Müslümanların katledildiği Burma'daki şehitliklerimizde şimdi fasulye ekiliyor
Müslüman katliamının yaşandığı Burma ile ilişkilerimiz Birinci Dünya Savaşı yıllarına uzanır. İngilizler, Irak’ta esir aldıkları binlerce askerimizi Burma’daki esir kamplarına göndermişler ve esirlerin çoğu orada can vermiştir. Türk şehitlikleri şimdi perişan vaziyettedir ve Mehmetçiğin kemiklerinin üzerinde fasulye fideleri yükselmektedir.
Eski adı ile “Burma”, yeni ismiyle Myanmar’ın sonradan “Rahine” yapılan “Arakan” eyaletinde haftalardan buyana bir Müslüman kıyımı yaşanıyor... Yüzlerce Müslüman’ın katledildiği, onbinlercesinin de evini-barkını terkedip yollara düştüğü haber veriliyor...
Katliamın devam ettiği söylenirken İslam dünyası şimdilik sadece kınama mesajları yayınlamakla meşgul... Önce, Burma’nın nerede olduğunu hatırlatayım: Çoook uzaklardadır, Bengal Körfezi ile Andaman Denizi’nin kıyısında; Hindistan, Çin, Laos ve Tayland ile çevrili uzak bir memlekettir. 1886’dan 1948’e kadar İngiliz sömürgesi olarak kalmış, 1962 ile 2011 arasında da kanlı bir askerî diktatörlükle idare edilmiştir. Burma’da 60 milyon kişi yaşar ve başkenti Rangun’dur.
31 YAŞINDAYDI
Burma’nın bizim için önemi, değişik vilâyetlerinde üç ayrı Türk şehitliğinin olmasıdır... Artık pek bilmeyiz: Birinci Dünya Harbi yıllarında Irak cephesinde savaşan askerlerimizin bir kısmı İngilizler tarafından daha sonra “savaş esiri” olarak dünyanın bizim için neredeyse öbür ucunda bulunan Burma’ya götürülmüş ve çoğu oradaki kamplarda can vermişti!
Savaş yıllarında Irak, özellikle de Basra tarafları, İttihad ve Terakkimensubu genç bir binbaşıya emanet edilmişti: Süleyman Askerî Bey’e... 31 yaşındaki binbaşının rütbesi 1915’in 3 Ocak’ında yarbaylığa yükseltildi ve o gün hemBasra valiliğine, hem de Basra’daki 28. fırkanın kumandanlığına tayin edildi; daha sonra “Irak ve Havalisi UmumKumandanı” oldu.
YENİLDİ, İNTİHAR ETTİ
Genç yarbay gayet vatanseverdi ama Irak gibi geniş toprakların kaderine hâkim olacak tecrübesi yoktu ve daha da önemlisi, fazla hayalperestti. Arap aşiretlerini “İslam Birliği” şemsiyesi altında birleştireceğine inanıyor, “İngilizler’i Basra’dan bu aşiretler sayesinde süpürge sopasıyla kovacağım” diyordu.
12 Nisan 1915 günü, kendisinden kat kat üstün İngiliz birliklerine saldırdı ve İngilizler neticede Basra yakınlarındaki Şuayyibe’de birliklerimizin neredeyse tamamını imha ettiler. Süleyman Askeri Bey hatasının farkına varınca 14 Nisan’da tabancasını şakağına dayayıp tetiği çekti.
TROPİK İKLİME DAYANAMADILAR
Süleyman Askerî Bey’den sonra, Mustafa Suphi Bey adındaki tecrübeli bir albay Basra’nın vali vekili yapıldı. Suphi Bey, kalan birkaç bölük askeriyle İngilizler’in vurduğu Kurna’yı savunmaya koştu, aylarca direndi, elinde mermisi bitmiş iki sahra topu kalana kadar savaştı ve herşeyi tükenince mecburen teslim oldu.
İstanbul, Basra’da İngilizler’e esir düşen birliklerimizin âkıbetinden haftalarca haber alamadı ve askerlerin nerede oldukları ailelerine Burma’dan yollanan ve üzerinde “POW-Prisoner of War” yani “Savaş Esiri” damgası bulunan mektuplar sayesinde öğrenilebildi.
İngilizler, esir ettikleri askerlerimizi o zaman idareleri altında olan Hindistan’ın vilâyeti yaptıkları Burma’ya götürmüş, adları haritalarda bile geçmeyen ve en büyüğü “Tayetmo” olan “Meiktila”, “Munklon” ve “Şivebo” kamplarına koymuşlardı... Askerlerimizin çoğu Burma’nın alışık olmadıkları tropik iklimine ve salgınlara dayanamayarak vefat edince kampların bir köşesine defnedildiler. Sağ kalmayı başaranlar ise evlerine ancak 1918’de, Mondoros’taki o meş’um mütarekeyi imzalamamızdan sonra dönebildiler ama orada can verip şehid olanların mezarları kamplarda kaldı.
İÇLER ACISI ŞEHİTLİKLER
Türkiye, topraklarına en uzak mesafedeki Türk Şehitliği olan Burma’daki esir kamplarına çok seneler sonra mezar taşları ile birer kitabe diktirdi, aradan geçen yıllar zarfında taşların bir kısmı parçalandı, bir kısmı da oradaki bir camiin avlusuna atıldı ve şehitlik arazileri tarlaya döndü.
Burma’nın bağımsız olmasından sonra oradaki şehitliklerimiz hakkındaki ilk yazıyı 1997’de ben yazmıştım ve konu seneler sonra tekrar hatırlatıldı. Emeklilik yıllarında bol bol gezen Albay Faruk Budak 2002’de Burma’daki şehitliklerimizi ziyaret etti, fotoğraflarını çekip yayınladı, Genelkurmay Başkanlığı’na restorasyon için çağrılarda bulundu, ardından bazı girişimler yapıldı ama bir sonuç alınamadı.
Bu sayfada yeralan ve şehitliklerimizin son hâlini gösteren fotoğrafları, Faruk Budak’ın yayınlarından aldım... Irak’ta esir düşüp Burma’da can veren şehitlerimizin mezarları şimdi içler acısı vaziyette... Taşları sökülüp etrafa atılmış, bazı şehitlikler tarla niyetine kullanılıyor ve askerlerimizin kemiklerinin üzerinde fasulye fideleri yükseliyor...
Burma ile ilişkilerimizin başlangıcı, dünyanın tâââ öbür tarafındaki bu memleketin değişik yerlerinde yatan bin küsur isimsiz kahramanımızın yokolmak üzere olan mezarlarıdır...
Burma’dan Göztepe’ye hasret mektupları
Mustafa Suphi Bey, İstanbul’da doğmuştu. Harbokulu’nu bitirdi ve mezun olduğu okulda senelerce hocalık etti. Batı dillerini iyi biliyordu, Avrupa’da yapılan bazı toplantılarda orduyu defalarca o temsil etti... Yavuz Selim zamanının meşhur askerlerinden birinin, Özdemir Paşa’nın soyundan gelen Servet Paşa’nın büyük kızıyla evlendi. Askerlikle ilgili kitaplar yazdı, yabancı memleketlerden nişanlar aldı, albaylığa yükseldi ve Birinci Dünya Savaşı’nda Basra’ya gönderilip “vali vekili” yapıldı ama Kurna’yı müdafaa ederken İngilizler’e esir düştü.
SADECE DÖRT SATIR
İngilizler, Suphi Bey ile askerlerini çok uzaklara, tâââ Burma’ya, o zamanın haritalarında bile pek geçmeyen Tayetmo’daki esir kampına gönderdiler. Kampın 59 numaralı esiri Suphi Bey, İngilizler izin verdikçe, İstanbul’a, Göztepe’deki köşkte bıraktığı hanımı Ayşe Feriha’ya hasret dolu mektuplar gönderdi. Mektuplar önceleri tam sayfa idi ama kampın İngiliz kumandanının emriyle zamanla kısaldı ve sadece dörder satıra indi...
MÜKEMMEL TÖREN
Albay Suphi Bey, kampta bir buçuk sene yaşadı. 1916’nın 15 Haziran’ında bir beyin kanaması neticesinde vefat etti ve İngilizler, dillere destan centilmenliklerini hemen gösterdiler: Suphi Bey için Müslüman âdetlerine göre dört dörtlük bir cenaze töreni yaptılar, tabutuna selâm durdular, kampın bir köşesine defnettiler ve İstanbul’da bekleyen genç karısına da taziye mektubu yollamayı ihmal etmediler...
Tayetmo Kampı’nın 59 numaralı esiri Suphi Bey’in İstanbul’a gönderdiği mektuplarda sadece hasret vardı. Hemen her mektup “Allah’a hamdolsun, sıhhatteyim” diye başlıyor, ardından ailenin geçim derdinin merakından sözeden satırlar geliyor ve mutlaka “gözlerinizden öperim” diye noktalanıyordu.
İşte, şimdi Suphi Bey’in hanımının ailesinden gelen mimar Mehmet Konuralp’te bulunan bu mektuplardan bazıları:
“Vücutça Allah’a hamdolsun, bir arızam yoktur. İki sıra tel örgü içinde yaşamak zor geliyor. Dışarıyla temasta bulundurmadıklarından eşya ve çamaşır tedarik olunamıyor. Velhasıl âlemden habersiz bulunuyoruz. Kandil günü mevlid ve gecesi Kur’an okundu, tekbirlerle, tehlillerle vatanın selâmeti için dualar edildi. İbadet ve duayla vakit geçiriyoruz. Üç gün sonra, İstanbul’dan ayrılışımın yıldönümü olacaktır. Allah’ın izniyle, yakın zamanda dönüş ve yeniden biraraya gelmemiz nasip olur. Bana her hafta mektup gönderiniz. İran veya Amerika gibi savaşa girmemiş devletlerin konsolosları vasıtasıyla olursa, buraya ulaşmaları muhtemeldir. Herkese selâm eder ve kızımın gözlerinden öperim efendim. 17 Aralık 1914.”
“Allah’a hamdolsun, sıhhatteyim. Birkaç ay kadar mektubunuzdan mahrum kalacağım. Sonradan getirilen bir usule göre, dört satırdan fazla yazılmış mektuplar sahiplerine verilmeyecek. Bundan önce yazdığım gibi, mektuplarınız dört satırdan fazla olmasın. 2 Mayıs 1916.”
“Allah’a hamdolsun, sıhhatteyim. Bağdat’ta kolordu idaresinde çalışan 26. alay 1. tabur kâtibi Ahmed Hamdi Efendi’den 1914 Kasım’ının askerî maaşımı henüz göndermedilerse isteyiniz.
...Esaretime kadar bu ayların yarım maaşlarının ödenmesi emri gelmiş, herkes almıştı. İhtiyacınızdan fazlasını bilâhare borçlarıma vermek üzere saklanmasını rica ederim. Selâm. 10 Mayıs 1916.”