Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HANİ çocukluğumuzda "Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" diye "Türkçe'nin en uzun kelimesi" olduğu iddia edilen tekerlememsi bir söz vardı...

        Gündemimizde şimdi ona benzeyen ve doğru söyleyebilmek için tek nefeste telâffuz etmemiz gereken bir tartışma var: "Muhafazakârlaşıyor muyuz?"

        Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer'in, geçenlerde "Türkiye Değerler Atlası 2012" başlıklı araştırmasını yayınlandı. Prof. Esmer'in araştırmasında inanç sahiplerinin, namaz kılanların, camiye gidenlerin, oruç tutanların ve bazı karşılıklı davranışların istatistikleri vardı. Türkiye'nin gittikçe muhafazakâr bir çizgiye gittiğini gerçi açıkça telâffuz etmiyordu ama çalışma basınımızda "muhafazakârlaşıyoruz" diye yorumlandı.

        Hem de ne yorumlar yapıldı! Birçoğu öyle bir üslûpla kaleme alınmıştı ve yazarlar ne kadar entellektüel olduklarını ispat çabasıyla öylesine zoraki bir dil kullanıyorlardı ki, dediklerini anlayabilene aşkolsun!

        ORANLAR DEĞİŞİNCE...

        Yorumlar devam ederken Ayşe Kulin çıktı, "Gitgide muhafazakârlaşıyoruz, bu beni korkutuyor" dedi ve muhafazakârlaşmanın belirtilerinden birinin de "içkili mekân bulmanın giderek zorlaşması" olduğunu söyledi.

        Türk toplumunun artık daha tutucu olduğu yorumlarını yapanların da, dostum Ayşe Kulin'in de unuttukları önemli bir husus var: Türkiye'nin eskiden de muhafazakâr olduğu, Anadolu'nun tarihi boyunca muhafazakâr şekilde yaşadığı, hayat tarzında bugün iddia edildiği biçimde aslında pek bir değişimin sözkonusu bulunmadığı, üstelik sadece Müslümanlar'ın değil, geçmiş asırlardaki Hristiyan halkın da aynı şekilde muhafazakâr bir hayat sürdükleri...

        Bugün ortada gerçi bir değişiklik var ama değişiklik halkın muhafazakârlaşmasından değil, inancın gereklerine ve etik kurallarına göre hareket edenlerin artık şehirlerde yaşamaya başlamış ve "görünür" olmasından kaynaklanıyor. Yani, kırsal kesimden kentlere doğru uzun seneler boyunca devam eden göçler şehirlerin hem nüfusunu, hem de inanç ile ilgili görüntüyü değiştiriyor. Köylerde ve kasabalarda açık şekilde yaşanan dinî hayat göçlerin etkisiyle şehirlerde yakın zamanlara kadar genellikle hâne dahilinde kalan ibadetlerin yerini alıp farkedilir hâle geliyor ve bu farkediliş, "muhafazakârlığın artışı" diye yorumlanıyor.

        SEÇİMLERDEN BELLİ!

        Şimdi "muhafazakârlaşma" zannedilen değişiklik işte budur; inancın gereklerini yerine getiren kesimin kent nüfusundaki oranının yükselmesi, dolayısı ile ibadete ve inanca dayanan uygulamalar ile davranışların daha görünür olmasıdır...

        İçkili mekân bulmanın zorlaşması ile muhafazakârlaşma arasında bağlantı kurulmaya çalışılması ve bunun âmiyâne ifadesi ile "Meyhaneler azaldı, demek ki dindarlık artıyor" diye yorumlanması ise sadece hatalı bir kıyaslamadan ibarettir.

        İbadetler kırsal kesimde açık, kabahatler ise "kol kırılır, yen içinde kalır" misâli daima gizli şekildedir. Anadolu'da içkinin asırlar boyunca bir örtünün altına gizlenmiş şekilde içilmesine özen gösterilmiş, Ramazan geldiğinde de üzeri tamamen örtülmüştür, zira gelenek de, edep de bunu gerektirmiştir. Son zamanların "İçkili mekân bulamıyoruz" gibisinden moda olan ifadeleri, Anadolu'daki bu âdetin göçler neticesinde büyük şehirlere taşınmış olmasının yanlış şekilde yorumlanmasından ibarettir!

        Unutmayalım: Sol partilerin çok partili hayata geçişimizden sonra hiçbir zaman tek başlarına iktidara gelememelerinin sebebi Türkiye'de çoğunluğun muhafazakâr olmasıdır. Demokrat Parti'yi 1950 seçimlerinde iktidara taşıyan sebeplerin başında da yine bu eğilim, özellikle de ezanın seneler boyu Türkçe okunmasına karşı halkın duyduğu tepki yatar.

        Diğer Yazılar