Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Eski asırlarda yazılmış, “menâkıb” yahut “menâkıbnâme” denen kitaplar vardır.

        “Menâkıb” tanınmış ve tarihe geçmiş kişiler ile din büyüklerinin hayatlarının anlatıldığı “menkabe”nin çoğulu; “menâkıbnâme” de “menkabelerin”, yani önemli kişilerin özelliklerini ve faziletlerini konu alan kitapların ismidir.

        Menâkıbnâmelerin ortak tarafları hemen her cümlenin bile övgü maksadıyla yazılmış olmasıdır! Hayatı anlatılan kişi övülür de övülür, yüceltilir de yüceltilir, hakkındaki rivayetler hakikat gibi gösterilir, kanat takılır, bulutlara çıkartılır, bol bol kerâmet atfedilir ve o zât eller üzerinde yükseltilip ulvî bir makama konur…

        Bu eserler bibliyografya mantığı ile değil, övgü için kaleme alındıkları için menâkıbnâmelerden kişinin hayat hikâyesi hakkında bir şeyler öğrenebilmeniz mümkün olamaz. Yazarlarının dönem kayguları zaten yoktur, hayatını anlattıkları kişiyi bir asırdan diğerine sık sık seyahate çıkartıp diyar diyar dolaştırırlar, kendisinden birkaç asır önce yaşamış bir başka meşhurla sohbet ettirir, yüzyıllarca sonra doğmuş bir başka şöhret sahibi ile münakaşaya giriştirirler. Dolayısı ile menâkıbnâmelerden bibliyografik bilgi elde edebilirseniz edin! Seneler, hadiseler ve şahıslar hakkında diş dokunur hiçbirşey öğrenemezsiniz ama edebî üslûp sahibi olabilirsiniz!

        Menâkıbnâmeler bu özellikleri sebebi ile tarihî olmaktan ziyade edebî eserlerdir. Üstelik din büyüklerini konu alanların asırlar boyunca büyük faydaları dokunmuş, sıradan halkın itikadını güçlendirmeyi ve dine muhabbetlerinin eksilmeden devamını sağlamışlardır.

        HÂLÂ MENÂKIB YAZIYORUZ!

        Gelenek hâlâ devam ediyor, menâkıb kitapları bugün de yazılıyor ama sadece tek bir kişiyi konu alıyorlar: Mustafa Kemal’i…

        Bir millete takılan esaret zincirlerini kırarak o milleti yepyeni bir devlete kavuşturup ayağa kaldıran memleketin kurtarıcısı yahut eski tâbiri ile “halâskârı” hakkında tabii ki eserler kaleme alınacak, kişiliği destanlara da konu olacaktır ama yalnıza bunlarla kalmamak ve ciddî biyografiler yazmayı ihmal etmemek şartıyla!

        Türkiye’de bu iş maalesef bir türlü olmuyor, yapılmıyor! Son zamanlarda Mustafa Kemal’i konu alan eserler yine ardarda yazılıyor ama bunlar gittikçe bir “menâkıbnâme” havasına bürünüyorlar. Hayatını belgeli şekilde kaleme almak belki zahmet gerektirdiğinden, belki de menâkıb türündeki eserlerin müşterisi daha fazla olduğundan belgeye dayanan bilgi yerine eskiden yazılanları toparlayıp menâkıb hâline getirme yoluna gidiliyor, yüceltme işi zaten berdevam ama zamâne yazarlarının dilleri kıvrak, üslûpları da renkli olmadığı için kitapları birbirinin neredeyse aynı ve maalesef keçiboynuzu misâli!

        Açık söylemek gerekirse, Atatürk hakkında bugün Şevket Süreyya Aydemir’in 1963’te yayınlamaya başladığı üç cildlik “Tek Adam”ından başka belgelere dayanılarak hazırlanmış tek bir ciddî biyografi yoktur! Lord Kinross, Andrew Mango ve Jacques Benoist-Mechin gibi yabancıların kitapları biyografi gibi görünseler de bizde daha önce yapılmış yayınlara dayanan birer derlemeden ibarettirler; kim olduğu hâlâ tam olarak anlaşılmayan Harold Courtenay Armstrong’un “Bozkurt”u ise zaten netâmeli kabul edilmiştir ve alanında hâlâ “tek” olan eser Şevket Süreyya Bey’in kitabıdır. Zira “lâfa” değil “belgeye” dayanır ama ilk yayınının üzerinden 55 sene geçmiş, bu müddet zarfında arşivlerde onun göremediği binlerce yeni belge tasnif edilip araştırmacının hizmetine sunulmuştur fakat bu belgelere dayanarak biyografi yazacak araştırmacı nerede?

        Bugün bir akademisyenin veya eli kalem tutan yahut tuttuğunu zanneden Atatürk sevdalısının bu alanda eser vermesi demek onu sadece övmesi, göklere çıkartması ve hakkında daha önce yazılmış ne varsa bilmemkaçıncı defa tekrar etmesi demektir! Hattâ övgünün şablonları da bellidir, değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek devrim kanunlarını andırırlar ve yenilerini ortaya koymaya da gerek görülmez: “Senin şimşekler çakan mavi gözlerinin ilhâmı”, “Devrimlerinin yılmaz bekçisiyiz” yahut “Sen ölmedin, ölmezsin!” gibisinden birkaç kalıptan ibarettirler, o kadar!

        ARŞİVLER BELGE DOLU AMA…

        Atatürk hakkında eser veren ve verecek olan beyefendilere, hanımefendilere ve özellikle de üniversitelerimizin İnkılâp Tarihi bölümlerindeki birbirinden seçkin ulemâya tekraren küçük bir hatırlatma yapayım: Şevket Süreyya Aydemir’in en mükemmel biyografi olan eserini yayınlamasının üzerinden tam tamına 55 sene geçti ve bu konuda ikinci bir eser kaleme alınmadı, yani ciddî bir Atatürk biyografisine hâlâ sahip değiliz! Arşivlerimizde bir veya birkaç değil, dünya kadar Atatürk biyografisine yetecek miktarda belge senelerden buyana okunup yayınlanmayı bekliyor, yabancı arşivlerde de yine aynı konuda dosyalar dolusu evrak mevcut ama “Atatürk” demek akademik çevrelerde de hâlâ “Mavi gözler”, “Devrimlerimiiiiz” ve “Kalbimizdesin” kalıpları ile “Cânâ rakibi handân edersin” “Yanık Ömer”, “Burası Muştur, yolu yokuştur”, “Kırmızı gülün alı var” ve “Alişimin kaşları kare” gibi birkaç alaturka şarkıdan ve Rumeli türküsünden ibaret!

        Cumhuriyet tarihimizin ve Mustafa Kemal’in hatırasına yapılacak en büyük hizmet, son zamanlarda moda hâlini alan “Atatürk menâkıbı” kolaycılığını artık bir tarafa bırakıp müşterisi belki az ama kalıcı ve akademik öneme sahip ciddî biyografiler yazmaktır.

        Unutmayalım: Bir devletin kurucusunun vefatının üzerinden 80 sene geçmiş olmasına rağmen hakkında hâlâ doğru dürüst, tam bir biyografinin yazılmamış olması büyük ayıptır ve bu ayıbın çukurunda senelerdir hep beraber debeleniyoruz!

        Diğer Yazılar