Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        14 Mayıs seçimlerine doğru giderken, dış politikaya dair gündem hayli geri plana düştü. Oysa hem seçim sürecine etkisi, hem de kendi başına taşıdığı önem açısından takip edilmesi gereken gelişmeler var.

        İki önemli başlık birlikte değerlendirilebilir.

        İlki Türkiye’nin, II. Demokrasi Zirvesi’ne davet edilmemesi.

        Diğeri, İran, Rusya, Suriye ve Türkiye dışişleri bakan yardımcıları arasında 15-16 Mart’ta yapılması beklenen dörtlü zirvenin “teknik nedenler”le ertelenmesi. (Bu arada dün itibarıyla zirvenin 3-4 Nisan tarihinde Tahran’da yapılacağı ifade edildi.)

        İkincisinden başlayalım.

        Geçtiğimiz yıl Aralık sonlarında Türkiye, Rusya ve Suriye’nin savunma bakanları ve istihbarat başkanları Moskova’da bir araya geldi. Bu toplantı, özetle Ankara ve Şam arasındaki sorunların giderilmesi yönünde yeni bir zeminin ilanıydı. İşin hamurkarı elbette Rusya’ydı.

        Dolayısıyla 15-16 Mart’ta planlanan zirve, bu zeminin önce bakan yardımcıları, ardından bakanlar, ana hedef olarak da liderlerin buluşacağı bir yöne ilerlemesini hedefliyordu.

        Ertelemenin teknik nedeni ise, Suriye lideri Beşar Esad’ın, 14 Mart tarihindeki Moskova ziyaretiydi. Esad, Putin’in kendisi üzerindeki baskısını ötelemeye yönelik bir hamleyle görüşme sonrasında “Türkiye, Suriye’den tamamen çekilmeden bir görüşmeye hazır olmadıklarını” beyan eden demeçler verdi. Elbette Moskova’nın onayıyla. Şam’ın politik dehasını göklere çıkaranların, bu ülkenin asıl patronunun kim olduğunu unutmamasında yarar var.

        TÜRKİYE’NİN AJANDASI

        Kuşkusuz Ankara’nın da bu sorunlar karşısında ısrarlı olduğu bir ajandası var ve kendi güvenliğini merkeze alan hamlelerini terk etme niyetinde değil.

        Üç başlık altında ifade edilebilir Türkiye’nin talep ve duruşu.

        Terör örgütlerine karşı mücadelesini devem ettirmek; bölgede uzun süredir desteklediği rejim muhaliflerini belli reformların garantisi altında tutmak ve elbette mültecilerin dönüşü konusunda kendisine alan açılması.

        Erteleme kararında Rusya’nın hedefine gelince.

        Bizdeki Avrasyacı ve de Rusçu yaklaşımların aksine, Türkiye-Rusya ilişkileri tıkır tıkır ve de sorunsuz işlemiyor. Bu ilişkilerin muhtemel geleceğine kafa yormadan yapılan analizleri saygıyla bir kenara bırakıyorum.

        FİNLANDİYA’YA ONAY

        Türkiye’nin TBMM'de geniş bir mutabakatla Finlandiya’nın NATO üyeliğine dair katılım protokolünü onaylamasını, sadece İsveç’le aralarındaki teröre dair mesafe farkı üzerinden okuyamayız. Ankara, bu ülkenin üyeliğinin hem ABD, hem de Rusya açısından ne anlama geldiğini pekala biliyor.

        İzninizle Habertürk’teki 22 Ekim 2022 tarihli yazımdan bir alıntı yapmak istiyorum:

        “Türkiye’nin bu iki ülkenin (İsveç ve Finlandiya) NATO üyeliğine yönelik itirazları hem daha stratejik, hem de geleceği doğru okuyan bir zemine oturuyor. Bizim ve bir ölçüde Macaristan’ın bu yöndeki itirazları bu üyeliği engelleyecek mi? Bunun cevabı NATO’daki geleceğimiz açısından önemli. Bu iki ülkenin katılmasıyla NATO/Batı ittifakı Baltık Denizi’nde kendisini daha güvende hissedecek bu çok açık. Rusya’nın Kuzey Kutbu’na kadar uzanan alanda kurmak istediği dengeler bozulacak. Küçük bir hatırlatma, Rusya ve Finlandiya sınırı 1350 km uzunluğunda.”

        Dolayısıyla, Ankara-Moskova ilişkilerini mutlak bir güven zemininde, Batı ittifakıyla olan tabloyu da “kopuş” başlığında değerlendirmek; aceleci, yanlış ve geleceği okumaktan uzak yaklaşımlar.

        Rusya’nın da Esad kartını böyle oynamasını, liderler düzeyinde Türkiye-Suriye görüşmesini zamana yaymasını bu tabloyla birlikte değerlendirmek gerekiyor.

        DEMOKRASİ ZİRVESİ

        Gelelim iki NATO üyesi Türkiye ve Macaristan’ın davet edilmediği II. Demokrasi Zirvesi’ne.

        Neden davet edilmediler sorusuna ABD tarafının verdiği cevap iki boyutlu.

        Birincisi “İki NATO müttefikiyle ilişkileri ilerletme ve güçlendirme konusunda son derece kararlıyız. Ortak kaygı ve menfaatleri ilgilendiren pek çok farklı konuda birlikte çalışmaya devam edeceğiz.”

        İkincisi “Ancak aynı zamanda demokratik kurumları, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü ve medya özgürlüğünü desteklemeye kararlıyız.”

        Davetliler arasında mesela Filipinler, Polonya ve Hindistan olunca “demokratik kurumlar ve özgürlük kriterleri” hayli komik hale geliyor.

        Ancak biz şu sorunun cevabını arayalım.

        Joe Biden’la ilan edilen “demokrasi-otokrasi” eksenli dünya tasavvurunda biz neredeyiz? Başka bir ifadeyle bizi nerede görmek istiyorlar? Biz kendimizi nerede görmek istiyoruz?

        Seçim sürecinde ortaya çıkan her hamle ve kritik beyan, bu soruların izini sürmemize katkı sağlayacak elbette.

        Çin ve Rusya’nın dünyadaki ağırlığı ve rolüyle, insanlığa yeni bir seçenek sunduğu iddiaları arasında dağlar kadar fark var.

        Türkiye’nin tüm dayatmalara ve demokrasimizin ciddi sorunlarına rağmen, Batı’dan kopuş gibi bir seçeneği işaretlemeyeceğini düşünüyorum. Israrla söylüyorum, ne hükümetin, ne de daha büyük ölçekte devlet aklının böyle bir eğilimi var.

        Yeni bir dış politika şekilleniyor ve bunun taşlarını yerine oturtmamız zaman alacak. Aynı sancıyı dünyadaki pek çok ülkenin yaşadığını da unutmayalım.

        Moskova-Tahran-Şam üçgenine kutsiyet atfedenleri üzebilirim. Onlara dış politikada her şeyi meşru gören, alkış tutan; ama ülkesine gelince ateş püskürenleri anlamak zorunda değiliz.

        Türkiye kurulan yeni dünyada yerini alacak. Bir denge kurmaya çalışıyor, sırtını dünyaya dönmenin peşinde değil.

        Uzun ve zorlu bir süreç bu.

        Diğer Yazılar