Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        EMİNİM hepinizin hafızasındadır, ama ben yine de kısa bir hatırlatma yapayım konunun esasına tam girmeden evvel.

        Önümüzdeki mayıs ayında 5. senesi dolacak Gezi olaylarının tırmanmasına yol açan çadır yakma meselesini biliyorsunuz. Tamamen çevreci gençler tarafından masumane niyetlerle başlatılan o protestolar, polisin çadırlarını yaktırma talimatıyla tırmanışa geçmiş ve olaylar bambaşka bir tarafa evrilmişti. Sabah Gazetesi’nde yazarken bu çadır yakma işinin iyi niyetli bir girişim olmadığını, kesinlikle provokatif bir hareket olduğunu anlatmak için epeyce kendimi paralamıştım. O günler ortam çok karışık ve hareketli olduğu için tabii hiç kimseye derdimi anlatamamış ama sonradan, bu olayın bir FETÖ senaryosu olduğu ortaya çıkarılmıştı.

        Çadırları yakma talimatını veren, o dönem İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olan ve 15 Temmuz sonrasında da FETÖ’cü olduğu iddiasıyla meslekten ihraç edilen polisle ilgili epeyce şey yazılıp çizildi.

        Dün işte o şahsın, yani çadırları yaktıran polis Ramazan Emekli’nin cezası kesildi. Yalan yok, o haberi görür görmez bir ohh çektim kendi kendime. Çok daha önceden verilmiş olması gereken cezanın ne kadar olduğunu görmek için de haberi okumaya başladım ve şoka girdim. Çünkü yaptığı bu provokasyon sayesinde kaos ve kargaşanın çıkmasını sağlayıp da tüm ülkenin yangın yerine dönmesine sebep olan FETÖ’cü Ramazan Emekli’ye uygun görülen hapis cezası hepi topu 10 ay olmuş. Bunun da 5 ayı “görevi kötüye kullanma”dan, diğer 5 ayı da “genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması”ndan verilmiş. Ve verilen bu komik cezada da hükmün açıklanması geriye bırakılmış.

        Benim anlamadığım, daha doğrusu anlayamadığım şu: FETÖ’cü olduğu iddiasıyla Ramazan Emekli zaten 15 Temmuz sonrası polislikten ihraç edilmişti. Çadırı yakan zabıtalar da yakma eylemini onun talimatıyla gerçekleştirdiklerini itiraf etmişlerdi. Zaten mahkeme de aynı sebeplerle suçlu bulmuş bu şahsı.

        15 Temmuz’daki gibi can verilmedi, kayıp yaşanmadı belki ama Gezi olayları da FETÖ’nün hükümeti devirmek, ülkede kaos yaratmak için yaptığı ilk darbe girişimiydi. 15 Temmuz kadar olmasa da korkunç şeyler yaşandı o günlerde... Peki onca kargaşaya, ölüme, kaosa neden olan hadisenin müsebbibi FETÖ’cü polis, yaptığı alçaklık karşısında tek bir gün bile hapis yatmayacaksa o zaman kime karşı neyin mücadelesini veriyoruz?

        **********

        SEKTÖRÜMÜZ İÇİN HAYIRLI OLSUN VE...

        DİYECEĞİM ki: “Doğan Grubu’nun Demirören’e satışına hiç şaşırmadım. Çünkü ben tam 10 gün önceden bu satışın kulisini almıştım...” Bazılarınız, “Satış bitti, iş tamama erdi, ‘Ben biliyordum’ havasını basmak için şimdi mi söylüyorsun bunu!” deyip alaya alacaklar ama vallahi de billahi de duymuştum. Ama yalan yok, kaynağım çok çok güvenilir ve sağlam olmasına rağmen yazma gereği duymamıştım; çünkü sonuçta ben duyduğumda henüz görüşülüyordu. Prensipte anlaşmaya varılmıştı ama imzalar atılmamış ve satış tamamlanmamıştı. Hal böyle olunca da yakın birkaç arkadaşımla aldığım bu kulisi paylaşmanın dışında başka bir şey yapmak istemedim; çünkü benim için alışveriş, tarafların imzalarını attığı an sonrasıdır.

        Neyse, esas konum bu değil tabii... Esas konum, bu satış sonrası yaşananlarla alakalı. Öncelikle bu sektörün bir mensubu olarak bu satışın sektörümüze hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum. Umarım bu satış bazılarının korktuğu ya da iddia ettiği gibi sektörde bir işsizlik furyasına filan sebep olmaz ve rakip de olsa Hürriyet başta olmak üzere tüm devrolunan medya ürünleri güçlü ve sağlam bir şekilde varlığını en iyi şekilde devam ettirir.

        Bunu kalbimden gelerek söylüyorum, zira o grupta çalışıp hayatını istihdam eden, evine ekmek götüren binlerce meslektaşımız var. Şunun altını çizeyim bir kere... Staj yaptığım ilk dönemler hariç profesyonel olarak Doğan Grubu bünyesinde hiç yer almadım. Tabir-i caizse Aydın Doğan ve ailesinin sahip olduğu medya grubundan boğazıma tek bir kuruş dahi girmemiştir.

        Tanıyayım tanımayayım, seveyim sevmeyeyim fark etmez, ben hiçbir meslektaşımın işsiz kalmasını istemem. Ben de bir süre işsiz kaldım biliyorsunuz. Ve o işsiz kalma sürecimde çok şey yaşadım. Bugün hâlâ Doğan Medya Grubu bünyesinde çalışan bazılarının da çok sevindiğini, hatta dayanamayıp tweet’ler attığını, bazılarının ise ekranlarda gevrek gevrek gülerek işsizliğimden nasıl mutlu olduğunu da gördüm. Ama olsun, hiç mühim değil. Onlar ne düşünürse düşünsünler, ben onlar gibi asla kötü ruhlu olmayacağım, o yüzden de bu satış için tekrar tekrar hayırlı olsun diyor, başarılar diliyorum...

        Tabii herkes benim kadar iyi niyetli değil. Kiminin siyasi, kiminin ekonomik nefretten dolayı büyük bir kini var Doğan Grubu’na ve bu yüzden iki gündür çok kötü şeyler yazıp çiziyorlar. Ve bazıları öyle acımasız ki yeni patron Demirören’e mevcut tüm çalışanları kovup yerine yeni isimlerin alınması gerektiği talimatını veriyor. Ben zaten Demirören’in bu tiplerin sözlerini ciddiye alıp da sektörümüzü zor duruma sokacak böyle bir şeye tevessül edeceğine inanmıyorum, ama ne olursa olsun aynı mesleği icra eden bizler böyle bir tavır ortaya koymamalıyız.

        Nefret de etsek başka gazetecilerin işsiz kalmasını isteyemeyiz. Onları yeni patronlarına gammazlayıp kovmasını talep edemeyiz. Kim bunu istiyorsa, buna yelteniyorsa gazeteci değildir, kusura bakmasın ama adam da değildir!

        *********

        Hacamatı denediniz mi?

        “AMİRAL artık bu gazete, yani Habertürk” diyorsam bir nedeni var. Alın işte, dün yine bomba gibi bir manşetle gündemi sarstı. Muhabir kardeşimiz Fatmanur Boylu imzasıyla yayınlanan “SGK ile hacamat” başlıklı haber dün herkesin dilindeydi. Benim de öyle. Çünkü tamamen sağlığı alakadar eden bu haber çok değerli sevgili okurlarım. Bilmiyorum aranızda deneyen var mı ama ben bir kez denedim ve açıkçası pek de iyi bir sonuç almadım. Üstelik ben değil ama şeker ve tansiyon hastası olan bir arkadaşımız hacamattan sonra fenalaştı.

        Geleneksel tedaviye saygım var. Eski insanların bu yöntemlerle sağlık arayışına girdiklerine şüphem yok, ama tıp bu kadar ilerlemişken, bilim çığır atlamışken hacamatla bir tedavinin mümkün olduğunu düşünmek ve bunu devlet sigortası kapsamına almak biraz garip olmadı mı?

        Diğer Yazılar