Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şark dünyası, kadir-kıymet gösterme hususunda Batı’ya göre hayli nekes, yani cimridir! İsim sahibi kişileri iki şekilde yâdediriz: Ya medhedip göklere çıkartır yahut yerin dibine sokarız!

        Bu ifrat ile tefritin arasında “kıymetini bilmemek” ve dolayısı ile “unutmak” vardır; eskilerin “Unuturlar seni mutlak hele bir ölmeyegör” demelerinin sebebi de işte bu vefa noksanımızdır…

        Tepemize çöken malûm salgın ile cebelleşip duruyoruz ya, unutup vefa göstermeme âdetimize geçmişte uğradığımız başka salgınlardan bir örnek vereyim:

        Birinci Dünya Harbi senelerinde Avrupalı askerlerin canını sadece düşmanın mermisi, şarapneli yahut attığı zehirli gazlar almıyordu; ordular bir taraftan da salgınlarla, özellikle de tifo, kolera, tifüs gibi belâlarla boğuşuyordu ve çıkan salgınlarda onbinlerce asker hayatını kaybetti…

        Savaş senelerinin salgınları Türkiye’yi de ihmal etmediler, cephelerde hastalık yüzünden hayli şehid verdik. Gerçi, Sarıkamış’ta onbinlerce Mehmetçik hayata bu yüzden veda etti ama hastalıkların bizde sebep olduğu kayıplar Avrupa ordularındaki ölümlerden epey düşüktü.

        Türkiye, bu muvaffakiyeti Harbiye Nezareti’nin bünyesindeki Sıhhiye Dairesi Reisi ve Sıhhiye Genel Müfettişi, yani ordunun sağlık teşkilâtının en üst yöneticisi olan Dr. Süleyman Numan Paşa’nın çabaları sayesinde elde etti. Savaş senelerinde cepheleri defalarca dolaşan Paşa yüzbinlerce askeri aşılatıp tifo ve kolera salgınlarının önünü almaya çalışırken, sağlık teşkilâtında da yeni düzenlemelere gidilmesini sağlamıştı.

        Dr. Süleyman Numan Paşa’nın Sıhhiye Genel Müfettişliği sırasında muavinliğini yapan genç bir doktor, sonraki senelerde Cumhuriyet Türkiyesi’nin sağlık alanındaki en başarılı isimlerinden olacaktı: Dr. Refik Saydam…

        Paşa’nın asistanlığını yapan, veremin Türkiye’de kökünün kazınmasını sağlayanların başında gelen ve sonraki senelerin meşhur hocası olan çok önemli bir başka doktor, Prof. Tevfik Sağlam, hatıralarında harp seneleri içerisinde Alman ordusunda 112 bin 364, Fransız ordusunda da 127 bin 48 tifo vak’ası görülmesine rağmen Türk ordusunda bu sayının sadece 8 bin 608 olduğunu ve bu neticenin Süleyman Numan Paşa’nın başlatıp bizzat uyguladığı aşı kampanyaları sayesinde elde edildiğini anlatır.

        İstanbul’un 1920 Mart’ında işgalinden sonra İngilizler’in Malta’ya sürdükleri Süleyman Numan Paşa memlekete bir buçuk sene sonra dönebildi ama 1925’te 57 yaşında iken vefat etti ve hemen unutuldu!

        İsmi onunla beraber çalışmış olan bir-iki doktorun hatıralarında ve Birinci Dünya Harbi’ni konu alan yine birkaç kitapta geçen bu çok başarılı doktor paşanın adı bir okula, enstitüye, laboratuvara yahut herhangi bir tıp kuruluşuna bildiğim kadarıyla verilmemiştir!

        AHMAKLAR, SERSERİLER VE EBLEHLER

        Dr. Süleyman Numan Paşa’dan bahsetmemin sebebi, şimdilerde yaşadığımız Koronavirüs âfetini en hafif kayıplarla atlatmamız için aynı şekilde, yani cansiperâne çalışan bir başka doktorun isminin de bu sıkıntılı günler geçip gittikten sonra Paşa’nın âkıbetine uğramaması, yani onun gibi unutulmaması temennisidir.

        Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’dan bahsediyorum…

        Koronavirüs bizde dün gece itibariyle 812 kişinin hayatına mâloldu! Bu rakam maalesef yüksektir, ileride daha da yükseleceğinin bilinmesi elem vermektedir ama birçok Avrupa ülkesindeki ölüm sayısından düşüktür ve salgın yüzünden daha fazla can kaybına uğramamızın önü Dr. Fahrettin Bey’in âfetin ilk günlerinden itibaren uygulattığı tedbirler sayesinde alınmıştır.

        Meselâ, İran’dan girişleri o günlerde yasaklatmamış olsa idi salgın Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu nasıl kasıp kasıp kavururdu, bir hayâl edin!

        Daha açık söyleyeyim: Politikacı yahut milletvekili olmayan ve Sağlık Bakanlığı’na özel sektörden gelen Fahrettin Bey salgın ile mücadeleyi hem tabipliğinin hem de profesyonel yöneticiliğinin verdiği tecrübe ile şimdiye kadar gayet iyi şekilde götürdü ve götürüyor. Üstelik toplumda lâf anlamayanların adedinin tahminlerden de fazla olmasına, evine kapanacağı yerde sokaklarda halay çeken ahmaklara, maske takması gerektiğini söyleyeni bıçaklayan serserilere, “Korona benden korksun” zihniyetindeki eblehlere, “Bende virüs varsa sende de olsun” deyip polisin yüzüne tükürmeye cür’et eden umreye gidip dönmüş ama dinden-imandan ve insanlıktan nasibini alamamış edepsizlere ve daha nicelerine rağmen!

        Bütün bu güruhun mevcudiyetine bürokrasiye lâf anlatma zorluğunu, sistemin işleyişindeki hantallığın önüne geçme çabalarını ve salgını hem bakan hem de tabip olarak takip etme mecburiyetini de ilâve ettiğiniz takdirde, Fahrettin Bey’in TV’lere her çıkışında daha yorgun görünmesinin sebebini hemen idrak edersiniz…

        Böyle anlarda kamplaşmayı bir tarafa bırakıp yekvücut hareket etmek bir yerde hayatta kalabilmenin de şartlarındandır ama nerdeee? Eleştirinin ve tavsiyelerin aksini yapmanın bini bir paraya; zira sürekli memnuniyetsizlik, herşeye bir kulp takmak ve âfetleri bile muhalefet vasıtası yapmak hem millî, hem de genetik hasletimizdir!

        Bu tuhaf âdetlerimize son bir-iki gün içerisinde Koronavirüs ile mücadelede Alman hayranlığına kapılma merakı da ilâve edildi ve “Almanlar’dan ders almamız lâzım. Bak, işi nasıl hallettiler?” sözleri işitilir oldu…

        Siz siz olun, böyle hayranlık krizlerine kulak vermeyin, bu gibi garip modalara kapılmayın ve işin aslını merak edecek olursanız sayılara bakın! Ciddî kaynaklara, meselâ Dünya Sağlık Örgütü’nün herkese açık olan istatistiklerine nazar buyurduğunuz takdirde sadece dün gece itibariyle Türkiye’deki 38 bin 226 vak’a ile 812 vefata mukabil Almanya’da 113 bin 296 hasta ve 2 bin 349 ölüm olduğunu, Almanya’nın kayıplar bakımından İspanya ile İtalya’nın gerisinde bulunmasına rağmen vaziyetinin pek de parlaklık arzetmediğini görürsünüz.

        Temennim, Koronavirüs ile mücadeleye hayatlarını ortaya koyarak iştirak eden sağlık teşkilâtının birer “şehid” olan kurbanlarının ve o teşkilâtın başında bulunan Dr. Fahrettin Koca’nın bütün bu dertler nihayete erdiği zaman unutulmamalarıdır!

        Diğer Yazılar