Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        RAHMETLİ Müslüm Gürses hakkındaki düşüncemi peşinen ifade edeyim: Çok iyi bir icracı idi...

        Bugün "arabesk" kavramının dar çerçevesine sıkıştırılan Müslüm Gürses'in müziğini değerlendirmek için sanatının temelini teşkil eden gençlik senelerindeki kayıtlarına kulak vermek gerekir. Gürses'in 1960'ların sonunda çıkardığı ilk plaklarını, meselâ "Ovada taşa basma", "Karşıda Kürt evleri (Emmoğlu)", yahut "Sevda yüklü kervanlar"ı ve o yılların Çukurova Radyosu'ndaki icralarını dinlediğinizde, karşınıza tiz perdelere de çıkabilen ama yer yer puslu tenor havası veren yumuşak bir bariton ve daha önemlisi, çok iyi bir halk musikisi icracısı çıkar.

        Kulağa değil, göze hitap eden sahne şovlarını bir tarafa bırakalım... Solistin, dinleyiciyi ciddî şekilde etki altında bırakmasının iki yolu vardır: Ya eseri ruhunu vererek, hissettirerek, yani sadece yoğun bir duygu olarak icra ederler; yahut zırıl zırıl, vıcık vıcık ve adına maalesef "yorum" denen bir inilti ile dinleyiciyi "Hadi, ağlasana!" deyip dürterek hislendirmeye çalışırlar.

        Müslüm Gürses, birinci yolu seçmişti... "Seçmişti" demek de zaten pek doğru sayılmaz, zira bu şekildeki icralar Allah vergisi yeteneklerin neticesidir, zorlama ile değil, kendiliğinden olurlar. Duygusal icrayı o senelerin ciddî bir konservatuvarı olan ve yöresel seslere verdiği destek ile folklörü de ayağa kaldıran radyo terbiyesi ile biraraya getirebilen bir sanatçının kalıcı olmaması zaten mümkün değildir.

        OSMANLI'NIN ARABESKİ

        Bir "anti müzik" kimliği taşıyan arabeskin başlangıcını 60'lı ve 70'li senelerde aramak aslında pek doğru değildir; çok daha gerilere, tâââ 19. yüzyılın ortalarına kadar gitmek gerekir. Sosyal hayattaki değişimin, bazı kesimler için zorluklarla dolu yeni hayat şartlarının ve sınıflar arasındaki farkların ruha sükûn sağlamak maksadı ile nağmelerle isyanı demek olan arabesk, bir yerde musikinin alışılmış nağmelerine ve formlarına da karşı çıkmak demektir. Klasik musikisi çizgisini tamamen değiştirerek "şarkı" formuna ağırlık veren ve yüzlerce şarkı yapan 19. asır bestecilerinden bazıları, meselâ Hacı Arif ve Şevki Beyler gibi isimler de o devrin "arabesk" sayılabilecek olan aykırı musikisinin öncüleridirler.

        Böyle aykırı müzikler, sadece sosyal değil, siyasî değişikliklerde de ortaya çıkarlar ve Türkiye'de Tanzimat sonrasından bugünün arabeskinin şekillendiği 1960'lara kadar hep vârolmuşlardır. Cumhuriyet sonrasının, 1930'lu, 40'lı ve 50'li senelerin taş plak kataloglarını elden geçirdiğiniz takdirde, plakların ekseriyetini hep ağlamalı, inlemeli güftelerin ve melodilerin teşkil ettiğini görürsünüz.

        Çok iyi bir halk musikisi icracısı olarak başladığı sanat hayatının ikinci devresinde koyu bir arabesk okuyucu olan Müslüm Gürses'in, kendi devrindeki diğer bazı arabeskçilerden önemli bir farkı vardı:

        FOLKLOR DE ÖKSÜZ KALDI

        Bizde "arabesk bestecilik" demek, genellikle Mısır ve Lübnan müziğinin Türk kulağına yakın melodilerini neredeyse aynen alıp üzerlerine Türkçe sözler yazarak Kahire usulü baygın kemanlar refakatinde inilti hâlinde bir musikisi yapmak demekti.

        Müslüm Gürses ise sadece "icracı", yani "okuyucu" olarak kalmış ve besteciliğe soyunmamıştı. Dolayısı ile üzerinde "intihal" gibi bir lekenin zerresi yoktu!

        Müzisyen dostları, fanatiklerinin onu dinlerken kendilerini jiletlemelerinden ve yine hayranları tarafından etten-kemikten bir "madde" kimliğine büründürülmüş olmaktan hiçbir şekilde hoşlanmadığını, sanatının üçüncü devresini teşkil eden yeni tarza da bu yüzden yönelmiş olduğunu söylerler...

        Türkiye, Müslüm Gürses'in vefatı ile diğer arabesk icracılarla maalesef aynı kefeye konmuş olan önemli bir sanatçısını, seçkin bir halk musikisi icracısını kaybetmiştir.

        Diğer Yazılar