Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRKİYE, vefatının üzerinden 739 sene geçtikten sonra, Hazreti Mevlânâ'yı şimdi yeniden keşfediyor...

        Gazetelerde ve internet sitelerinde "Şok, şok, şok! Mevlânâ hakkında şok iddia... 'Gel gel, ne olursan ol yine gel' diye başlayan şiir meğerse Mevlânâ'ya ait değilmiş" başlıklı haberleri görmüşsünüzdür...

        Bu meşhur dörtlük, daha doğrusu "rubai" hakkında bazı üniversite hocaları bir açıklama yapmışlar, Mevlânâ'ya ait olmadığını söylemişler ve basınımız da açıklamayı almış ve büyütmüş.

        Sanki yeni ortaya çıkartılmış ve kimselerin bilmediği birşeymiş gibi...

        "Gel, gel ne olursan ol yine gel" diye başlayan meşhur dörtlüğün Mevlânâ'nın değil, ondan üç asır önce yaşamış Ebû Said Ebu'l-hayr'ın olduğu halk arasında pek bilinmezdi ama edebiyatçıların, Mevlevîler'in ve akademik çevrelerin zaten mâlûmu idi...

        MAL BULMUŞ MAĞRİBÎ

        İşin tuhaf tarafı, akademik dünyanın bildiği ve hakkında daha önce yayın da yapılmış olan bir konunun üniversite hocaları tarafından şimdi yepyeni bir buluşmuş gibi tekrar gündeme getirilmesi ve basınımızın da mal bulmuş mağribî gibi bu mükerrer keşif iddiasının üzerine atlaması!

        Gazeteler ve internet siteleri bu hafta "Şok, şok, şok! Mevlânâ konusunda şok!" başlığı ile kullandığı haberin aynını çok değil, bundan dört sene önce de vermişti ve kaynak, Fatih Altaylı ile yaptığımız "Teke Tek Özel" programı idi... 2008'in 27 Kasım gecesi Prof. İlber Ortaylı'nın da katıldığı programda söz Mevlânâ'ya ve ona atfedilen bazı sözlere gelmiş, meşhur rübainin Mevlânâ'nın değil Ebu'l-hayr'ın olduğunu söylemiştim ve gazeteler ile internet siteleri anlattıklarımı hemen ertesi gün şimdi olduğu gibi "Şok, şok, şok!" başlıklarıyla vermişler, tartışmaya daha sonra haftalık dergiler de dâhil olmuştu.

        Haydi, basınımız artık dün ne yediğini bile unutacak kadar balık hafızalı bir hâle geldi diyelim ama üniversite hocalarının senelerden buyana yazılmış ve söylenmiş bir konuyu sanki yepyeni bir bilgi imişçesine ortaya sürmelerine ne diyeceğiz? Eski yayınları takip etmeme, onlar hakkında bilgi sahibi olmama mı yoksa bilimsel bahislerin bile sansasyon malzemesi haline getirilmesi çabası mı?

        Bana sorarsanız, ikincisi... Akademik camiaya son senelerde ârız olan bu tuhaflık, yani üniversite hocalarının ilmî kaliteleri ve ortaya koydukları eserleri ile bilinmeyi önemsemeyip tanınma, meşhur ve hattâ yıldız olma heveslerinin neticesi!

        ÂHİR ZAMAN ULEMÂSI

        Merak edenler için, şimdi yeniden gündeme gelen meşhur rübâide şairinin aslında ne dediğini tekrar hatırlatayım:

        Dörtlükte geçen "Bâzâ" sözü Farsça'da "yine, tekrar gel" demektir ve klasik Farsça'da aynı zamanda "tövbe et" anlamına da gelir. Dörtlük bugün "Gel, gel, ne olursan ol gene gel, kâfir de, putperest de olsan, ateşe de tapsan gene gel... Bizim dergâhımız ümidsizlik dergâhı değildir, yüz kerre de tövbeni bozmuş olsan yine gel" diye tercüme edilmektedir ama "bâzâ"yı yahut ifadenin aslı olan "bâz âmeden" kavramını "tövbe et" şeklinde aldığımız takdirde mânâ tamamen değişir; "Tövbe et, ne olursan ol tövbe et; kâfir de, putperest de olsan, ateşe de tapsan tövbe et... Bizim dergâhımız ümidsizlik dergâhı değildir, yüz kerre de tövbeni bozmuş olsan tövbe et" hâline gelir. Yani, şair "Gel, gel de istersen yanında putunu da getir, beraberce tapınalım" değil, "Tövbe et, öyle gel" demektedir!

        Dörtlük, dolayısı ile sansasyon ve reklam meraklarına artık Hazreti Mevlânâ'yı bile âlet eden âhir zaman ulemâsına hitaben söylenmiş gibidir!

        Diğer Yazılar