Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçtiğimiz Pazar günüydü. Telefonum çaldı ve titreyen sesi bütün çaresizliğini ele veren bir kadın konuşmaya başladı: “Nihal Hanım, ben Bülent Kurşun’un eşiyim. Hülya. Polis evimize baskın yaparak eşimi tutukladı ve cezaevine gönderdi. Benim eşimin hiçbir suçu yok. Hiçbir kanun dışı hareketi yok. Neden böyle oluyor? ”

        Zihnimin Bülent Kurşun ismini taraması sadece iki saniye sürdü.

        Hiç gözaltına alınmayan ama şimdi Yargıtay’ın da onadığı ceza nedeniyle ‘Hizbuttahrir Davası’ndan karga tulumba tutuklanan Bülent Kurşun, bizim Bilgisayarcı Bülent’ti. Daha önce oturduğum semtte, bilgisayar ekranı her donduğunda, modem her arıza yaptığında saat kaç olursa olsun aradığım ve sorunum ne olursa olsun çözüm üreten Bülent.

        Her gelişinde koltuğunun altına sıkıştırdığı ‘Köklü Değişim’ dergisinden de bir adet getiren, ‘Kardeş bırakın bu işleri, bu yüzyılda bu dergidekilerle anca kendiniz çalar kendiniz oynarsınız’ dediğim, hafiften sarakaya aldığım ama bunu yaparken dahi bir kez bile cezaevine düşeceğini düşünmediğim dürüst, temiz Bülent.

        Gelemediği günlerde bilgisayarıma Ammy benzeri programlarla bağlanan, o bazı ayarları yaparken benim gidip kendime çay doldurduğum, hangi dosyaya giriyor çıkıyor diye bakmaya bile gerek duymadığım güvenilir Bülent. Müslüman gibi Müslüman olan, işi gücü çocuğu olan Bülent. PC’den iyi anlayan ama Mac ile arası hoş olmayan Bülent. Bu yüzden Mac’e geçtiğimden beri başına gelenleri bilmediğim Bülent.

        Şimdi, saçma bir hayal kurmaktan başka suçu olmayan bir dini gruba mensup olduğu için 7.5 yıl cezaevinde yatacak olan Bülent.

        Hülya Hanım'ın sorusuna cevap veremediğimi tahmin etmişsinizdir.

        GEREKÇE: ŞİDDET KULLANMAMIŞLAR AMA İLERDE KULLANABİLİRLER

        Daha önce de yazmıştım bu gruba layık görülen zulmü. (Bkz. “Balyoz sanığı olmadan FETÖ mağduru olunamıyor mu?” 12.03.2017) Ama o gün bile, yani 2017’nin Mart ayında daha, herhalde işler bu noktaya gelmez diye düşünüyordum.

        ​Bülent Kurşun’u cezaevine gönderen sebep hiçbir yerde tek bir çöp tenekesini bile devirmemiş, devirmeyi bırakın hareket ettirmemiş, hilafet özlemi temalı yayınlar yapan ve Hizbuttahrir diye anılan ve geniş bir Whatsapp grubu kadar üyesi olan bir arkadaş topluluğuna üye olmak. Suçu ise 2009’da, İstanbul Valiliği'nin izin vermiş olduğu bir konferansın izin dilekçesinde adının geçmesi.

        ​Yanlış duymadınız: Hilafet konulu bir konferans düzenlenmek istenmiş, valilikten izin alınıyor. İzin için başvurulan dilekçede Bülent Kurşun’un ismi var. Valilik izni veriyor. Lakin sonra konferansın yapılmasını yasaklıyor ve yasakladığını Bülent Kurşun’a tebliğ bile etmiyor. Ama izin dilekçesinde ismi olduğu için Bülent Kurşun’a soruşturma açılıyor. O gün bugündür devam eden yargılama, temyiz aşaması derken kararın onanmasının ardından gelen safhada sıra 2018’de Bülent Kurşun’a da geliyor.

        Yargıtay safhası da oldukça ilginç. 2009’da, Bülent Kurşun gibi 105 kişi aleyhlerindeki davadan etkilendiler. 2017’de Yargıtay 16.ceza dairesi, 105 kişiye toplam 660 yıl ceza yağdırdı. Gerekçesi şöyle: “Hizb-ut Tahrir, bugüne kadar herhangi bir şiddet eyleminde bulunmamış ve amacında şiddeti öngörmediği belirlenmiş ise de, amacı zaten kendi içerisinde şiddeti öngörmektedir. Rejimin demokratik yollarla halkın desteği ve sempatisini kazanarak yıkılması mümkün olmadığından mutlaka şiddete başvurması gereklidir. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir bir terör örgütü kabul edilmiştir.”

        Yani diyor ki, şimdiye kadar hiç şiddet kullanmadılar ama ilerde bir gün kullanabilirler. Bir tarafta bizim bilgisayarcı Bülent, ‘gelecekte bir gün şiddet kullanabilir belki’ diye 7.5 yıla mahkum edilip cezaevine gönderiliyor. Diğer tarafta da ülke, MHP’nin af önerisini konuşuyor. Cezaevlerindeki gayri insani koşullar, sıkışıklık gerekçe gösterilerek…

        MHP’lilere sormak lazım şimdi, tam da Bülent Kurşun’un cezaevine gönderildiği günün ertesinde.

        ***

        Agam, hani cezaevleri doluydu?

        MHP öyle bir af (kibar söylenişiyle ‘şartlı salıverilme’) önerisi sundu ki, kapsamında yok yok. Kasten yaralama var, ihmal ile adam öldürme var, çocuk kaçırma ve alıkoyma var, nitelikli hırsızlık var, nitelikli dolandırıcılık var, rüşvet var, tefecilik var, uyuşturucu madde imal ve ticareti var, kişilerin hayatını ve sağlığını bozacak şekilde ilaç yapma ve satma var, bozulmuş gıda veya ilaçların ticareti var, tehdit var, şantaj var, insan ticareti, sahte para basma var. Özetle, normal bir insanın bu af teklifi karşısında aklını kaçırması için ne gerekiyorsa hepsi var. Nereden biliyoruz? Af istedikleri ve tek tek saydıkları suçlar arasında yer almamalarından.

        Cezaevleri dolu, insanlar nöbetleşe uyuyor ve elbette aralarında aç olduğu için ekmek çalmış, bilmeden bir suça karışmış olanlar da vardır ve tez elden durumlarının yeniden ele alınarak tahliyelerinde fayda olabilir. Ama Allah aşkına yukarıda sayılan suçlardan hüküm giymiş insanların yeniden aramıza karışmasını sağlamak için harcanan çabadan ne gibi bir toplumsal fayda, ‘iç barış’ umulabilir? Bu adalet midir? Adam sakatlayanı, kadın yaralayanı, tehdit ve şantajla iş görenleri, insan satanları, bozuk gıda ve ilaç satanları, şantajcıyı rüşvetçiyi aramıza salacaksınız, ama bütün yaptığı ‘Ülke hilafetle yönetilse güzel olur’ diye hayal kurmak olan ve bu hayalini toplam iki yüz tane filan ücretsiz elden dağıtılan bir dergide ifade eden bilgisayarcı Bülent’i ‘devlet ve toplum için büyük tehdit’ sayarak içeri atacaksınız.

        Bu normal değil. Adil değil. Vicdani değil.

        Dönüp dönüp Bülent Kurşun’un eşinin, Hülya hanımın sorduğu soruya geliyoruz:

        ​“Neden böyle oluyor?”

        Diğer Yazılar