Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Soru çok basit.

        Sahiden bir siyasi gezi ve o esnada ortaya çıkan birkaç fotoğraf karesi yüzünden mi Ekrem İmamoğlu etrafında oluşan hava bir anda tersine döndü?

        Dünya görüşlerinin önemi yok. Meslektaşlarımız üzerinden koparılan fırtınaya, özellikle de Nagehan Alçı’nın hedef gösterilmesine tepkimi öncelikle buraya not etmek istiyorum.

        Gelelim daha büyükşehir belediye başkan adayı iken estirilen “geleceğin cumhurbaşkanı” rüzgarının nasıl olup da bir lince dönüştüğüne.

        İmamoğlu üzerinden oluşturulan hikayenin sonuna geldiğimizi ilan edenlerin ortaya koyduğu gerekçeler, olup biteni açıklamaya yetmiyor.

        Hikayenin başlangıcından itibaren söylediklerimi derli toplu ifade edeyim.

        Ekrem İmamoğlu’nu geleceğin lideri olarak görmek isteyenlerin, siyaseten onu nasıl tarif ettiklerini şu ana kadar hiç anlayamadım.

        Belki de hikayenin temel unsurlarından birisi onun “tanımsızlığı” üzerine oturuyordu.

        Yani biraz CHP’li biraz değil. Hem muhafazakar hem liberal. Hem o mahalleden hem ötekinden.

        Seçim sürecinde Kur’an okuyan, fakat Ramazan gecelerini festival kıvamında anlayan karmaşık bir portre.

        Örnekleri uzatmayalım. Bunları yan yana dizen aklın bu toplamdan siyasi merkezde herkesi temsil edecek bir iddianın peşinde olduğu açık.

        ÖRNEK Mİ TAKLİT Mİ?

        Ancak bu hikayenin, pek de saklanmayacak biçimde şekillendirilmek istenen başka bir yanı daha vardı.

        Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından siyasi merkeze yürüyen hikayesinin taklit edilmesi. Örnek alınması diyemiyorum, çünkü ikisi arasında dağlar kadar fark var.

        Erdoğan’ın hikayesindeki sahicilik, mücadele süreci ve özellikle siyasi merkezin gayrı meşru yöntemlerle dışladığı milyonları kuşatan özelliklerin hangisi vardı bu yeni tasarımda?

        1990’ların sonuna gelirken, deyim yerindeyse dağlara taşlara “Tayyip Erdoğan” yazılıyordu. “O parti kurarsa oy veririm” diyenlere toplumun neredeyse her kesiminde rastlamak mümkündü.

        Ekonomik kriz, siyasetin çaresiz hali, 28 Şubat’ın alıp bir kenara fırlattığı mağdur kitlelerin arayışları, dünyada esen rüzgarların ve şartların doğru okunmasının kesiştiği yerde ortaya çıkan bir liderlikti Erdoğan’ın yürüyüşü.

        Bu hikayelerden ilham alabilirsiniz, ana dinamiklerini doğru anlayıp bugüne uyarlayabilirsiniz.

        Ama özünü kavramadan, oturalım herkese sempatik gelecek bir lider hikayesi yazalım derseniz, geleceğiniz nokta er geç hüsrandır.

        GERÇEKLE İMAJ ARASINDAKİ FARK

        Ekrem İmamoğlu’nun hikayesinde gerçekle imaj arasındaki mesafenin ne denli fazla olduğunu, bu tasarıma inanmak isteyenler asla görmedi. Görmek istemedi.

        İmajdan ibaret olup olmadığınızın ilk ciddi testinde deyim yerindeyse sınıfta kaldı bu sürecin mimarları.

        Seçim sahasında ısrarla beslenen “hoşgörü” imajının, daha ilk aylarda neredeyse her esnaf ziyaretinde öfkeli tartışmalara dönüşmesine de aldırış edilmedi.

        Kar altındaki şehirdeki sorumluluklarını, balıkçı lokantasında büyükelçilerle yemekte askıya almasına da ateşli savunmalar üretildi.

        Şimdi ilginç olan tarafına gelelim.

        Bugün gelinen manzarada, geçmişteki bu hataların rolünü belirleyici sayarsak, siyasetin gerçek gündemini ıskalamış oluruz.

        Bunlar kimsenin umurunda değildi, hepsine mazeret üretilecek kadar da kredisi vardı İmamoğlu’nun.

        Bir sabah Rize ziyaret edildi, medyadan kimi isimler bu temaslarda yer aldı. Sonra herkes aniden “doğru yol”u bularak bulunduğu yerden bunca yatırım yapılan lider adayına ateş etmeye mi başladı? Buna mı inanmalıyız.

        ACELE VE TELAŞ

        Siyasetin yakıcı gerçekleri sahne almaya başladıkça işlerin seyri de değişmeye başladı.

        6’lı masada kimin aday olacağını değil, ilkeleri konuştuklarını söyleyen her partinin, bir diğeriyle uzlaşması mümkün görünmeyen hesapları var elbette. Bu da siyasetin doğasına ters düşen bir durum değil.

        CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı etrafında CHP içinde giderek güçlenen ittifak, masada henüz bir karşılık bulmadı. Bulması da çok zor.

        İmamoğlu’nun gürültülü hikayesinden farklı olarak “sükut stratejisi” yürüten Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş faktörü burada çok önemli.

        Yavaş, ittifak içindeki “iç rekabet”te İmamoğlu’ndan hayli önde görünüyor anketlerde.

        Bu gerçek, İstanbul tarafını aceleye zorladı. Peş peşe gelen hataların bir yanı da bu. Erken sahne alındı. CHP’nin kurmay aklı İmamoğlu’nun altından siyasi zemini çekince de işler bu noktaya geldi.

        İstanbul’daki hikaye bitmiş midir, konuşmak için erken. Sadece futbol üzerinden olmadığını bildiğimiz “büyük sermaye tepkisi” ne kadar geniş bir alana karşılık geliyor, bunu da bilmiyoruz.

        Ağır yara almış bir siyasi proje var. Bunun toparlanıp toparlanmayacağı, özelde CHP, genelde Millet İttifakı açısından çok önemli.

        “Ne çok alternatifimiz var” tezini dile getirmeleri eskisi kadar kolay olmayacak. Ayrıca her şeyin birlik, beraberlik ve ilkeler etrafında şekillendiğini anlatmaları da.

        Diğer Yazılar