Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ayasofya…

        Müze mi kalmalı yoksa camii statüsü mü verilmeli?

        Kurnazca bulabilirsiniz ama ben bu tür marazalı, tartışmalı konularda yazmadan ya da konuşmadan evvel bilgisine, tecrübesine, samimiyetine ve etkisine güvendiğim apolitik akademisyenlerin görüşlerini açıklamasını bekliyorum.

        Çünkü neredeyse ömrünün tamamını uzmanlık isteyen konularda otorite olmak için harcamış, emek vermiş bilim insanlarından daha fazla şey bilmem mümkün değil.

        Bu tavrım sadece tarihi ilgilendiren konularla da ilgili değildir.

        Hukuki, ekonomik ya da uzmanlık gerektiren başka konularda da aynıdır.

        Mesela ceza hukuku ile ilgili bir konu gündeme geldiğinde ve tartışma yaşandığında evvela o alanda uzman hocaların ne dediğine bakarım.

        Mesela Profesör Doktor Adem Sözüer’in son sözü her zaman başımın tacı olmuştur!

        Yani; “Hocanın lafının üzerine laf söylenmez!” mottosu vazgeçilmezimdir.

        Hülasa… Ayasofya konusunda da nazarımda tarih, özellikle de Osmanlı Tarihi denilince akla gelen ilk isim olan İlber Ortaylı’nın görüşü benim görüşümdür.

        Diyor ki İlber Hocam; “Bunun müze kararına, Cumhuriyet hükümetimiz ve ilk Cumhurbaşkanımız ve Türkiye mareşali başkanlığındaki bir heyet karar vermiştir ve bu böyle olacaktır. Uygunu budur. Burada birtakım törenlere, gösterilere lüzum yoktur. Kaldı ki, bir bölümünde ezan da okunuyor, cuma namazı da kılınıyor. Buna itaat etmek zorundayız, bizim kararımızdır, bizim devletimizin kararıdır. Çocuk oyuncağı değildir. Politika aracı yapılmasını doğru bulmuyorum. Tehlikelidir. Bunu karşılayacak bir gücünüzün olması lazım. Bu varsa bile lüzumlu lüzumsuz sık sık kullanılmamalı!"

        BİZ AVRUPALI BAĞNAZLAR GİBİ OLAMAYIZ!

        Efendim bunun örneği dünyada var mı? Yok. Kurtuba Camii'ni çevirdiler kiliseye, ortasına bir de katedral inşa ettiler. Berbat bir şey. Bütün yapısını bozdular. Bugün bile kilise olarak devam ediyorlar. Biz onlara uymak zorunda değiliz. Biz İspanyol değiliz. Biz dünya devletiyiz. Bizim fütuhatımızda (fetih) da her zaman bir ölçü, bir saygı olmuştur başkalarına karşı. Kendimizi Batı Avrupa'daki bağnaz kitlelerle bir ayarda tutarak hareket edemeyiz!

        EFENDİ BİZİZ, SAHİP BİZİZ!

        Cumhuriyet hükümetinin 1934'teki kararına itaat etmek zorundayız. Durumlar değişir, başka çirkin olaylar meydana gelir. Hiç temenni etmiyorum. O zaman iş değişir. Efendi biziz, sahip biziz. Kimse bizi zorlayamaz ama biz de güne uyalım. Dünyanın bütün metropollerinde Müslüman cemaatleri yaşıyor, camilerimiz yapılıyor. Birtakım yerlerde, tarihte bizim olan camiler şimdi yabancıların elindedir. Bunun mukabiline geçtikleri zaman, mukabele-i bilmisil yaptıkları zaman ne yapacağız? Bunu da lütfen hesaba alalım ve ona göre konuşalım"

        Niye açıkça sürü bağışıklığına geçtik denilmiyor?

        Niye açıkça sürü bağışıklığına geçtik denilmiyor?
        0:00 / 0:00

        Karantina sürecinin büyük kısmını Bodrum’da annemin yanında geçirdiğim için Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın benzettiği Çin’in Vuhan kenti İstanbul’dan uzakta kaldım.

        Dönüşüm doğal olarak yeni normal hayatla beraber oldu.

        Pazar gece çok geç saatlerde vardım memleketime.

        Pazartesi öğlene doğru da çıktım sokağa…

        Onca zaman son derece dikkatli bir izole yaşam geçirmişken yeni normal hayatın nasıl olacağını merak ederek!

        Bu arada şunu da ekleyeyim; Bodrum’daki ev ortamında, yani evin bahçesi, sitenin sahip olduğu geniş araziden dolayı daha rahat geçti günlerim.

        En azından toprak işleri ile uğraşmak, ekip biçmek, akşamları site içerisinde yürüyüş yapma imkanına sahip olmak, o günler için bayağı bir lükstü.

        Ee bir de biliyorsunuz ki sokağa çıkma yasağı uygulaması Bodrum’un bağlı olduğu Muğla’da daha erken kaldırılmıştı.

        Özetle nispeten daha rahattık İstanbul, Ankara ve diğer büyükşehirde olanlardan.

        Ama tüm bu rahatlığa rağmen de tedbiri asla elden bırakmadık.

        Kendim için değilse bile annemin sağlığını riske etmemek adına son derece temkinli davrandım.

        Sadece ben değil etrafımdaki herkes de aynı temkinli davranışları sergiledi hep.

        1 Haziran günü yeni normal hayata geçiş olduğunda da çok bir şey değişmedi.

        Bir gün öncesi ne idiysek aynı otokontrol devam etti.

        Dolayısıyla şoka girdim Pazartesi günü İstanbul’da sokağa çıkınca.

        Çünkü insanların çoğu maskesiz, sosyal mesafe kurallarına riayette sıfır ve hatta hiç olmadığı kadar dip dibe, sözüm ona yeni normal hayatı yaşıyor.

        Bilmiyorum diğer büyükşehirlerde durum nasıl ama İstanbullu, bilim insanlarının ve yetkililerin ısrarla; “Yeni normal hayatta mutlaka tedbirli davranmalısınız!” önerilerini tedbirsizlik olarak algılamış herhalde.

        Neyse o ilk gün çok çabuk bir iki işimi halledip hemen eve geri döndüm.

        İstanbul’daki yeni normal hayat kavramı ile buluşabilmem ise ancak dün gazeteye gelince oluştu.

        Bu yüzden başta idare müdürümüz Alaattin Dahil olmak üzere bu planlamada, düzenlemede emeği geçen tüm şirket çalışanlarımızı tebrik ediyorum.

        Olağanüstü bir sistem kurulmuş Ciner Medya Grubu bünyesinde…

        Şirketin kapısından içeri girdiğinizde bambaşka bir hayat standartı ile karşılaşıyorsunuz.

        Sağlığınız güvende, çalışacağınız bir ortam var şirkette.

        Ama dışarısında yok!

        Belli ki Bakan Koca da bu durumdan dolayı çok endişeli ki tedbirli olma konusunda üst üste uyarılarda bulunmaya ve yanı sıra virüsün etkisini yitirdiği yönündeki bilgilerin kesinlikle doğru olmadığına vurgu yapıp son günlerde hem vaka sayısında artışın hem de yoğun bakım ihtiyacının arttığını söylüyor.

        Ancak tabii bu arada da Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında toplanan kabinede alınan kararlar doğrultusunda dip dibe olunmaması imkansız olunan düğün salonları tiyatrolar, sinemalar, gösteri salonlarının da tam faaliyete geçeceği açıklanıyor.

        1 Temmuz itibarı ile 65 yaş ve üstü vatandaşlarımızın haftanın her günü sadece saat 10.00 ile 20.00 saatleri arasında dışarı çıkabilecek olmalarını sağlayan karar hariç neredeyse tüm kısıtlamalar kalkıyor.

        Bir manada eski normal yaşama geri dönüyoruz yani.

        Biliyorum ki birçoğunuzun kafası da benimkisi gibi karışık bu manzara karşısında.

        “N’oluyoruz?” diyorsunuz haliyle…

        Adının açıklanmasını istemeyen bir yetkiliden öğrendiğime göre olanı söyleyeyim…

        Aslında bütün bunların arkasında yetkililerin; “Sürü bağışıklığına tam geçişe” karar vermiş olması yatıyor.

        Yani artık ne olacaksa olacak durumundayız ülke olarak.

        Korana denilen baş belası ile bir biçimde herkes tanışacak!

        Bünyesi sağlam olanlar virüsü alsa da atlatacak…

        Olmayanların ise Bilim Kurulu’nun belirlediği yol ve yöntemlerle evinde ya da hastanede tedavisi yapılacak.

        Ha alınan bu karar yanlış mı peki?

        Bana göre değil.

        Hani bir söz vardır; “Bükemeyeceğin eli öpeceksin” derler.

        Er geç bir gün Korona’ya böyle boyun eğecek ve elini öpmek zorunda kalacaktık.

        Özetle benim bu karara yani “sürü bağışıklığı” düzenine geçiş kararına bir itirazım yok!

        İtirazım şeffaf olunmamasına…

        Açık açık; “Tedbirlerinizi alın alabildiğiniz kadar ancak biliniz ki biz artık ülke olarak herkesin bu virüsle tanışma olasılığı olan bir döneme geçiş yaptık!” denilememesine…

        Diğer Yazılar