Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Harp Akademileri’ndeki konuşmasında sözünü ettiği Fahreddin Paşa, Hazreti Muhammed’in türbesini isyancı Araplar’a karşı aylarca sadece çekirge yiyerek savunmuştu. Paşa, tarihimize bu savunmasının yanısıra Kutsal Emanetler’in bir kısmının bugün hâlâ bizde olmasını sağlayan kişi olarak da geçmiştir.

        BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, önceki gün Harp Akademileri’nde kurmay subaylara hitaben yaptığı konuşmada, Medinemüdafii Fahreddin Paşa’dan bahsetti.

        Tarihimizin en şanlı kahramanlık destanlarından birini yazmış olan Fahreddin Paşa’yı çoğumuz sadece Medine’yi ve HazretiMuhammed’in türbesini savunan kişi olarak biliriz... Ama, Fahreddin Paşa’nın bu savunmasının yanısıra çok büyük bir hizmeti daha vardır: Topkapı Sarayı’ndaki Kutsal Emanetler’in büyük bir kısmı, özellikle de Medine’demuhafaza altına alınıp İstanbul’a yollanan hazineler, bugün Paşa’nın aldığı tedbirler sayesinde bizdedir! İşte, Fahreddin Paşa’nın savunmasının ve Kutsal Emanetler’i İstanbul’a göndermesinin öyküsü... Birinci Dünya Savaşı devam ederken, İngilizler’in kışkırtması ile Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanan Şerif Hüseyin bin Ali’ye bağlı isyancılar 16 Haziran 1916’da Cidde’ye, 7 Temmuz’daMekke’ye, 22 Eylül’de de Tâif’e girdiler. Medine kumandanı Fahreddin Paşa, isyancılarınMedine’ye yaklaşmalarından önce ilk iş olarak HazretiMuhammed’in türbesi Ravza- iMutahhara’da bulunanmukaddes emanetleri iki bin askerlik bir birliğin korumasında İstanbul’a gönderdi.

        İNGİLİZ’E ASLA BIRAKMAM!

        Bugün Topkapı Sarayı’ndaki “Kutsal Emanetler” bölümünde sergilenen ve Medine’den getirilmiş olan büyük hazine, Fahreddin Paşa’nın sayesinde elimizdedir. İsyancılar daha sonraMedine Kalesi’ni de kuşattılar. Çölün ortasında hiçbir yerden yardımalmadan kalan Fahreddin Paşa şehri son derece kısıtlı imkânlarla, hattâ haftalarca sadece çekirge yiyerek savunmaya devametti ve iki yıl yedi ay boyuncaMedine’yimüdafaa için kahramanca dayandı. Kuşatma başlamadan evvel kaleyi tahliye etmesini teklif eden İstanbul Hükümeti’ne “Medine’deki Türk bayrağını ben kendi elimle indiremem. Eğermutlaka tahliye edecekseniz buraya başka bir kumandan gönderin” cevabını vermiş, şehrin İngilizlerin kontrolündeki Şerif Hüseyin’in eline geçmesi ihtimaline karşı da “İngilizler ile Araplar’a teslimolmaktansa Hazreti Peygamber’inmezarını havaya uçurarak kendini de feda edeceğini” söylemişti. Medine’deki kuşatma devam ederken Filistin ile Arap yarımadası elimizden gitmiş ve Osmanlı Devleti 30 Ekim1918’demüttefiklerleMondorosMütarekesi’ni imzalamak zorunda kalmıştı.Mütareke şartlarına göreMedine’yi teslimetmesi gereken Fahreddin Paşa, İstanbul’dan bu konuda sık sık gönderilen emirlere uymadı; İngilizler’den ve Şerif Hüseyin’den gelen tekliflere de cevap vermedi ve her türlü zorluğa dayanarak,mütarekenin imzalanmasından 72 gün sonrasına, 10 Ocak 1919’a kadarMedine’yi umutsuzca savunmaya devametti. İngilizler, Fahreddin Paşa’yı 27 Ocak 1919’da savaş esiri olarakMısır’a, daha sonra daMalta’ya götürdüler. Paşa, Malta’nın Fort Salvatore kışlasında 2 yıl 33 gün süren tutukluluğunda zamanını kitap okuyarak ve İngilizce’sini ilerleterek geçirdi. İngilizler’in bütün zorlamalarına rağmen üniformasını sırtından çıkarmadı. Bu sırada işgalci kuvvetler tarafından İstanbul’da kurdurulan NemrudMustafa Paşa’nın başkanlığındaki askerîmahkeme tarafından da gıyabında idama mahkûmedildi.

        KÂBİL’E ELÇİ OLDU

        Malta’daki esareti 8 Nisan 1921’de sona eren Fahreddin Paşa, Berlin’de karşılaştığı Enver Paşa’nın daveti üzerineMoskova’ya gitti, daha sonra Batumüzerinden Anadolu’ya geçti ve 2 Ağustos 1921’de KâzımKarabekir Paşa tarafındanmerasimle karşılandı. Fahreddin Paşa, 24 Eylül 1921’de Ankara’ya ulaştı ve 9 Kasım’da BüyükMilletMeclisi Hükümeti’nin Afganistan elçiliğine tayin edildi. Beş sene Kâbil’de kaldı, 1926’da Türkiye’ye döndü ve 5 Şubat 1936’da tümgeneral rütbesi ile askerlikten emekli oldu. “Türkkan” soyadını alan ve hayata 22 Kasım1948’de Eskişehir yakınlarında trende bir kalp krizi neticesinde veda eden Fahreddin Paşa, son uykusunu Rumelihisarı’ndaki Aşiyan Mezarlığı’nda uyuyor. Askerlik tarihimizin en büyük kahramanlık destanlarından birini yaratan Fahreddin Paşa’nın,Medine’yi savunması sırasında yayınladığı “çekirge talimatnâmesi” ni bu sayfada okuyabilirsiniz...

        Mekke Şerifi Hüseyin bu iki bildiriyle bizi ‘dinsiz’ ilân etmişti

        BİRİNCİ Dünya Savaşı’na girmemizden hemen sonra, zamanın hükümdarı Sultan Reşad, 1914’ün 14 Kasım’ında “cihad” ilân etmiş ve İslam dünyasını bizimle beraber savaşmaya çağırmıştı. O dönemde Arap yarımadasının güçlü adamı olan ve İngiltere’nin desteğiyle bağımsızlık hazırlıkları içerisinde bulunan Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali, cihad ilânımıza karşı cihadla karşılık verdi. 1916’nın 3 Haziran’ında isyan etti, 26 Haziran’da bir bağımsızlık bildirisi yayınladı, Osmanlı Devleti’ni “dinden çıkmakla” suçladı ve “Türkler, Kâbe’yi bile bombaladılar” yalanını ortaya attı. Aynı senenin 10 Eylül’ünde bir başka bildiri neşretti ve “İslam dünyasındaki bütün kardeşlerimi bu yıkıcı, bozguncu, aptal ve alçak kişilere -yani, Türkler’eitaat etmemeye çağırıyorum” dedi. İşte, Şerif Hüseyin’in bildirilerinin bazı bölümleri:

        26 HAZİRAN 1916 TARİHLİ BİLDİRİDEN: “...İttihadçılar, yaptıklarıyla yetinmeyerek Allah’ın kitabını da tahrif etmeye kalkıştılar. İstanbul’da yayınlanan ‘İçtihad’ gazetesi sultanın, sadrazamın, şeyhülislâmın, vezirlerin ve parlamenterlerin gözleri önünde peygamberimize hakaret etmekten çekinmedi. Kur’an’ın âyetlerini, özellikle miras hukukuyla ilgili hükümlerini bozmaya cesaret etti.

        ORUCU YASAKLAMIŞIZ

        Yaptıklarını kâfi görmeyen İttihadçılar, İslam’ın beş şartından biri olan oruç tutmayı da ortadan kaldırmak istediler. Mekke’de, Medine’de ve Şam’da bulunan askerlere Ramazan ayında oruç tutmamaları emredildi. Bütün Müslümanların yanısıra yabancılar da bu durumun şahididirler. ...Mekkeliler’in hayatlarına ve şereflerine karşı yapılan saldırıları protesto maksadıyla düzenledikleri bir gösteride, İttihadçı bir kumandanın emriyle halkın üzerine ve Kâbe’ye top ateşi açıldı. Kutsal Hacer-i Esved’in bir ve üç metre ilerisine iki mermi düştü. Kâbe’nin örtüsü, bu mermiler yüzünden alev aldı. Vaziyeti gören halk ateşi söndürmek için Kâbe’nin üzerine tırmanmaya çalıştığı sırada askerler topları yeniden ateşlediler ve masum halktan birçok kişi şehid oldu. Halk günler boyu Harem-i Şerif’e giremedi ve Kâbe’de namaz kılınamadı.

        TÜRK’E İTAAT ETMEYİN

        Hicaz halkı işte bu gibi sebeplerle ve İslam’ın geleceğini böyle kişilerin ellerine bırakmamak düşüncesiyle artık bağımsızlığını ilân etmeye karar vermiştir. Gücünü imanından ve kahramanlığından alan halkımız, yeni kahramanlıklarını tarihin sayfalarına altınla nakşedecektir! 26 Haziran 1916”

        10 EYLÜL 1916 TARİHLİ BİLDİRİDEN: “...İktidarda bulunan İttihad ve Terakki, savaş bahanesiyle halkın üzerindeki baskılarını daha da arttırdı ve koskoca imparatorluk bu diktatörlerin şeytani emellerine âlet edildi. İttihadçılar’ın liderlerinden olan Cemal Paşa, Şam’da canının istediği kişiyi asıyor yahut vurduruyor. Orada açtığı bir gece klübünde Şam’ın önde gelen ailelerinin kızlarını hizmetkâr gibi kullandırıyor. Skandallarla dolu bu içkili umumhanede toplu seks partileri düzenleniyor ve Paşa subaylarına kendisine refakat etmelerini emrediyor. Verilen demeçlerde dini ve milli duygularımıza hakaretler ediliyor. Cemal Paşa’nın bu davranışları İslam dinine, Türk ve Arap âdetlerine saygısızlığın tam bir örneğini oluşturuyor. İşte bu yüzden, İslam dünyasındaki bütün kardeşlerimi bu yıkıcı, bozguncu, aptal ve alçak kişilere itaat etmemeye çağırıyorum. Allah’a itaat etmeyenlere itaat edilmez! 10 Eylül 1916”

        Çekirgenin kavurması nefis olur, âfiyetle yiyebilirsiniz!

        FAHREDDİN Paşa, Medine’de 7 Haziran 1918’de yayınladığı tebliğde, askerlerine çekirgenin helâl olduğunu söylüyor ve nasıl pişirileceğini anlatıyordu: “Medine-i Münevvere - 7 Haziran 1918. Çekirgenin serçeden ne farkı var? Yalnız tüyü yok... O da serçe gibi kanatlı, uçuyor, ot ile besleniyor, temiz ve taze şeyler yiyor. Hem de tiryaki ve keyif sahibi; tütünden ve limondan pek zevk alıyor. Hicaz, Asir, Yemen ve Afrika bedevilerinin başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler sağlamlıklarını ve zindeliklerini yedikleri çekirgelere borçludurlar. Çekirgeyi develer de büyük bir zevkle yiyorlar. Dizlerinin bağı çözülenlere, zayıflara, basurlulara ve romatizmalılara şifadır. Medine pazarında çekirgenin okkası yedi-sekiz kuruşa satılıyor ve sahil kasabalarındaki istakoz ve karidesten hiç farkı yoktur deniyor. Yenebileceği konusunda Peygamber Efendimizin bir hadisinin bulunduğu da söyleniyor. İmam Malik de başı kopartılarak yahut ateşte kavrularak yenmesine izin veriyor. Çekirge değişik şekillerde pişirilir:

        1- Çiroz gibi güneşe serilir, iki üç gün kadar kurutulur, ayakları ve başı koparılır, beden kısmı bir parça yağ ile kavrulur, kavurma gibi yenir.

        2- Sıcak su ile haşlanır, başı ayakları kanatları temizlenir, hemen pişmek üzere olan pirinç veya bulgur pilavına karıştırılır.

        3- Haşlanmış çekirgeler tabağa dizilip üzerine zeytinyağı ve limon gezdirilir.

        4- Kavrulmuş çekirgeler havanda dövülür, toz haline getirilir, et tozu konservesi gibi kutularda saklanır. Bedeviler arasında en makbul tarzı budur. Savaş zamanında yegâne gıdalarını teşkil eder. Bazı çarpışmalarda bunlardan çuvallarla elde etmiştik. O zamanlar kıymetini bilmediğimiz için dökerek yazık ettik. Büyük bir dikkat ve ihtimamla ve kendime mahsus olan titizlikle yaptığım tecrübelerde tıbbi hassaları tahakkuk eden ve yenmesi sünnet olan çekirgeye yan gözle bakmak, ondan tiksinmek, en hafif bir tâbirle nimetbilmezliktir. Dün karargâh sofrasında çekirge tavası vardı. Arkadaşlarımla birlikte pek tatlı bir şekilde yedim. Hangi mıntıkaya çekirge düşerse târif ettiğim şekilde yenmesini ve bana da hediye olarak çekirge gönderilmesini rica ederim. Hicaz Sefer Kuvvetleri Kumandanı ve Medine Muhafızı Fahreddin”

        Diğer Yazılar