Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Biliyorum ki yine bir kısım insan yazdıklarım dolayısıyla sinirlenip atarlanacak bendenize ama olsun!

        Ben bugün de yine kitabın ortasından konuşacağım…

        Mevzunun ne olduğunu yazının başlığından anlamışsınızdır herhalde.

        Mevzu, birkaç gün önce hükümet desteği ile başlatılan şu ucuz domates, patlıcan, yeşil biber, salatalık satışları ve memleket gündemine oturan kuyruklar.

        Geçenlerde Tarım Bakanı Pakdemirli; “Mevsimine göre sebze yenilse fiyatlar dengelenir” diye bir ifade kullanmıştı.

        Neredeyse linç edecekleri bakanı.

        Oysa çok haklıydı Sayın Bakan.

        Bilmiyorum ben yanlış mı düşünüyorum… Ya da genelden aykırı mı bakıyorum meseleye ama açık söyleyeyim ben de mevsimine göre sebze yenilmesi fikrine inanlardanım.

        Ve bu yüzden de çok anlamsız, gereksiz buluyorum bu halka ucuz sebze imkanı sağlama çabalarını.

        Günlerdir herkesin dilinde taze sebze için kurulan tanzim satışlar ve önünde oluşan kuyruklar!

        Hani ekmek için olsa bu kuyruk ya da başka zaruri bir ihtiyaç için…

        Misal yağ, tuz, şeker, tüp vs…

        Ve eğer başka şansım yoksa… Yani tıpkı 1970’lerde olduğu gibi… Bulunmuyorsa piyasada…

        Elbette ben de el mahkum girerim o kuyruklara!

        Ama pardon domates ya da salatalık ya da yeşil biber, patlıcan zaruri bir gıda mıdır?

        Bu sebzeler mutfakların olmaz ise olmazı mıdır?

        Değil tabi ki!

        Öyle olsaydı ben ve akranlarım ve benden öncekiler sefilce bir yaşam sürmüş sayılırız.

        Çünkü çocukluk yıllarımı anımsıyorum.

        Kışın bizim evde taze domates, biber, patlıcan falan hiç olmazdı.

        Genellikle yemekler annemin yazdan kurutup sakladıklarından yapılırdı.

        Neden?

        Çünkü o zamanlar “seracılık” yok gibi bir şeydi.

        Vardıysa da ancak cebi, cepkeni bir hayli dolu yani çok zenginlerin faydalanabildiği bir şeydi.

        Kış mevsiminin vazgeçilmezleri lahana, ıspanak gibi sebzelerdi.

        Bir de fasulye, nohut, mercimek gibi bakliyatlar ile bulgur ve pirinçtenyapılan yemeklerdi.

        İşin kötü yanı ne biliyor musunuz?

        Seracılığın gelişmesi ve yaygınlaşması sayesinde artık bu eski yemeklerde pişmez oldu evlerde.

        Mesela bulgurdan ya da pirinçtenyapılan lahana sarması.

        Ya da kurutulmuş acı biber ya da patlıcandan yapılan etli dolmalar.

        Ha bir de annem… Kurutulmuş biber ve domatesten bir kızartma yapardı.

        Sarımsaklı, kekikli filan…

        Kaç yılı vardır bilmiyorum ama şimdi, yazarken fark ettimki mesela yıllardır yemiyorum ben o yemekten.

        Neden?

        Eee çünkü yılın her mevsimi tazesi var artık biberin de domatesin de...

        Kızartması yapılacaksa da kurusundan değil, tazesinden yapılır nasılsa!

        Ve bu anlayış, bu rahatlık dolayısıyla da artık kimse sebze mebze kurutmaz oldu.

        Evet… Seracılık yılın her günü taze sebze bulmaya imkan tanıdı insanlara ama bununla beraber eski yeme, içme, mutfak anlayışlarını da tümden yok etti!

        O nedenle de anlamıyorum ben bu domates, biber, patlıcan uğruna girilen o kuyrukları ve de üzerine yapılan feveranları.

        Kimse bu yazdıklarımdan sakın ola; “Memlekette pahalılık yok! Her şey güllük gülistanlık” gibilerinden bir şeylerzırvaladığım anlamı çıkarmasın.

        Bilmiyorum bunun nedeni gerçekten yetkililerin dediği gibi fırsatçıların yaptığı bir şey mi yoksa enflasyon mu ama pahalılık var.

        Hem de öyle böyle değil!

        Ancak bu pahalılığı domates, biber, patlıcan üzerinden görmek ve tartışmak hakikatten uzaklaştırıyor herkesi.

        Mümkünse pahalılığı zaruri ihtiyaçlar üzerinden tartışalım.

        Ve çözüm arıyorsak da öncelikle bu ihtiyaçlar üzerinden çözüm arayalım.

        Haksız mıyım?

        REKLAM

        ***

        Hatay’ın güzelliklerini görmenizi rica ediyorum!

        Dün uzun uzun hafta sonu ziyaret ettiğim Hatay’ı yazdım…

        Hatay gibi müstesna bir şehrin dünyaya tanıtımında neden başarılı olamadığımızın nedenleri sorguladım.

        Epeyce geri dönüş aldım o yazıma.

        Hem Hataylılardan hem de benim gibi Hatay’ın kıymetlerinin farkında olanlardan.

        Bir kısım okurum yazımda Hatay’ın o berbat şehirciliğine dair hiçbir şey yazmamamı eleştirmiş.

        Haklılar…

        Ben de çok mutsuz oldum şehirdeki çarpık ve kötü yapılaşmadan ama yazmadım.

        Çünkü o dünkü yazımda derdim olabildiğince Hatay’ın değerlerine vurgu yapmaktı ve olabildiğince o değerleri öne çıkartmaktı.

        İstedim ki Hatay’a dair olumsuzlukları, kötülükleri değil, güzellikleri okuyun ve Hatay’ın yolunu bir şekilde tutun!

        Hülasa…

        Amacım mümkün olduğunca şehrin tanıtımına katkı sunmaktı.

        Ancak madem bazıları eleştirmiş beni şehircilik konusunda ne halde olduğuna dair iki kelam etmememe!

        O halde edeyim…

        Bugüne kadar kimler, hangi partililer belediyeyi yönetmiş Hatay’da bilmiyorum.

        Çok da önemli değil ama her kimse onlar bilmeliler ki günahları çok büyük!

        Yazık etmişler elbette medeniyetler şehri, her karış toprağı buram buram tarih kokan Hatay’a.

        Haberleri olsun…

        Burada değilse bile… Öteki dünyada mutlaka o şehri değerli kılan o tarihi insanların tamamı iki elleriyle şehrin bu hale gelmesine sebebiyet verenlerin yakalarına yapışacaklar.

        Diğer Yazılar