Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Amerikan uçak gemisi Saratoga’nın dümenindeyim...
        Amerikan uçak gemisi Saratoga’nın dümenindeyim...
        39 sene sonra, dün, tamamen yerli olan çok maksatlı amfibi hücum gemisi Anadolu’nun dümenine geçtim.
        39 sene sonra, dün, tamamen yerli olan çok maksatlı amfibi hücum gemisi Anadolu’nun dümenine geçtim.

        Yukarıda, 39 sene ara ile çekilmiş iki fotoğrafımı görüyorsunuz...

        İlk fotoğraf 1984’te, Napoli’de çekilmişti... Amerikan uçak gemisi Saratoga’nın dümenindeyim, mekânda Amerikalı iki deniz subayı ile TRT’nin 80’lerdeki önemli isimlerinden Can ağabey, -Can Okanar- var...

        Amerikalılar o senelerde “NATO Turları” düzenler, NATO’nun ne kadar önemli ve güçlü bir ittifak olduğunun propagandasını yapmak maksadıyla lisan bilen gazetecileri, özellikle de gazetelerin dış haberler servislerinin mensuplarını davet edip on gün boyunca bütün NATO ülkelerinde dolaştırırlardı. Nükleer tesisleri gezdirir, gazetecileri nükleer bombaların yanına kadar götürür, en son model tankları ve jetleri gösterir ve nihayet uçak gemilerinde havalı turlar organize ederlerdi...

        1984’te Milliyet’in dış haberlerinde idim ve o sene düzenlenen NATO turuna ben de katılmıştım. Propaganda gezisi Doğu Almanya sınırında geniş bir Amerikan birliğinin üslendiği Fulda’dan başlamış; oradan Belçika’ya, Almanya’ya, NATO’ya üye diğer memleketlere ve en nihayet İtalya’ya, müttefik komuta merkezlerinden olan Napoli’ye gitmiş ve o sırada Napoli’de bulunan Amerikan uçak gemisi Saratoga’ya götürülmüştük.

        Ama, Amerikalılar’ın bizleri gerine gerine gezdirdikleri Saratoga, birkaç sene sonra NATO’nun Kararlılık Tatbikatı’nda elini kana bulayıp katil olacak; 2 Ekim 1992 gecesi Saratoga’dan fırlatılan iki adet güdümlü “Deniz Serçesi” füzesi Muavenet muhribimize isabet edip beş denizcimizi şehid edecekti!

        REKLAM

        Hadisenin kaza mı yoksa kasıt mı olduğu yolundaki tartışmalar hâlâ devam ediyor...

        Şimdi, yine 1984’teki NATO turuna döneyim...

        Amerikalılar’ın propaganda işinde hakikaten ehil olduklarına gezi sırasında tartışmasız kabul etmiştik... Nükleer merkezleri ve en güçlü silâhların bulunduğu üsleri günlerce gezdirip dolaştırdıktan sonra götürdükleri ve ufak bir şehri andıran uçak gemisindeki türlü atraksiyonları, meselâ uçakları ardarda kaldırıp indirmeleri, elektronik senaryoları, en nihayet de askerlerin güvertenin altındaki basket sahasında düzenledikleri basket maçı hepimizde “Amerika hakikaten süper güç, NATO bile aslında sadece Amerika’dan ibaret” kanaatini uyandırmıştı.

        NATO turuna katılan ben dahil hemen bütün Türk gazeteciler gezinin nihayetinde böyle düşünmeye başlamıştık ama zihnimizin bir tarafında aşka bir düşünce vardı: “Acaba günün birinde biz de böyle güçlü silâhlar yapabilecek miyiz?” merakı...

        Aslında merak falan değil, sadece bir hasret! Kendi silâhımızı bizzat yapabileceğimiz günlerin hasreti...

        Beni üzerinde uçak gemisinin isminin yazılı olduğu “cap” yani şapka ile Saratoga’nın dümeninde gösteren yukarıdaki ilk fotoğraf, işte o gün çekilmişti...

        TÂÂÂ FATİH’TEN BUYANA İLK DEFA...

        Zihnimdeki “hasretin vuslatla neticelenmesi”, bugünün lisanı ile “hasretin kavuşma ile bitmesi” için nerede ise 40 sene geçmesi gerekecekmiş...

        Dün çekilen ikinci fotoğraf, yıllarca devam eden işte bu hayalin resmidir: Tanklar ile daha başka zırhlı araçları taşıyan ve millî üretimimiz olan SİHA’lar ile insansız jet Kızılelma’nın güvertesinden kalkıp inebilecekleri “çok maksatlı amfibi hücum gemisi” Anadolu’nun dümeninde poz veriyorum...

        Senelerce devam eden böyle bir bekleyişin ruha nasıl huzur verdiğini o bekleyişi bilmeyenlere ve hissetmeyenlere izah edebilmek hayli zordur; üstelik tâââ Fatih Sultan Mehmed’den buyana ilk defa imal edilen ve savaş kurallarını değiştiren yerli silâhlarımız hakkında siyasî nefretleri sebebiyle “Dokunacağız”, “Durduracağız”, “Ya yabancılara satarlarsa?” gibisinden sözler edenlere anlatabilmek ise imkânsızdır.

        Asırlar önce “Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir / Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat”, yani “Senenin en uzun gecesini yıldızlarla uğraşanlar nereden bilecekler? O bitmeyen gecelerin kaç saat olduğunu aşk derdine düşmüş olanlara sor” diyen şair işte böyle bir hasreti kasdetmektedir...

        Diğer Yazılar