Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Konu hassas. Kimseyle didişmeyeyim, tartışmadan, polemiğe girmeden yazıp analiz edeyim…” diyorum ama olmuyor!

        Çünkü ne kadar halisane niyetlerle konuyu ele alıp irdeliyor olsam da…

        Ya bu hassas konu üzerinden tribünlere oynayan birileri yazdıklarımı orasından burasından çekiştirip “Irkçılık yapıyorsun” bilmem ne diyerek saçma sapan kulplar takıyor şahsıma.

        Ya da bu konudaki uyarılarımın gerçekte ne anlama geldiğini anlayamayanlar yazdıklarımla mevcut iktidara yağcılık yapmakla itham ediyor!

        Konunun “Suriyeliler” olduğunu anladınız herhalde.

        Geçtiğimiz hafta metroda yolculuk yaparken Suriyeli mendil satan küçük bir çocuğa gösterilen çirkin muameleyi kaleme aldım.

        Ve bu olay üzerinden hem topluma hem de bizi yönetenlere… Özellikle de bu konuda sorumluluk sahibi olanlara naçizane uyarılarda bulundum.

        Tesadüf bu! Benim o yazıyı kaleme aldığımın ertesi günü Kocaeli’nde okuldaki arkadaşları tarafından Suriyeli olduğu gerekçesi ile dışlandığı iddia edilen 9 yaşındaki çocuğun intihar ettiği haberi gündeme düştü.

        Bir yazı daha kaleme alıp yine hem toplumu hem de yönetenleri konuyla ilgili hassasiyete davet ettim.

        Ancak tamamen insani ve vicdani bakış açıları ile ele aldığım bu yazılarım da bir kısım okurum tarafından ‘iktidar yağdanlığı’ şeklinde değerlendirildi.

        Yakın arkadaşım olanlar dahil, son iki yazıma öyle yorumlar, öyle abuk benzetmeler yapıldı ki!

        Ben bile; “Acaba derdimi tam anlatamamışım mıyım?” diye düşünüp tekrar tekrar okumak zorunda kaldım kendi yazdıklarımı!

        Anlatmışım… Hem de çok güzel anlatmışım… Ancak tam da dediğim gibi, toplumun büyük çoğunluğu Suriyeliler konusunda öyle öfke dolu ve hassas bir sınırda ki!

        Ne yazarsanız yazın anlamak istemiyor sizi ya da anlıyorsa da kabul edemiyor!

        Mesela son yazımda en çok takıldıkları nokta; “Kabul edelim ya da etmeyelim Suriyeliler artık bir gerçeğimiz… Ona göre politika belirlemeliyiz” mealindeki ifadelerim…

        Onlara göre ben bu ifadelerle Suriyeliler meselesini normalleştirmeye çalışıyorum…

        Bir kere ister ırkçı desinler, ister faşist, kafatasçı!

        Ben bu konuda net tavrı olan bir gazeteciyim.

        Bu tavrımın ne olduğunun tam olarak anlaşılması adına da, özellikle bir yazımı dikkatlere sunmak istiyorum.

        Bilen bilir… Geçtiğimiz yıl, İstanbul Taksim’de yılbaşı kutlamalarına katılan Suriyelilerin ellerinde ÖSO bayrakları ile aşırıya kaçan hal ve hareketleri üzerine kaleme aldığım o yazı nedeniyle kendi köşe komşularımdan bazıları dahil olmak üzere bir kesim tarafından ırkçılık yapmakla suçlanmış ve sosyal medyada da şahsımla ilgili çok ağır yorumlar yapılmıştı.

        Ancak ben aynı zamanda realiteden hareket etmek zorundayım.

        Ben de Suriyeliler konusunda çoğunlukla aynı düşünüyorum… Ve ben de mümkünse bu insanların ülkelerine geri dönmesini istiyorum.

        Ama görüyorum ki bu koşullarda ümit ettiğimiz şeyin gerçekleşmesi mümkün değil!

        Dönmeyecekler bu insanlar ülkelerine.

        Burada kalacaklar ve bizimle yaşayamaya devam edecekler.

        Hal böyleyken benden ne demem bekleniyor?

        “Gördüğünüz yerde Suriyelilerin kafasını kırın! Onları aşağılayın, horlayın ve elinizden geleni ardınıza koymayın” falan mı!

        Yine diyorum… Ve hep demeye de devam edeceğim…

        Biz kendimizi paralasak da, yerden yere atsak da uzun vadede Suriyelilerin Türkiye’yi terk etmesi mümkün görünmüyor.

        Ve üzgünüm ama bugün sayıları 3 buçuk milyonu geçen bu insanlarla bir arada yaşamanın koşullarını oluşturmaktan başka seçeneğimiz yok!

        Ha varsa farklı, ciddi ve makul bir önerisi olan… ("Tırlara, kamyonlara, otobüslere doldurup gönderelim" gibi saçmalıklar olmadan)

        Söylesin üzerinde tartışalım…

        *

        Bu öfkenin nedeni “ırkçılık” değil arkadaşlar!

        Bu arada bir noktaya daha dikkat çekeceğim izninizle…

        Kim ki Suriyeliler konusunda eleştiri getiriyor medyada bir kısım kalemden anında; “Irkçı, faşist, kafatasçı” yaftalamaları geliyordu zaten.

        Ancak Kocaeli’nde Suriyeli olduğu için arkadaşları tarafından dışlandığı ve aşağılandığı için intihar ettiği iddia edilen 9 yaşındaki çocuğun ölümünden sonra bazı kalemler yaftalamaları ile iyice zıvanadan çıktı!

        Kim oldukları filan önemli değil bu kalemlerin.

        Zira derdim sırf tribüne oynamak adına, “Suriyeliler” denildiği anda iğne batırılmış gibi havalara zıplayıp; “Sennn bir ırkçısınnnn! Sennnnn bir faşitsinnnn!” diyerek aleme şov yapanlarla polemik değil.

        Derdim bu arkadaşlara da işin gerçeğini işaret etmek.

        Suriyeliler meselesinde toplumun büyük çoğunluğunda var olan ve gittikçe de yükselen bu öfke ve kızgınlığın tek nedeninin ırkçılık ya da şovenizm olmadığını anlatmaya çalışmak.

        Mutlaka aralarında sırf kökleri nedeniyle Suriyelilere karşı önyargısı olan ve bu yüzden onları Türkiye’de istemeyenler vardır ama…

        Dikkatlerini çekmek isterim bu arkadaşların…

        Toplumun genelinde ki bu öfkenin, kızgınlığın ve aşırı tepkinin nedeni ırkçılık kaynaklı değil.

        Tamamen ekonomik!

        İnsanlar ekonomik olarak bu işin bir yük olduğunu düşünüyor ülkeye ve bu yükün de kendi omuzlarına bindiği inancıyla reddediyor Suriyelileri!

        Ve bir de bu insanların sigortasız çalıştırılarak iş hayatında istihdam edilmesini hazmedemiyor.

        Diyor ki genellikle; “Benim insanım işsiz ve yoksul. Ve bu devlet kendi insanına bir kuruş karşılıksız yardım yapmazken Suriyeliler için bütün olanaklarını seferber ediyor!”

        Özetle… ”Suriyeliler ülkesine geri dönsün!” diyen insanların çoğunluğu onların bu devletin bütçesinden fonlandığına inanan insanlar.

        Anlatabildim mi?

        Suriyeliler ile ilgili önceki bazı yazılarım…

        Diğer Yazılar