Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        26 Ekim 2018 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nin kamuoyunu bilgilendirme maksadıyla kullandığı www.anayasa.gov.tr adlı web sitesinde bir karar yayınladı. Yılmaz Çelik adlı kişinin Hizb-ut Tahrir üyesi olma suçlamasıyla mahkum edildiği cezaya ilişkin olarak yaptığı bireysel başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu'nun aldığı bir karardı bu ve son derece önemliydi.

        Zira, Yılmaz Çelik’in (B. No: 2014/13117) numaralı başvurusunu değerlendiren ve 19 Temmuz 2018 tarihinde verdiği kararda başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varan AYM, ayrıca yaptığı tespitte de Hizb-ut Tahrir’i "terör örgütü" olarak niteleyen ilk derece mahkemeleri ve Yargıtay’ın analizini sorgulayan verilere yer verdi.

        Fikirlerine katılmadığım ama Türkiye’de ve dünyada tek bir şiddet eylemi bile rapor edilmemiş bir grup oldukları için muhiplerinin "terörist" grubun "terör örgütü" muamelesi görmesine karşı çıktığım Hizb-ut Tahrir ile ilgili olarak daha önce çeşitli kesimlerden pek çok kişi yazdı ve duruma itiraz etti. Ben de yazdım. (Bkz. “Balyoz sanığı olmadan FETÖ mağduru olunamıyor mu?” 12.03.2017) ve en yakın tarihli yazım için bkz. “Hayal kuranı içeri alırken, sakat bırakanı dışarı çıkarmak!” 03.10.2018 )

        O yüzden AYM’nin Yılmaz Çelik hakkında verdiği karar benim için de, benzer suçlamalar yüzünden halen cezaevinde olanlar için de anlam ihtiva etmekte. Benim için daha önce yazdıklarımın teyidi ve bir haksızlığa karşı duyarlılık oluşturma gayretimin sağlaması olmasından dolayı önemli. Hizb-ut Tahrir’i "terör örgütü" olarak kabul eden ilk derece mahkemelerinin attığı yanlış düğümü düzeltmek yerine çoğaltmayı seçmiş üst mahkemelerin ihmalkar ya da kasıtlı tutumlarından dolayı mahkum olmuş kişiler için ise bu karar "ufukta umut belirmesi" demek, yani önemi paha biçilmez.

        Zira bakın ne olmuş?

        ŞİDDET YOK, ŞİDDETE TEŞVİK YOK, O ZAMAN NEDEN TERÖR ÖRGÜTÜ?

        AYM, Yılmaz Çelik’in haklarının ihlal edildiği sonucuna varırken şöyle bir tespit yapıyor.

        Diyor ki:

        “Emniyet raporlarından örgüte yönelik ilk operasyonun yapıldığı 1967 yılından Anayasa Mahkemesine sunulan son raporun hazırlandığı 2016 yılına kadar geçen süre içinde örgütün silahlı eyleme karışmadığı anlaşılmıştır.(…)

        Örgüte yönelik soruşturma ve kovuşturmaların tamamında yöneltilen isnatlar; örgüt propagandası yapmak, örgüte eleman kazandırmak için çalışmak, örgütsel dökümanları basmak ve dağıtmak, örgüt adına internet üzerinden yayın yapmak ve örgütsel toplantılar gerçekleştirmektir.

        Derece mahkemelerinin kararlarında ise terör ve terörizm kavramlarının uluslararası belgelerde, mukayeseli hukukta, doktrinde ve Yargıtay kararlarında ortaya konulan (cebir ve/veya şiddet içeren bir politika) anlamları dikkate alındığında, Hizb-ut Tahrir örgütünün hangi nedenlerle bir terör örgütü olarak kabul edildiği açıklanmamıştır.

        Hizb-ut Tahrir örgütünün kuruluşu, yapısı, dünyadaki faaliyetleri gibi kapsamlı ve önemli bir literatür mahkemelere sunulmuştur. Ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğünün dava dosyasında bulunan güncellenmiş Hizb-ut Tahrir bilgi notlarında, örgüte ait yayınların hiçbirinde zor ve şiddet kullanmaya yönelik kışkırtıcı düşüncelere ve yasalara aykırı suç oluşturucu bir davranışa rastlanmadığı ifade edilmiştir.

        Buna rağmen mahkemeler bu hususları gözeterek Hizb-ut Tahrir’in 5237 sayılı Kanun anlamında bir örgüt olup olmadığını ve eylemlerinin başka bir suçu oluşturup oluşturmadığını değerlendirmemiştir”

        İlgili kararın tam metnini aşağıda, linkini ise en altta bulacaksınız. Ben sadece AYM’nin önemli bulduğum mülahazasını alıntıladım.

        Neden?

        Çünkü ilginç.

        "Normal" hukuk normları üzerinden gittiği için ilginç. Devletin vatandaşın inancından, bastığı dergilerden, okuduğu kitaplardan korkmadığı, her taşın altında suç aramadığı, birey lehine de kararlar çıkarabildiği bir alternatifi hatırlattığı için ilginç. Zira yüzlerce kişi, kimbilir hangi yargıcın Hizbullah’la, diğer bazılarının da Heyet Tahrir’üş Şam’la filan karıştırması sonucu Hizb-ut Tahrir’e "terör örgütü" damgası vurmalarından dolayı yıllardır cezaevinde. Ve bu grubun üyeleri yakın zamanlarda evlerine yapılan baskınlarla tutuklanıp cezaevine gönderilmeye devam ediyor.

        Nihayet, AYM çıkıyor ve ilk derece mahkemelerine ve Yargıtay’a şunu diyor: Hele bi’ anlatın, Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olduğuna nasıl karar verdiniz? Çünkü tek bir şiddet eylemleri tespit edilmiş değil. Şiddete teşvik eden kışkırtıcı söylem söz konusu değil. Bu nasıl terör örgütü belli değil.

        AYM bilmiyor mu ki, ülkede ana akım duruş görüşten az farklı olanı önce marjinal, sonra terörist saymak sudan ucuz ve simit satmak kadar kolay olsun isteyen bazı "derin" kafalar var. Herhalde biliyordur. Ancak herhalde, işin içine Arapça isimler girdiğinde "İslamcı" ve "teörist" yaftalarını yapıştırma refleksiyle hareket etmeye koşullandırılmış savcı ve yargıçların cehaletleri üzerinde tepinmeye kalkarsa bunun sonunun gelmeyeceğini de biliyor, nazeketi elden bırakmadan, aydınlata aydınlata yol alıyor.

        Temenni ediyorum ki, bu karar aynı durumda olan ve hiçbir suçu, şiddet ya da terör eylemi olmadığı halde onlarca yıla mahkum olmuş benzer masumların durumlarına emsal teşkil eder. Sözün özü, iyi ki bireysel başvuru hakkı var, iyi ki AYM var ve inşallah böyle yavaş yavaş gidilirken çok geç kalınmaz.

        İlgili karar ve duyuru metni aşağıdadır.

        Link için tıklayınız

        BASIN DUYURUSU

        26/10/2018

        BB 63/18

        Ceza Davasında Yargılamanın Sonucunu Değiştirme İhtimali Bulunan İddiaların Değerlendirilmemesi Nedeniyle Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 19/7/2018 tarihinde, Yılmaz Çelik (B. No: 2014/13117) başvurusunda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

        Olaylar

        Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında 2008 yılında silahlı terör örgütüne (Hizb-ut Tahrir) üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır.

        Başvurucu, savunmasında Hizb-ut Tahrir’in silahlı bir suç ya da terör örgütü olmadığını, amacının İslam coğrafyasında hilafetin tekrar tesisini sağlamak olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, düşüncelerini şiddete başvurmadan ve bilhassa basın yolu ile yaymaya çalıştıklarını ifade etmiştir.

        Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) başvurucunun terör örgütüne üye olma ve örgütün propagandasını yapma suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu kararın temyizi üzerine Yargıtay, Mahkemenin kararını terör örgütüne üye olma suçundan onamış, terör örgütü propagandası yapma suçu yönünden ise bozmuştur. Bu karar üzerine başvurucu bireysel başvuruda bulunmuştur.

        Cumhuriyet Başsavcılığı 2009 yılında da başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. Mahkeme başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir. Temyize gidilmesi üzerine Yargıtay kararı onamış, başvurucu bireysel başvuruda bulunmuştur.

        Başvurucunun iki bireysel başvurusu konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle birleştirilmiştir.

        İddialar

        Başvurucu, Hizb-ut Tahrir'e üye olduğu gerekçesiyle cezalandırıldığını, anılan oluşumun şiddet yanlısı bir örgüt olmadığı için terör örgütü sayılamayacağını, ceza davasında esaslı talep ve görüşlerin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

        Mahkemenin Değerlendirmesi

        Anayasa Mahkemesinin görevi, başvurucunun derece mahkemeleri nezdinde ileri sürdüğü ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddialarının mahkemelerce makul bir ölçüde değerlendirilip değerlendirilmediğini denetlemektir.

        Terör örgütlerinin söz konusu olduğu durumlarda ilk olarak değerlendirilmesi gereken, örgütün fikirleri değil amaçlarına ulaşmak için şiddet yöntemlerine başvurup başvurmadığıdır. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinden terör örgütünün varlığını veya sanıkların örgütle olan ilişkilerini ikna edici biçimde değerlendirmelerini beklemektedir.

        Hizb-ut Tahrir'in silahlı bir örgüt veya bir terör örgütü olup olmadığının mahkemelerde tartışılmamasından şikâyet eden başvurucu herhangi bir şiddet eylemine karışmayan örgütün savunduğu görüşlerin suç oluşturmadığını ileri sürmüştür. Buna karşın mahkeme ve Yargıtay kararlarında Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olduğu kabul edilmekle yetinilmiş, başvurucunun savunmaları hakkında bir değerlendirmede bulunulmamıştır.

        Emniyet raporlarından örgüte yönelik ilk operasyonun yapıldığı 1967 yılından Anayasa Mahkemesine sunulan son raporun hazırlandığı 2016 yılına kadar geçen süre içinde örgütün silahlı eyleme karışmadığı anlaşılmıştır. Örgüte yönelik soruşturma ve kovuşturmaların tamamında yöneltilen isnatlar; örgüt propagandası yapmak, örgüte eleman kazandırmak için çalışmak, örgütsel dokümanları basmak ve dağıtmak, örgüt adına internet üzerinden yayın yapmak ve örgütsel toplantılar gerçekleştirmektir.

        Derece mahkemelerinin kararlarında ise terör ve terörizm kavramlarının uluslararası belgelerde, mukayeseli hukukta, doktrinde ve Yargıtay kararlarında ortaya konulan -cebir ve/veya şiddet içeren bir politika- anlamları dikkate alındığında Hizb-ut Tahrir örgütünün hangi nedenlerle bir terör örgütü olarak kabul edildiği açıklanmamıştır.

        Hizb-ut Tahrir örgütünün kuruluşu, yapısı, dünyadaki faaliyetleri gibi kapsamlı ve önemli bir literatür mahkemelere sunulmuştur. Ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğünün dava dosyasında bulunan güncellenmiş Hizb-ut Tahrir bilgi notlarında, örgüte ait yayınların hiçbirinde zor ve şiddet kullanmaya yönelik kışkırtıcı düşüncelere ve yasalara aykırı suç oluşturucu bir davranışa rastlanmadığı ifade edilmiştir.

        Buna rağmen mahkemeler bu hususları gözeterek Hizb-ut Tahrir’in 5237 sayılı Kanun anlamında bir örgüt olup olmadığını ve eylemlerinin başka bir suçu oluşturup oluşturmadığını değerlendirmemiştir. Ayrıca başvuru konusu yargı kararlarında 3713 sayılı Kanun’da yapılan değişiklikler üzerinde de durulmamıştır.

        Gerekçeli karar hakkının bir gereği olarak başvurucunun derece mahkemelerinde ileri sürdüğü hukuksal değerlendirmelerin dikkate alınmasını istemesi adil yargılanma hakkının bir yönüdür.

        Somut olayda başvurucu tarafından ileri sürülen ve yargılamanın sonucunu değiştirme ihtimali bulunan iddiaların dikkate alınmadığı ve gereği gibi değerlendirilmediği görülmüştür. Bu nedenle başvurucunun gerekçeli karar hakkı ihlal edilmiştir.

        Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

        Diğer Yazılar