Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ŞİMDİLERDE pek kullanılmayan “hasbıhal” hoş bir sözdür ve “sohbet etmek”, bazen de “dertleşmek” mânâsına gelir.

        Köşenizde hergün belli bir konuyu yazmak arada bir sıkıntı getirdiği için yazı ile hasbıhal ihtiyacını hissedersiniz, üstelik bu sayede bölük pörçük bahisleri birarada toparlamanız da mümkün olur.

        Bugün böyle yapacağım ve eskilerin “müteferrik” dedikleri bazı dağınık mevzulardan maddeler hâlinde bahsedeceğim...

        - Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’yi andıran ve onun kadar hayata mâlolmasa bile bir memleketin tarihinde çok önemli yeri olan bir başka müdafaa harbi daha vardır: Fransa’nın büyük can kayıpları bahâsına Alman ordusunu püskürtmesi ile neticelenen Verdun...

        Tarihçiler, senelerden buyana Fransız Maraşalı Philippe Petain’in Verdun’da 1916’daki stratejisinin tek çare olup olmadığını ve başka bir strateji takip edilmesi hâlinde can kayıplarının azalıp azalmayacağı ihtimalini tartışırlar. Ama hiçbirinin aklından, “Bu savunma bir işe yaramadı. Alman ordusu Verdun’u geçmiş olsa idi o kadar asker ölmezdi” demek geçmez.

        Bizde ise birileri, hem de “profesör” unvanlı adamlar çıkıyor, Mehmed Âkif’in Bedr Savaşı’na benzettiği Çanakkale müdafaası hakkında ileri geri konuşuyor, “Ama bu zafer fayda yerine zarar getirdi. ...Çanakkale, zaferden çok hezimete benzeyen bir muharebedir” deme cür’etini gösteriyor...

        Avrupa’da Verdun Savunması’nın gereksiz olduğunu söylemek kimsenin hatırına gelmez ya, farazâ birisi çıkıp da böyle bir şey diyecek olsa o adama sadece “çatlak” denir ve gülünür; bizde ise “Çanakkale ne işe yaradı ki?” diyenler profesör olup üniversitede talebe yetiştirirler, üstelik kanaat önderliğine ve üstadlığa soyunurlar!

        İşte, aramızdaki fark!

        BULUP GÖSTERSİNLER!

        - İnternette senelerdir dolaşan bir palavra var: Sultan Vahideddin, güya Kahire’de çıkan El Ahram Gazetesi’ne bundan doksan küsur sene önce mülâkat vermiş, “Türkler dini, soyu, sopu, yurdu belirsiz karmakarışık bir cahiller sürüsüdür” demiş ve ben de bu sözleri “Şambaba” isimli kitabımda nakletmişim!

        Daha önce de “Bu iddia yalandır, sabık padişahın böyle bir demeci yoktur, olduğunu iddia eden kişi o gazeteyi bulup yayınlasın ve bizler de öğrenelim! Üstelik ismi ‘Şambaba’ değil ‘Şahbaba’ olan kitabımda böyle bir ifade geçmez, bu sözleri tarihçiliğe ve şöhrete meraklı herifin biri uydurdu” diye daha önce defalarca yazdım ama ne çare? Palavra hâlâ gündemde, üstelik internette bana atfedilerek yine dönüp dolaşıyor!

        Şimdi yeniden ve daha anlaşılır şekilde tekrar edeyim:

        Sultan Vahideddin’in böyle bir sözü, üstelik böyle bir mülâkatı mevcut değildir! O iddiayı ortaya atanlara müracaat buyurup kaynağını göstermesini isteyin! Ama “Filânca gazetenin falanca tarihli nüshasında yayınlanmıştı” gibisinden kıvırtmalarla tatmin olmayın, “Sözünü ettiğin haberin kupürü nerede?” deyin, yani belgesini sorun!

        Hep merak ederim: Türk tarihçiliği vakti zamanında acaba ne büyük günah işledi ki Allah ceza diye başımıza böylelerini musallat etti?

        DEDEMDEN DEĞİL HALİFE’DEN

        - Bundan beş sene önce, sayfamda “Kürdistan İstiklâl ve İstihlâs Komitesi” isimli teşkilâtın 1920’lerin ikinci yarısında yayınladığı bir bildiriye yer vermiştim. “Ey şecî Kürt Milleti!” sözleri ile başlayan bildiride Kürt hakları konusunda bazı taleplerde bulunuluyordu.

        Bildiri, yayınlamamın üzerinden seneler geçtikten sonra internette ancak şimdi tartışma konusu oldu. Metni yorumlayanlardan biri, Şeyh Said’in kardeşlerinin o zaman Elâzığ Valisi olan büyükbabamla görüşüp bildiriyi ona verdiklerini söylemiş ve orijinalinin bu sebeple bende olduğunu buyurmuş!

        Herşeye ve her sırra vâkıf ulemâyı daldığı hayal dünyasından çıkartabilmek için söyleyeyim: “Kürdistan İstiklâl ve İstihlâs Komitesi”nin bildirisi bana büyükbabamdan kalmadı, akıllarına bile gelmeyecek bir yerden çıktı: Halife Abdülmecid Efendi’nin evrakı arasından! Bildiri o senelerde Nice’de sürgünde yaşayan Halife’ye de gönderilmiş, çok şükür kaybolmamış ve Halife’nin evrakı ile beraber nihayet bana intikal etti.

        Bilmeden, araştırmadan ve bilenlere de sormadan ahkâm kesmek ne kadar rahat değil mi?

        Son günlerde İstiklâl Marşı hakkında da aynı şekilde hareket ediliyor; bilen-bilmeyen “prozodi” meselesinden yahut Anayasa’nın değişmez maddelerinden bahsediyor, hattâ meseleyi şiirin “veznine” kadar getiriyor...

        İstiklâl Marşı’nın macerasını, yayınlanmamış bazı belgelerle beraber Pazar günü anlatacağım...

        Diğer Yazılar