Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Belki bazılarınız; “Hiç gereği yoktu böyle bir konuyu ele almanın” filan diyecek. Haklılar da bunu diyenler. Çünkü gerçekten de sırf Alevileri aşağılamak, horlamak için uydurulmuş saçma sapan iftiralarla yaftalamalar çok sevimsiz, çok itici bir durumdur.

        Ben de hiç girmek istemezdim konuya ancak el mahkum gireceğim. Çünkü yıl 2018 ve dünyanın sayılı metropollerinden biri olan İstanbul’un bir eğitim yuvasında maalesef bu hakaretlerden biri epeyce gündem oldu dün.

        Görmemiş olanınız da olduğu ihtimaliyle konuyu kısaca özetleyeyim.

        Olay geçtiğimiz pazartesi, İstanbul’un Arnavutköy ilçesinde, Cumhuriyet Ortaokulu’nda 7/L sınıfında yaşanmış. Adının baş harfi S. olan, Alevi bir öğrencinin din dersinde yaşanan skandalı ailesine haber vermesi ile patlak vermiş.

        Sonrasında okul müdürlüğünün de doğruladığı söz konusu skandalı size S. adlı öğrencinin anlatımıyla aktarıyorum:

        “Derse başladıktan sonra konu oruçlara geldi. Mübarek aylar ve oruçlardan konu açılmıştı. Ramazan, Şaban, Recep aylarını anlattı öğretmen. 'Muharrem orucunu da Aleviler tutar' dedi öğretmen, 'Ama Alevilerin yaptığı yemek yenmez' dedi. Bir arkadaşım da kalkıp ‘Hocam neden yenmez?’ diye sordu, öğretmen de 'Aleviler Peygamber Efendimizi sevmezler, sadece torunları Hasan ile Hüseyin’i severler' diye cevapladı. Aynı zamanda komşumuz olan ve aşure verdiğimiz bir sınıf arkadaşım öğretmene; 'Ben Alevilerin yemeklerini yedim ama az yedim, bir şey olur mu?' diye sorması üzerine öğretmen 'Az yediysen bir şey olmaz' dedi!”

        Değerli okurlarım… Sizden bir ricam var. Mümkünse bundan sonra okuyacaklarınızda o adının baş harfi S olan çocuğu Sevilay diye okuyun.

        Çünkü bu Sevilay da ve Sevilay gibi Alevi olan milyonlarca insan maalesef birçok defa bu aşağılık iftiralarla, hakaretlerle karşı karşıya kalmıştır.

        Sadece yemek de değildir bu cahil güruhun hakaret için kullandığı argüman.

        Daha da beterleri vardır.

        Ben ilkokul başta olmak üzere eğitim hayatım boyunca bu abuk, akıllara ziyan iftiralarla çok defa muhatap oldum.

        Allah’tan bizim dönemimizde böyle cahil öğretmenler yoktu.

        Allah rahmet eylesin… Mesela bir Din Bilgisi hocamız vardı. Kadir Hocam. Dört dörtlük bir din adamı ve öğretmeniydi. Konu Alevilik olduğunda evde, mahallede duyduklarını sorgu sual etmeden soran arkadaşları azarlar; “Yok öyle bir şey! Bunlar hep uydurmadır çocuklar! Aleviler ve Sünniler kardeştir. Bu uydurmalar, bu kardeşliğe nifak sokmak için söylenir” şeklinde cevap verirdi Kadir Hoca ve sonra da Alevilikle alakalı çok güzel hikayeler anlatırdı.

        Böyle olunca da tabii ben mutlu oluyordum. Çünkü Kadir Hoca şahane, çok saygı duyulan bir din alimiydi ve Aleviliği arkadaşlarımın ondan öğrenmesi bilhassa beni memnun ediyordu.

        O nedenle çok iyi anlıyorum Arnavutköy’de o ortaokul öğrencisinin duygularını, hissettiklerini…

        Eminim öğretmeninden; “Alevilerin yaptığı yemek yenmez!” laflarını duyduğunda her yanını ateş basmıştır.

        Öfkesi tavana vurmuş ve öğretmene herhangi bir harekette bulunmamak için de bütün dişlerini sıkıp, ellerini sıkı sıkıya yumruk yapmıştır yavrucak.

        Ve bir an evvel zil çalsın da, bitsin o lanet anlar ve evine gitsin diye sabır çekmiştir içinden.

        Nitekim öyle de olmuş.

        Okul biter bitmez eve gelip hıçkırıklarla anlatmış annesine konuyu.

        Neyse ki söz konusu okulun idaresi konuya hemen müdahale etmiş ve sözleşmeli olan öğretmenin görevini derhal sonlandırmış. Ama burada bir şey diyeceğim…

        Peki o sınıfta o Alevi çocuk olmasaydı ne olacaktı?

        Kim, nasıl farkına varacaktı o din dersine giren vatandaşın zır cahil biri olduğuna!

        Elbette ki hiç kimse!

        Ve maalesef o cahil insan kendisine okutulan kitaplardaki Aleviliği değil, anasının, babasının, ebesinin, dedesinin anlattığı hurafe hikayelerden duyduklarıyla Aleviliği öğrencilere anlatmaya devam edecekti.

        Ve ne yazık ki bir nesil daha bu topraklar üzerinde yaşayan milyonlarca Aleviye önyargıyla, nefretle, öfkeyle büyümeye devam edecekti.

        Haksız mıyım?

        ***

        Doktorları kızdırmışım…

        İnsanlar bir garip…

        Koca bir yalan var ortada ve istiyorlar ki siz de ötesini berisini sorgulamadan filan o yalanın peşinden dümdüz gidin!

        Geçen Cuma, Kocaeli’nde intihar eden İsmail Devrim'in hikayesini farklı bir bakış açısıyla ele aldım.

        Devrim’i intihara sürükleyen meselenin oğluna sadece okul pantolonu alamamaktan kaynaklı olduğunu düşünmediğimi yazdım. Ve merhumu hayatına son verdiren o karara eskilerden gelen derin bir psikolojik rahatsızlığının sebep olduğunu söyledim.

        Ve her zamanki gibi iktidara muhalif grupların hışmına uğradım.

        Hakaret edenleri geçiyorum artık, aklı başında saydığım bazı dostlarım, arkadaşlarım bile bu meseleye bakış açımda niyetimin tamamen iktidara güzelleme yapmak olduğunu söylediler.

        Efendim ülkede derin bir ekonomik kriz varmış ve İsmail Devrim’i bu intihara sürükleyen de bu derin ekonomik krizmiş. Ben Devrim’in oğluna pantolon alamadığı için intihar ettiği iddialarına karşı çıkarak bu ekonomik krizi örtbas etmeye çalışıyormuşum.

        Yazımın hiçbir yerinde ülke ekonomisine dair tek bir cümle kurmamışım.

        "Ülkede her şey yolunda, ortam güllük gülistanlık" dememişim.

        Demişim ki; “İsmail Devrim ekonomik bir buhran geçirdiği için değil, bir buçuk yıl önce geçirdiği iş kazası sonrası yaşadığı ‘Ben bittim, tükendim, benden hiçbir şey olmaz’ travmasının tedavi edilmemiş olması nedeniyle intihar etti!”

        Kıyamet koparttılar ama mühim değil. Umurumda da değil. Çünkü ben olayın hala böyle olduğuna inanıyorum ve kim ne derse desin buna da inanmaya devam edeceğim.

        Bu arada farkında olmadan doktorları incitmişim. Yazımın yayınlandığı gün bir arkadaşım Kadıköy'deki Medicana Hastanesi’nde operasyon geçirdi. Refakatçı bendim ve dolayısıyla da iki gün boyunca doktorlarla oturdum, kalktım. Çok sağolsunlar, arkadaşıma çok güzel baktılar ve onunla şahane ilgilendiler ama arada derede; “Aşk olsun Sevilay Hanım. Bu memlekette ne olsa getirip doktorların başına yıkıyorsunuz!” deyip ikide bir laf sokuşturup durdular bendenize.

        Tabii espriyle söylediler diye çok aldırış etmemiştim açıkçası serzenişlerine ama dün bir de Cerrahpaşa Üniversitesi Üroloji Bölüm Başkanı Profesör İsmet Nane tarafından aranıp; “Doktorlar İsmail Devrim’i geçirdiği iş kazası sonrası ruhsal sorun yaşayabileceğini de öngörüp ona göre hareket etmeliydi!” cümlelerim üzerine fırçalanınca olayın bayağı bir ciddiye alındığını anladım.

        Doğruya doğru, o kaza sonrası verilen raporu görmedim. Belki gerçekten de İsmet Hoca’mın dediği gibi İsmail Devrim’in psikolojisi de dikkate alınmıştır ve bu konuda da gereken tedavi önerilmiştir doktorlar tarafından.

        Bu konuda itiraz etmeyeceğim. Zira yazıyı yazmadan önce merhumun eşine ulaşıp sormak istedim konuyu ama ulaşamadım.

        Ancak benim zaten asıl amacım orada doktorları suçlamak değildi. İsmail Devrim’in yaşadığı ruhsal sorunların eskiye dayalı ve köklü olduğuna dikkat çekmekti.

        Hala da aynı noktadayım.

        Söz veriyorum öğreneceğim bir psikiyatrik tedavi görüp görmediğini ama yine söylüyorum.

        O intiharın sebebi pantolon filan değil!

        Mesele bazılarının görmek istememesine rağmen pantolondan çok daha büyük ve derin!

        Diğer Yazılar