Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Basit bir gözlemle başlayalım.

        Oturduğumuz evlerde sık sık tadilat yapıyoruz. Bazen sil baştan.

        İnanılmaz sıklıkta ev değiştirip taşınıyoruz.

        Sebebi kötü inşaatlar, ekonomik şartlar diyoruz.

        Doğru söylüyoruz ama meselenin bundan ibaret olmadığını da pekala biliyoruz.

        “Şehirler kuramıyoruz, kurduklarımızı ortalama 20 yılda bir yeniden yıkıp yapıyoruz” derken ne demek istiyoruz mesela?

        Belki kabaca şöyle. Mimariden estetiğe, sosyolojik anlamda merkez-çevre arasında bitmek bilmeyen çatışmaya kadar kocaman sorunları ifade etmeye çalışıyoruz.

        Aynı şehir içinde üstelik kısa zamanda defalarca ev değiştirmenin bize söylediği çok şey var.

        Bu bize bir zihin haritası veriyor. Bu bir dağınıklık, bu bir kararsızlık ve elbette bir yerlerde hala baskın olan göçebelik.

        Türkiye’de şu ya da bu gerekçeyle göçlerden ve göçmenlerden şikayetçi olanlar, siyasetten okur-yazarlara kadar sorumluluk sahibi olan herkes, aynı evde bırakın birkaç kuşak, üç-beş yıl oturamayan bir kültüre dair bir fikre sahip mi? Yoksa artık kendisi de o kervana kalmaktan rahatsızlık duymaz hale mi gelmiş?

        Kaliteye düşmanlık. Yıktığımız her şeyin yerine daha kötüsünü yapmak. Estetikten, incelikten ve hayal gücünden yoksunluk…

        II. ABDÜLHAMİD VE DİNDARLAR

        Buradan nasıl bir siyaset çıkar, nasıl bir entelektüel hayat yoğrulur.

        Tarihe, tarihteki önemli şahsiyetlere bakarken, onları ya göklere çıkaran ya da yerin dibine batıran bir anlayışla nereye kadar yol alabilirsiniz.

        Örnek almak başka, dönemleri anlamak başka, oradan bugüne uzanan kıyaslar yapmak bambaşka. Bunların her biri ciddi ve uzun soluklu çabalar gerektirir.

        Son günlerde II. Abdülhamid üzerinden başlayan tartışmalara bakarken, aklımdan geçenleri peş peşe sıraladım.

        Tarihi, canımız neresinden çekerse orasından tadacağımız bir “açık büfe” gibi görmek, sonu bir türlü gelmeyen, içerikten yoksun ve sıradan bir yaklaşımdan öte hiçbir anlam taşımıyor.

        İYİ Parti lideri Meral Akşener, içinden geldiği siyasi gelenekten koptuğunu, artık başka bir “arazi”ye talip olduğunu söylemek istiyorsa, yaptığı çıkış başlı başına ilginç. İYİ Parti’nin yeni bir siyasi zemine/alana talip olmasını ve nedenlerini ayrı bir yazıda ele almak istiyorum.

        Öncelikle, efsanedir, doğrudur, yanlıştır istediğiniz kadar tartışın.

        II. Abdülhamid, Akşener’in yabancı olmadığı geniş bir kesimde, Ulu Hakan Abdülhamid Han’dır.

        Kimi sosyal medya ulemasının, “Abdülhamid’i savunursanız, dindarları kaybedersiniz” türünden komikliklerini bir yana bırakırsak, dindar ve muhafazakar kesimlerdeki algı böyledir. Bu algıyı eleştirenlere katıldığım noktalar var elbette. Ama bugünkü tartışma çerçevem bu değil.

        Dindarların bu yaklaşımını çelişkili bulanlar, İslamcılık tanımında farklı çerçeveler çizenler de olabilir. Ama o dönem Abdülhamid’e muhalif olan İslamcılık üzerinden bugünün dindarlığını anlamak da hayli sorunlu bir yaklaşımdır.

        Eğer meseleyi, dönemin şartlarını doğru anlamak, Osmanlının çöküş dönemindeki dinamikleri tartışmak, bazı kavramları bugünün anlam dünyasında değil, o günün zihin dünyasında yerli yerine oturtabilmek istiyorsanız, daha fazla çabaya ihtiyaç var.

        ÖVGÜ VE YERGİDE SINIR TANIMAMAK

        Bu söylediklerimin, güncel Abdülhamid tartışması üzerinden sadece bir Meral Akşener eleştirisi olarak anlaşılmasını istemiyorum.

        Övgüde ya da yergide sınır tanımayan bir zihin dünyasıyla kimimizin Ulu Hakan, kimilerinin de Kızıl Sultan ilan ettiği bir tarihi şahsiyetle ilgili tartışma bize çok şey söylüyor sadece. Baktığım yer orası.

        Siyasetimizin genelini kuşatan aceleci ve yüzeysel yaklaşımların, bir evden ötekine zıplarcasına taşınan, yerleşik olabilmeyi sıkıcı bulan, okur-yazarlığı, kaliteyi, sanatı, estetiği düşmanca bir öfkeyle karşılayan anlayışla akraba olduğunu da unutmayalım.

        Bir tıkanmışlık görüyorsak önce buraya bakalım.

        Eğer taşları çatlatacak bir sabırla o dönemin düşünce dünyasını bize aktaran kıymetli hocam İsmail Kara gibi müstesna örneklere azıcık bakma zahmetinde bulunursak, göreceğimiz manzara çoğumuzu hoşnut etmeyecektir.

        Ama özellikle bir tablonun hepimize örnek olacak kadar açık olduğunu söyleyebilirim.

        O dönem ister muhalefet edenler olsun, ister Abdülhamid’e yakın olanlar. Bu tartışmalarda yer alan İslamcı, Osmanlıcı, Türkçü ve diğer mektep ve kavrayışlar etrafındaki isimlerin kalitesi ve ortaya koyduğu eserler; bugün aklına estiği gibi konuşanları, kıyaslamalar yapanları biraz olsun kendine getirebilir.

        Tıkanmışlık neredeyse çözüm de yakınlarda bir yerdedir.

        Diğer Yazılar