Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Siyasetin ve siyasetçinin, Türkiye’nin ve dünyanın gidişatına dair ne düzeyde fikir sahibi olduğuna dair kuşkularım giderek artıyor. Seçimler yaklaştıkça özellikle de.

        Muhalefet, 6’lı masa zemininde peş peşe bazı metinler yayınladı. Bunların her birinde sağladıkları mutabakatın, demokrasi tecrübemiz açısından önemli bir zenginlik olduğu tartışıldı.

        Bu metinleri heyecan verici bulan, fakat toplumun bunlara yeterince ilgi göstermediğinden şikayet edenler, pek de yabancısı olmadığımız bir yere doğru ilerliyor.

        Bu seçim sürecinde, 1950’den sonra bir kez daha “Yeter Söz Milletindir” sloganının neredeyse paylaşılamaz hale gelmesi, en azından millet iradesine sahip çıkma yönünde ortak bir duyarlılık sayılabilir.

        Fakat siyasetçiler ve onları destekleyen kamuoyu, istedikleri geri dönüşleri alamadıkları takdirde kolayca seçmeni suçlayan bir dile savruluyor. Tarihimiz bunun birbirinden ilginç örnekleriyle dolu.

        Birdenbire siyaset “millete lütufta bulunan” pozisyonuna bürünüyor. Seçmen ise “rasyonel karar veremeyen” yığınların mensubu.

        GERÇEK TARTIŞMA NE?

        Öte yandan, Türkiye’ye ve dünyaya bakışında kuvvetli ortaklıklar bulunan siyasi partilerin, sıradan iktidar çatışmaları yüzünden bunun farkında olmaması da mevcut siyasi tabloda ayrı bir tuhaflık.

        Takip edenler bilir. 6’lı Masa'nın kuruluşundan itibaren, buradaki bazı siyasi partiler arasındaki farklı dünya görüşlerinin, sadece iktidar olmak ya da mevcut iktidarı değiştirmek adına giderilmesinin mümkün olmadığını savundum.

        Bugün geldiğimiz noktayı başka türlü nasıl anlayabiliriz.

        Diyelim ki önümüzdeki günlerde masanın iki ana aktörü, bir ortak aday üzerinde anlaştı ve seçime onunla gitme kararı aldı. Diğer partiler de buna uyacaklarını ilan ettiler.

        Bunun gerçekten 2023 sonrası arızasız işleyecek bir iktidar dengesi ortaya çıkarması mümkün mü?

        Bir yıldır düğümlenen adaylık tartışmasını, sıradan bir çekişme olarak görüyorsak mümkün.

        Ama bu durumu, özellikle ana aktörler üzerinden belirginleşen, onlarca metne ortak imza atsanız da giderilmesi mümkün olmayan farklılıklar üzerinden okursak o zaman başka.

        KORUMA DUYGUSU

        Muhalif kamuoyunda nadir örnekler dışında yayınlanan her metni hatasız, mükemmel ve “işte bu!” edasıyla koruma gayretinde olanlar var. İtirazım yok, gerçekten de böyle düşünüyor olabilirler.

        Nitekim iktidar tarafında da savunulan tezler için aynı koruma duygusuyla hareket edenler var. Bunların yaklaşım olarak birbirine benzerliği de çok açık.

        Fakat bu durum, bizi gidişatı doğru anlama çabasından uzaklaştırıyorsa o zaman çok daha sıkıntılı bir hal alabilir.

        Öyle de oluyor.

        Tabanından tarihine, dünyaya dair fikirlerinden geleceğe bakışına kadar pek çok farklılığa sahip partiler, her ciddi sınavda yeni sürprizlerle karşılaşabilir veya bizzat kendileri sürprizler yapabilir.

        Ortak çalışmalar yapmak, programlar hazırlamak ve bunları kamuoyuyla paylaşmak kuşkusuz belli bir sınanmışlık kabul edilebilir.

        Ama siyasetin pratiğiyle sınanmak bundan çok daha fazlasıdır.

        KİŞİSEL HESAPLAŞMA DEĞİL

        6’lı Masa'nın bir ortak aday etrafında birleşmesinin zorluklarına dair onlarca senaryo ve ihtimal tartışıyoruz aylardır.

        Bunların ayrıntıları bir yana, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına İYİ Parti’nin itirazı olduğunu söylersek doğru bir özet yapmış oluruz.

        Yukarıda anlatmak istediğimin bir başka özeti, bir ittifak halinde olsalar bile aralarındaki farklılıkların bu itirazın zeminini oluşturduğu. Kişisel bir çekişme ya da hesaplaşma değil bu. Öyle olsa bu birlikteliğe anlamlar yükleyen ve önemseyen kamuoyunun baskısıyla çoktan çözülebilirdi.

        Buna ilaveten söylediğim ise şu. Sözgelimi Şubat ya da Mart ayında, bu iki partinin bir ortak aday üzerinde anlaşması da savunduğum tezi ortadan kaldırmayacak.

        Her şeyi bir “geçiş dönemi” yaklaşımıyla kotarmanın mümkün olmadığını, seçmenin, tabanın ve elbette söz konusu partilerin karar vericilerinin siyasetin bugününe dair talepleri olduğunu söylüyorum.

        Bunları ertelemek, "Biz hakkımızı daha sonra alacağız" demek, yazmak ya da söylemek kadar kolay bir iş değil.

        Diğer Yazılar