-i Peygamber’in sakal-ı şerifini Rumelili vatandaşlarımızın da görme şerefine nâil olmaları için bohçayı Priştine’ye gönderdik. Bunun Peygamber Efendimiz’in değil de bir başkasının sakalı olduğunu iddia etmek, münafıklıktır” dediler. Rakipleri olan İtilâfçılar ise Hazreti Muhammed’in sakalının ateşten etkilenmediği, yani yanmadığı yolundaki halk inancına sarılarak İttihadçılar’a “Var mısınız o sakalı yakmaya?” çağrısı yaptılar. Rumeli’de köy köy dolaştırılan sakal hakikaten Hazreti Muhammed’e ait ise ateşe atılmalı idi ve yanmayacak olursa İttihadçılar haklı çıkacaklardı!

        1913 Haziran’ında bir suikaste kurban giden

        Mahmud Şevket Paşa’nın cenazesi.

        Ama, böyle bir tecrübeyi yapmaya kimse cesaret edemedi, sakal bir müddet daha köy köy, kasaba kasaba dolaştırıldı, İttihadçılar birkaç gün sonra yapılan “sopalı seçim”den galip olarak çıktılar ve sakal-ı şerif kavgası zamanla unutuldu.

        Meşrutiyet dönemindeki seçimler hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz, Fevzi Demir’in “İkinci Meşrutiyet Dönemi Parlamento Seçimlerinde Din ve Siyaset” başlıklı makalesine bakın. Bu şekilde tuhaf daha başka hadiselerin de yaşanmış olduğunu görürsünüz.

        SEÇİM KANUNU KAYBOLDUĞU İÇİN 1908 SEÇİMLERİNİ AZ KALSIN YAPAMAYACAKTIK

        BİZ, “seçim” kavramı ile ilk defa bundan 138 sene önce, yani 1877’nin ilk aylarında tanıştık ama seçimle gelen parlamentoları pek sevmedik. 1877’den sonra tam 43 sene boyunca, seçimle gelmiş olan parlamentoları, yeni bir seçim beklemeye sabredemeyerek tam beş defa feshettik.

        20. yüzyılın başında yapılan seçimler, panayır havasında geçerdi.

        HER KONUDA TEK ÖRNEĞİZ

        Buna rağmen seçimleri ve seçim ortamını hep ciddiye aldık, meselâ parlamento hayatımızın Cumhuriyet öncesindeki ilk dönemindeki seçimlerde her türlü ikna vasıtasını kullandık. 1912’de yapılan ve “sopalı” diye bilinen seçimler, ikna vasıtalarının kullanılmasının tam bir örneği idi.

        Ama, seçim kanununun metnini kaybedip kanunun mevcudiyetini 30 küsur sene sonra hatırlamak, üstelik arayıp da bulamamak konusunda dünyada bizden başka bir memleket yoktu ve bu hususta da tek örneği teşkil ettik!

        1912 seçimlerinde bir şehrin eşrafı ve değişik dinlere mensup ruhanîler

        ile imam, oy sandığı ile poz vermiş.

        KAHVEHANE SEÇİM NUTUKLARI

        İşte, eşine bir daha rastlanması mümkün olmayan bu kaybetme hadisesinin kısa öyküsü:

        Sultan Abdülhamid’in 1877’de süresiz olarak tatil ettiği Meclis 1908’de, İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra yeniden açılacaktı ama o tarihten 31 sene önce eski Meclis tarafından hazırlanmış olan seçim kanununun metni ortalarda yoktu.

        Kanun kayıptı fakat partiler propagandaya çoktan başlamışlardı. Başta gelen propaganda mekânı, yakın zamana kadar yoğun şekilde kullanılan kahvehaneler idi. Parti temsilcileri, ikinci seçmenler ve mebus adayları kahvelere giderek halka nutuk atıyor, “..ceğiz, ...cağız” diye oy istiyorlardı.

        İstanbul’da bu işin en meşhur mekânı da, Şehzadebaşı’ndaki Fevziye Kıraathanesi idi.

        1877’de,aslında “atama” şeklindeki

        ilk seçimlerde yapılan oylama.

        O günlerde yaşanan bazı tatsız hadiseler, Meşrutiyet’in ve seçimlerin aleyhine kullanılır olmuştu. 23 Ağustos 1908’de Saraçhane’de çıkan yangında yedi kişi ölmüş ve büyük maddi hasar meydana gelmiş, Abdülhamid taraftarları yangını “Meşrutiyet’in ilânı üzerine Allah tarafından verilmiş bir ceza” şeklinde propaganda malzemesi haline getirmişlerdi. Yangın, 27 Eylül’de gelen Ramazan günlerinde de siyasî malzeme haline getirilmiş ve ortam daha da gerilmişti. Muhalif gruplar Yıldız Sarayı’nın önünde, Bayezit Meydanı’nda ve Üsküdar’da toplanıp yangın bahanesi ile Meşrutiyet aleyhinde gösteriler düzenliyorlardı.

        MÜFTÜ ÖLDÜ, KANUN BULUNDU

        Seçimlerin yapılması ve Meclis’in yeniden açılması işiyle, zamanın sadrazamı Said Paşa alâkadardı. Paşa, kanunu Meclis’in arşivinde, hükümet binalarında ve hattâ Yıldız Sarayı’nda bile aratmış ama metin bulunamamıştı. Seçimlerin yapılmasına kısa bir zaman kalmıştı ve kanun ortalarda yoktu!

        Said Paşa, bu büyük dertten eski Meclis’in bir mensubunun tam o günlerde ölmesi sayesinde kurtulabildi: O tarihten 30 küsur sene önce Selânik mebusu seçilmiş olan bir müftü vefat etmiş, ailesi müftünün evrakını “Belki bir işe yarar” diyerek Said Paşa’ya yollamış, devletin dört dönerek aradığı kanun bu evrakın arasından çıkmış ve seçimler de ancak bu sayede yapılabilmişti.

        Diğer Yazılar