Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Siyasetçiler ve siyasi partiler mevcudu korumanın derdindeyken bile sürekli bir değişim vaadi içindedir. En azından bizdeki durum üç aşağı beş yukarı öyledir.

        Belki de bu nedenle “değişim” tartışmaları ve arayışları yeterince anlam bulmuyor ve heyecan uyandırmıyor.

        Siyasi hayatımızda değişime dair vaatler, hem iç ve dış şartların uygunluğu, hem de bunu ortaya koyan lider ve kadroların inandırıcılığı ile başarı getirmiştir.

        6’lı masa, farklı görüş ve ideolojilerden gelen partilerin oluşturduğu bir zemin. Savunanlar ve karşı çıkanlar eliyle gereğinden fazla anlam yüklendiği de ortada.

        Masa aslında toplamda bir “değişim çağrısı”.

        Aralarında yeni kurulan ya da siyasi geçmişi uzun olmayan siyasi partiler de var.

        Muhalefettesiniz, yenisiniz. Dolayısıyla “değişim”e dair sözünüzün kuvvetli olmasını sağlayacak zemin ve araçlara sahipsiniz.

        Fakat pratikte, en azından şu ana kadar ortaya çıkan tablo tersini söylüyor bize. Toplumun önüne yeni bir hikaye/söylem konulamadığı gibi, 20 yıllık iktidar karşısında muhalefet üretebilmenin avantajları da değerlendirilemedi.

        Dahası, eski yeni parti fark etmez, aylarca aynı masada oturup konuşmalarına rağmen, kendi kurumsal gündem ve taleplerinden milim geri adım atmadılar.

        Gelinen aşamada ortaya çıkması muhtemel ayrışma ya da kopuşları kimse sürpriz olarak görmüyor artık.

        DURUMU İDARE ETMEK

        Toplum uzlaşmanın sahici olmadığı, siyasetin gerçek gündemine dair güçlü bir iradenin ortaya çıkmadığı bir yerde, kendisine söylenenleri ne denli dikkate alır. Tablo ortada.

        Anlatmaya çalıştığım durum, muhalefetin seçimleri kazanmasıyla değişebilecek bir hal ve gidişin ifadesi değil. Buradaki asıl sorun, siyasetin geleceğe dair söylediklerinin ve ortaya koyduğu projelerin toplumla ve gerçeklikle olan bağının zayıflığı. Cesaret, kararlılık ve vizyonla beslenmeyen bir siyasetin, sonuçta sadece kendi özel iktidar alanını korumayı hedefleyen ve o nedenle risk almaktan uzak ve idare-i maslahat kabilinden olduğunu toplum kolayca fark ediyor.

        Öte yandan 6’lı masanın ortak aday ve gerçek bir program üzerinden sahne alamayışını seçmene izah etmek zaman daraldıkça daha da zorlaşıyor.

        Aday açıklamama “hal”ini, ortak bir karar ya da stratejinin sonucu gibi anlatma gayreti de, “İktidara nasıl geleceksiniz” sorusuna verilen “Üzerinde çalışıyoruz” cevabı da aynı yere çıkıyor. İnandırıcı olmaktan giderek uzaklaşıyor.

        TEPKİSELLİK ÜZERİNE SİYASET

        Türkiye’de siyasi partiler, tepkisellik üzerine kurguladıkları her taktiğin bir şekilde başarı getireceğine dair bir kolaycılık ve konforla hareket ediyor. Bu tür “başarı” örnekleri de yok değil. Sonlarının ne olduğunun unutulmaması kaydıyla elbette.

        Gözünün önünde cereyan eden savaşa, dünyanın sancılı ve zorlu bir yeni düzen sürecinden geçmesine dair; ne içeride ne de uluslararası kamuoyunda kayda değer tek bir görüşün ortaya konulamaması yeterince manidar değil mi?

        Ana muhalefet liderinin peş peşe iki yurtdışı ziyaretinin ortaya çıkardığı sonuçlar bunu değiştirmek yerine pekiştirdi sadece.

        BEĞENİ VE POPÜLİZM KISKACI

        Buraya kadar anlattığım başıboşluk ve “saldım çayıra” ruh halinin, iktidar partisinde farklı olduğunu düşünen varsa, peşinen onlara katılmadığımı da ifade edeyim.

        Nasıl olur da 20 yıl önce toplumu, lideri ve vaatleriyle (ayrıca kadrosuyla) ikna eden ve bunu uzun yıllar çıtayı yükselterek devam ettiren bir parti; üstelik dış politikada ve dünya dengelerinde ciddi bir başarı yakalamışken, gerçek bir değişim iradesi ortaya koymakta bu kadar geride kalır.

        2002’ye dair program derken kastım ayrıntılı metinler değil. İki anahtar vaadiyle meydanlara çıkan siyaset anlayışından bir farkı vardı o dönem iktidar partisinin.

        AK Parti özellikle ilk 10 yılında, herkesin beğeneceği işleri değil, doğru gördüklerini yaptı. Katılmadığım politikaları olsa da bu tutarlı bir çizgiydi.

        Şimdi seçime yaklaşırken, “beğeni” ve “popülizm” kıskacında ilerliyor. Çok tehlikeli bir durum bu.

        Sadece Türkiye’nin değil, neredeyse tüm dünyanın ateşi çok yüksek. Hızlı ve aceleci tedavi yöntemlerinin, kısa vadeli umutlar dağıtmanın durumu daha vahim hale getirebileceğini iktidar çok geç olmadan görmek zorunda.

        Diğer Yazılar